10 Mart 2008

Kültürel Çalışmalar Bağlamında Sinemada Ötekilik ve Sömürgecilik Olgusu-2


ŞARKIYATÇILIK


“Sie können sich nicht vertreten, sie müssen vertreten werden”
"Onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir" Karl Marx, Louis Napolyon Bonaparte' 18. Brumaire, (aktaran Said)


Şarkiyatçılık, diğer adıyla oryantalizm, batının kendini Batı (Garp) olarak konumlayarak ve kendi dışındakileri tanımlama (isim verme) yetkisiyle oluşturduğu, sömürge tarihinde yer alan ve önemli bir bakışı temsil eden, yapay bir ‘ötekilik’ halidir. (Edward Said, 2006:11) Oysa ne klasik anlamda (17-18yy. Seyahatnamelerinden gelen şarkiyatçılık) tanımlanan bir şark vardır, ne de batının öyle olmasını istediği, kurguladığı aşağılık, pis, zavallı ‘şarklılar’.


Şarkiyatçılık bir düşünce sistemi olarak günümüze kadar gelmiştir ve batı için şarklılar, sadece ‘coğrafi koşullar gereği doğuda yaşayanlar’ demek değildir. 18-19yy.’da İngiliz ve Fransız İmparatorluklarının Ortadoğu’daki topraklarda edindikleri sömürgeler (ne yazık ki!) yönetilmesi gereken insan yığınlarıdır; fakat bu kendilerinden farklı, bambaşka insanları hedeflenen ekonomik çıkarlar doğrultusunda idare edebilmek, ancak Avrupa modernitesine uygun bir sistem içerisinde tasnif edilip, tanımlanabildikleri sürece mümkün olmuştur. İşte, 21yy.’da Afrikalıları Afrikalı oldukları için küçümsemek insan ahlakı açısından ne kadar utanç vericiyse, önce edebi ve akademik sonra da siyasal düzende kurgulanan Şarkiyatçılık da aynı derece utanç verici bir batılı ötekileştirmesidir.

Entelektüel dünya, sessizce yürütülen bir batı ideolojisi olan şarkiyatçılığın bu kadar net tanımlanabilmesini bir anlamda 20yy.’ın en önemli araştırmacılarından Edward Said’e borçludur. 1978 yılında “Western Conceptions of the Orient” (Batı’nın Şark Anlayışları) alt başlığı ile yayınlanan “Orientalism” hem Avrupa’da hem Amerika’da akademik ve entelektüel dünyada çok ses getirmiştir.

Said, kitabında batılı akademik dünyanın Ortadoğu'ya (çünkü doğudan anlaşılan Kutsal topraklar ve Ortadoğu sömürgeleridir) ve İslamiyet’e bakışındaki ikiyüzlülüğü, edebi metinler üstünden giderek ortaya sermiş ve akademiye sıçrayan yazının nasıl sistematikleşerek, düşünce ve yönetim felsefesine dönüştüğünü açıklamaya çalışmıştır. Kaman’ın yorumuyla şark üstüne "bilgi" edinme sürecinin, Şark üzerinde "iktidar" kurma sürecine nasıl bağlandığını göstermiş ve “Oryantalizmin ipliğini pazara çıkarmıştır
(4). Kendisi de bir Şarklı, Filistinli olan Edward W. Said, Şarkiyatçılığı bir Ortadoğulu akademisyen olarak değil de, Amerikan üniversitesinden kürsü sahibi bir profesör sıfatıyla kaleme almış olmasının eleştirilerine de maruz kalmıştır. Öyle ki, Şarkiyatçılığı daha da kapsamlı olarak metin analizi üstünden incelediği bir diğer çalışması Kültür ve Emperyalizm’i, Ulaş Başar Gezgin “Said’in eleştirileri, Avrupalıların tek sömürgeci olduğunu göstermez ama kendisinin de o sömürgeciliğin bir ürünü ve hatta ayırtısız ve iyi niyetli bir sürdürücüsü olduğunu gösterir(5). sözleriyle eleştirmektedir.

Her ne kadar eksiklikleri, eleştirilebilecek yönleri olsa da Edward Said, Şarkiyatçılık’ta iki yüz yılı aşkın detaylı bir metinler ve yazarlar dizini ortaya koyarak, Batının üstün medeniyet maskesi ardına saklanarak sürdürdüğü sömürgeciliğin en bilindik sembollerini gözler önüne sermiştir. Said’in şarkiyatçı batının pençesinden kurtarmaya çalıştığı doğu toplumları daha ziyade Arap halklarına işaret etse de, batının şark anlayışları hakkında çizdiği tablo, batıya göre doğuda kalan her topluma uyarlanabilir bir bakış açısıdır. Zira sadece Avrupa’nın güneydoğusu değil, coğrafi olarak tam doğusundaki Rusya da Avrupa için şark’tır; kendisinden farklı olan bir diğer ötekidir: Ruslar tüm gün votka içerek, tembellik yapan kanı uyuşuk halklardır.

