Her iki tarafında –hem lehte hem aleyhte- tepkisinin büyüklüğü düşünüldüğünde, bu tartışmaya kayıtsız kalamadım. `Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak`tan her daim kaçındığım için, kaçırdığım programı buldum ve seyrettim. Baştan belirtmek isterim ki amacım Banu Avar’ı karalamak değil; sadece gözüme ister istemez takılan, takılmaktan fazla kulağımı tırmalayan ifadeleri objektif olarak dile getirmek. Belki de Banu Avar’ın, ya da Türk vatanseverlerinin yeterince objektif olamadıkları gibi.
Sınırlar dahilindeki ifade özgürlüğü, demokratik dediğimiz bir sistemde elbette var olmalı ama tarihi gerçekleri sunuyoruz diye, kendimizi sütten çıkmış ak kaşık pozisyonuna getirip, olguları saptırmamak gerek. Hakkında soruşturma başlatılan program önce Alfred Nobel’in sağlığında dinamitin ve silahlanmanın nasıl da babası olduğuyla başlıyor ve barış ödülü dağıtmakla açıkça suçlanan İsveç’in halen silah gelirleriyle refah bir yaşam sürdüğünün altı çiziliyor. Bakınız, sosyolojide iktidar üstüne yapılan tanımda şöyle der: iktidarın (ve dolayısıyla sermaye gücünün) cinsiyeti, ırkı, dili, dini-imanı yoktur! 1800’lerde İsveç’teki Alfred Nobel tarafından değil de, Osmanlıda Yeniçeri Ocağı’nda ya da Nizami Cedid’de ilk dinamit icat edilseydi, Osmanlı eline geçirdiği güçle yıkılır mıydı acaba? O zaman Osmanlı silahlanmanın devi olurdu; dünya barışı da emin olun Condoleezza Rice’ın umursadığı kadar gündemimizde olurdu. Doğru politikalar güdülebilseydi zaten zamanında bayrak diktiğimiz petrol rezervlerini kaptırmaz, okyanuslara açılıp sömürgeleşmeyi kuramamış olsak bile, sanayi devrimde gardımızı alabilirdik. Ama olmadı, tarihin ibresi bir şekilde bizden yana dönmedi. Tartışmamız bu değil, ama zamanında bir güç elde etmiş devleti büyük sermaye piyasalarının oyuncusu diye suçlayana da gülerler bu saatten sonra. Olsa aynısını tereddütsüz biz de yapardık. Biraz siyaset bilimi okuyanlar ne dediğimi çoktan anlamışlardır zaten.