21 Temmuz 2011

Ölümüne Kaçış : photo Jerzy Skolimowski, Vincent Gallo

Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski’nin 2010’da çektiği son filmi Ölümüne Kaçış (Essantial Killing) önce 22. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde, ardından 30. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde sinemaseverlerle buluştu. 73 yaşındaki emektar yönetmenin yirmi ikinci filmi olan Ölümüne Kaçış’ın senaristliğini Skolimowski ile birlikte Ewa Piaskowska üstleniyor. Yurtdışındaki belli başlı sinema yazarlarından tam not alan filmin Avrupa’da Venedik, Toronto, Glasgow Film Festivali gibi, önde gelen seçkilerde de gösterildiğini anımsatalım. Uzun lafın kısası, önceki sene İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Anna ile Dört Gece’den sonra usta elinden çıkan bir başka görsel şölen ile daha karşı karşıyayız.

Buffalo '66 (1998), Her Gün Başka Bir Bela (2001), Tetro (2009) gibi yapımlardaki performanslarıyla tanıdığımız Vincent Gallo’nun neredeyse tek başına sırtlayıp götürdüğü film, Afganistanlı bir Taliban üyesinin sorgulanmak üzere Avrupa’ya getirildiğinde yaşadığı, ölümüne bir kaçışın öyküsüne odaklanıyor. Muhammed, içinde taşındığı askeri kamyonet kaza geçirdiğinde, kendini karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir ormanda bulur; üstelik dünyanın neresinde olduğunu dahi bilmez. Sadece sonuna kadar kaçacak ve hayatta kalacaktır; neye mal olursa olsun.

Ölümüne Kaçış : photo Jerzy Skolimowski

Yönetmen dil, yol, iz bilmeyen karakterini “hiçbir yerin tam ortasında” bırakarak en ilkel insani içgüdüyü, ‘hayatta kalmayı’ seyirciye sonuna kadar izletiyor. Üstelik batılı sinema seyircileri tarafından (ormandaki mücadeleleri sonrasında da) kolaylıkla ‘terörist’ olarak damgalanabilecek bir karakter Muhammed. Ama film boyunca rüya-sanrı arası yaşadığı geri dönüşler dışında Skolimowski, oryantalist olarak nitelenebilecek yollara sapmıyor, bilakis her türlü kimlikten karakteri sıyırarak Muhammed’in en ilkel ve en insani halini gösteriyor bize. Muhammed de, adından aldığı güçle midir bilinmez, hem vahşi doğaya tutunuyor, hem de zekice yöntemlerle izini kaybettirmeye çalışıyor. Bir saati aşkın süre filmde sadece kendisini seyrettiğimiz Vincent Gallo’nun önceki sene Venedik Film Festivali’den bu performans ile En iyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü almasının tesadüf olmadığı ortada.

Filmin en etkileyici sahnelerinden biri de Emmanuelle Seigner’in canlandırdığı dilsiz Margaret karakterinin soğuktan donmak üzereyken Muhammed’e evini açması. Altyazının gereksiz olduğu, sadece gözlerin konuştuğu bu sahneler filmin tek ‘sıcak’ yanı belki de.

Vincent Gallo ile birlikte filmin başrolünü paylaşan ikinci ‘oyuncu’ şüphesiz ki karlar altındaki Kampinos Milli Parkı. Başkent Varşova’da yer alan ve pek çok türün doğal yaşam alanı olan park, Skolimowski’nin filminde başlı başına bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Muhammed’e kaçması ve saklanması için fırsat sunarken, bir yandan da onu dondurucu soğuğa ve günlerce aç kalmaya mahkûm ediyor. Yer yer kırmızı kanlara bulansa da, bembeyaz karlar altındaki ormanın sonsuzluğu, Muhammed’in çektiği bütün sıkıntıları sinema perdesinde seyredilebilir bir estetiğe sokuyor. Öyle ki bu kadraj estetiği, usta Polonyalı yönetmenlerin imzası gibi olarak okunabilir. Zira bir başka üstat olan Andrzej Wajda’nın yakın zamanda çektiği Tatarak (2009) ve Katin (2007) filmlerinde, Ölümüne Kaçış’ta seyrettiğimiz görüntü estetiğini yakalamak mümkün.

Son söz olarak, üç saat boyunca anlamsız bir biçimde tek bir adamı/kadını izlediğimiz, sıkıcılıktan yoruculuğa terfi eden filmlerin yanında, 90 dakikada derdini anlatabilen Ölümüne Kaçış gibi olgunluk eserleri festivalde bir sinefile ilaç gibi geliyor. Yerli ya da yabancı genç yönetmenlerin, 80 yaşında da olsalar ustalardan öğreneceği daha çok şey var…

Beyazperde.com'da yayınlanmıştır.