Edward Said kitabının önsözünde, okuyucunun bu derin araştırma konusunda karşılaşacağı sorulara ısındırmaktadır:

“Şarkiyatçılıkla birlikte şu türden siyasal sorular da gün­deme geliyor: Şarkiyatçılık gibi bir emperyalist geleneğin oluşturulma­sına hangi düşünsel, estetik, bilimsel, kültürel kuvvetler eşlik etti? Filo­loji, sözlükbilim, tarih, biyoloji, siyaset ile iktisat kuramı, romancılık ve ozanlık, Şarkiyatçılığın genel çizgileriyle emperyalist olan dünya görüşünün hizmetine nasıl girdi? Şarkiyatçılıkta ne gibi değişimler, ayarlamalar, tasfiyeler, hatta devrimler olmuştur? Bu bağlamda, özgün­lük, devamlılık, bireysellik ne anlama gelir? Şarkiyatçılık, bir çağdan bir çağa kendini nasıl aktarır, nasıl yeniden üretir?” (2006:24)

Yazar dört yüz sayfayı aşkın eserinde yönelttiği tüm soruları, tarihsel, sosyolojik ve politik bağlamda incelemiştir. Üç uzun bölüme ayırdığı kitabının birinci bölümü olan, "Şarkiyatçılığın Etkinlik Alanı", hem “tarihsel akış ile deneyimlere göre hem de felsefi, siyasal izleklere göre konuyu tüm boyutlarıyla kuşatan” genel bir çerçeve çizmektedir. "Şarkiyatçı Yapılar ile Yeniden Yapılandırmalar" başlıklı ikinci bölüm ise, modern Şarkiyatçılığın gelişimini, kapsamlı bir tarihsel tanım içerisinde, önemli yazınsal eserlerdeki ortak Şarkiyatçı payda üzerinden izlemektedir. "Bugünkü Şarkiyatçılık"ı, ele aldığı üçüncü bölümse, 19yy. sonundan başlayarak İkinci Dünya Savaşı’na kadar sömürgeciliğin Şark'ta en çok yayıldığı dönemi incelemektedir. Bu bölümün önemli noktalarından biri son kısımda Şark’ın İngiliz ve Fransız hâkimiyetin­den Amerikan hâkimiyetine geçişi ele almış olması ve “ABD'de Şarkiyatçılığın şimdiki düşünsel ve toplumsal durumunu ana hatlarıyla anlatması”dır. (Edward Said, 2006:34)

Bu makalenin Şarkiyatçılık kapsamında odaklanacağı nokta ise, Said’in Şarkiyatçılık’ın sistematiğine dair saptadığı simgeler, Şark’a bakış açısıyla ve Şarkla özdeşleşen klişeler ve bu bağlamda, sözü geçen simgelerin ve klişelerin 21yy.’da geldiği son aşama olacaktır. Şarkiyatçılığın ilk dönemlerdeki ötekileştirici ‘egzotizm’ ahenginden halen izler taşıdığı görsel örneklere dayanılarak ispatlanma yoluna gidilecektir.

Öncellikle yazarın kendi kaleminden Batının kendini nasıl yetke olarak gördüğünü ve doğuya çeşitli tanımlamalar ve sıfatlar addederek onu nasıl şarklaştırabildiğinin alt yapısını, zihnimizin bir köşesinde aydınlanmacılığın kategorilendirme istencini tutarak inceleyebiliriz:

“Şarkiyatçılık, stratejisi gereği, Batılıya görece üstünlüğünü hiç yitir­meksizin Şark'la kurabileceği bir olanaklı ilişkiler dizisi sağlayan bu es­nek konum üstünlüğüne dayanır hep. Başka türlü de olamazdı zaten, he­le Rönesans’ın sonlarından bugüne uzanan görülmedik Avrupa hüküm­ranlığı döneminde. Bilimadamları, araştırmacılar, misyonerler, tüccar­lar, askerler, Şark'tan pek bir direniş görmeksizin Şark'ta bulunma ya da Şark'ı düşünme imkânına sahip oldukları için Şark'taydılar, Şark'ı dü­şündüler. Şark bilgisi genel başlığı altında ve -onsekizinci yüzyılın son­larında başlayan- Şark üzerindeki Batı hegemonyası şemsiyesinin göl­gesinde, üniversitede araştırılabilecek, müzede sergilenebilecek, sömür­ge yönetimince yeniden yapılandırılabilecek, insanla evrene ilişkin ant­ropoloji, biyoloji, dilbilim, ırk ve tarih tezlerinde kuramsal olarak açık­lanabilecek, gelişmeye, devrime, kültürel kişiliğe, ulusal ya da dinsel karaktere ilişkin iktisadi ve sosyolojik kuramlara elverişli, karmaşık bir Şark çıktı ortaya. Ayrıca, Şark'a özgü şeylerin imgesel düzlemde ince­lenmesi, neredeyse sadece egemen Batı bilincine dayanıyordu; bu bilin­cin karşı konulmaz merkeziliğinden, önce Şarklının kim ya da ne oldu­ğuna dair genel düşüncelere göre, ardından da salt ampirik gerçeklikçe değil, bir arzu, baskı, yatırım, yansıtma öbeğince de yönlendirilen ayrın­tılı bir mantığa göre, Şark dünyası doğdu.” (Koyulaştırmalar orijinal metinde bulunmamaktadır, 2006:17)




Said’in özellikle son cümlede gayet net dile getirdiği gibi, şarkı doğuran batı bunu tamamıyla kendi ‘beni’nden, varoluşundan, (sözde) medeni duruşundan yola çıkarak, kendisinde olmayan ve olmayacak olanları (ve hatta, belki de utancından itiraf edemeyerek, olmasını hayal ettiklerini) doğuya atfederek, beyaz-siyah diyalektiği kadar kesin çizgiler çizmiştir. Said, “Aydınlanma sonrasında Avrupa kültürünün Şark'ı siyasal, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilim­sel, imgesel olarak çekip çevirebilmesini -hatta üretebilmesini- sağla­yan o müthiş sistemli disiplinin anlaşılması olanaksızdır.” (2006:13) demiş olsa da, kastedilen Şarkiyatçılığın anlaşılamaz olduğu değil, bu disiplinin keskin çizgiler sayesinde vardığı mutlakıyetçiliğin boyutudur. Ve -Kant’ın yüce ruhu şad olsun!- bu genel geçerlilik saplantısının Şarkı getirdiği nokta, bizzat şarkta yaşayanların da kendilerine dönük oryantalism tuzağına düşecek kadar bu sistemi içselleştirmiş olmasıdır.(2006:13) Bu iddiayı somutlaştırmak için Türkiye eksenin de verilebilecek en bilindik örnekler : “Bizden adam olmaz; Elin adamı çıkar aya, biz gideriz yaya; Bunu ancak bir Türk yapar; Türk değil mi işte” vb. şeklinde kendi yetersizliğinden yakınma ‘gibi’ görünen saklı aşağılık kompleksidir.(6)Böylece ‘başımızın üstünde’ bir batılı model olmadan, kendi kendimize düşünüp, yargıya varmamız mümkün değildir. İlerleyen bölümlerde Batı-Şark imgelerine detaylı değinildiğinde, şarkiyatçılığın genel geçerliliği daha net anlaşılacaktır.

Şarkiyatçılığın en net tanımla akademik bir çalışma olarak nitelendiren Said : tanımıyla Şarkın batılının zihnindeki konumlanışını betimlemektedir. Ayrıca Batının kendine Şark’ı meslek edinmesi gibi benzer bir durumun doğudaki akademik veya siyasal alanda “Garbiyatçılık” terimine denk gelebilecek şekilde tasarlanmasının mümkün olmadığını söyler. (2006:59) Şark bu yetkeye haiz değildir; yeterliliği olsa dahi bu tarz bir gereksinim içerisinde değildir. Bu bağlamda, Şarkiyatçılığın (ABD) 1840'lardan 20yy.’a kadar tüm resmi makamlarda (akademilerde, kitaplarda, kongre­lerde, üniversitelerde, dışişleri kuruluşlarında) öğretilebilir bir bilgi dalı olarak değişmeden kalabilmesinin nedeni nesillerdir önemli pa­rasal yatırımların yapıldığı, yaratılmış bir kuram ve uygulama bütünü olmasından kaynaklanmaktadır. (2006:16)

Said incelemesini yazılı metinler (ansiklopedik derlemeler, seyahatnameler, romanlar, şark araştırmacılarının bildirileri vs.) üstünden sürdürürken, Şarkiyatçı metinlerin içine işlemiş Batı bakışının sürekli altını çizer. Batının “nesnellik” olarak savunduğu her düşüncenin (kelimenin), gördüğü olayları yorumlarken kullandığını iddia ettiği nesnel bakışın -ki bakışı nesnel olabilmesi de ayrı bir ironidir- asla tarafsız olmadığını; var olanı değil, Şarkiyatçı araştırmacının okuyucularının duymasını isteyecekleri şeyleri anlattığını ifade eder: Şarkiyatçılığın temel koşulu dışsallaştırma'dır, ister ozan ister araştırmacı olsun Şarkiyatçının Şark'ı konuşturması, betimlemesi, Şark'ın gizemlerini Batı için, Batı'ya anlaşılır kılmasıdır. Şark, sözlerine kaynaklık eden şey olmasının ötesinde ilgilendirmez Şarkiyatçıyı. (2006:30)

Bu paragrafı takip eden bir ikinci paragraf, sözlerini tamamlayarak desteklemesi ve Batının kibirliliğini göstermesi açısından kayda değerdir:

“…Şarkiyatçı metinlerde bakılacak şeyler, biçem, mecazlar, anlatıdaki mekân, anlatı gereçleri, tarihsel, toplumsal koşullardır, temsilin doğruluğu ya da özgün olana sadakati değildir. Temsilin dışşallığı her zaman, "Şark kendini temsil edebilseydi ederdi zaten" türünden bir beylik düşünce ta­rafından belirlenir; Şark'ın kendisi bunu yapamadığından, bu işi temsil etkinliği yapar, hem Batı için hem de -[daha iyi bir seçe­neği olmadığına göre]- zavallı Şark için.” (koyulaştırma orijinal metinde yoktur. 2006:30)

Koyulaştırılmış cümle, bütün bir batılı perspektifi halen daha temsil ettiği için, “öteki adına konuşma hakkının” birebir karşılığıdır; sadece şarkiyatçılık da değil tüm öteki’ler adına da kullanılabilir; eyleme dönüştürülebilir. Erkek, ötekisi olan kadın adına konuşur; devlette hâkim olan ulus, azınlık olan ötekiler adına konuşur; fakat nedense ötekinin sesi kendisini temsil edebilmek amacıyla bir türlü çıkmaz, çıkmasına izin verilmez.

Batı’nın nesnesi olarak ‘Şark’ ancak Batı kendisini anlamaya yönelik bir çaba içerisine girip, sıralayıp, tasnif edip, yerleştirdiği sürece var olabilir: “Yani Şarkiyatçılık tümüyle Şark'ın dışın­da, uzağında kalır: Şarkiyatçılığın bir anlam taşıması Şark'tan değil tü­müyle Batı'dan kaynaklanır; Şarkiyatçılık taşıdığı anlamı, doğrudan doğruya, Batı'nın -Şark'ı görülür, açık, ilgili söylemde "orada bulunur" kılan- türlü temsil tekniklerine borçludur.”(2006:31)

Kısacası, Doğuyu ‘Şark’ yapan Batı’dır:

“Şarklının dünyasına anlaşılırlığını ve kimliğini veren, Şarklının bu yoldaki çabasının semeresi değil, Batı’nın Şark’ın kimliğini saptamakta kullandığı bütün bir karmaşık bilgisel tahrifler dizisi’dir…Şark bilgisi güçten kaynaklandığı için, bir bakıma Şark’ı, Şarklıyı, şarklının dünyasını yaratır.” (2006:50)

Said’in tüm kitap boyunca şarkiyatçı metinlerde değindiği, “Biz üstün yaratılışlı batılılar şöyle iyiyken, bu zavallı doğulular işte böyle rezillerdir” karşılaştırmalarından, ‘Şarkiyatçı’ bir tablo çıkartırsak, Said’in ne derece haklı, batılıların da ne derece ‘nesnel’ oldukları daha net anlaşılacaktır:


Tablo-1 Batının isimlendirmesiyle, doğunun ‘Şarklılaştırılma’sı

Fakat bu tablonun sorumlusu – Said’in iddia ettiği gibi- kesinlikle doğuştan(!) üstün olan Batı değildir: Suç, Şarklının Şarklı olması’dır! Batının şark için uydurduğu genellemeler ilk etapta sömürgeyi yönetme kademesinde başlamıştır. İktidarın en üst kademesinden başlayan (daha önce "Şark kendini temsil edebilseydi ederdi zaten" cümlesiyle de değindiğimiz) Onlar hiçbir şeyden anlamazlar mantığı’ tüm pratiklere hiç aksamadan yansımıştır. Bağımlı Irklar kendileri için neyin hayırlı olduğunu bilme becerisine sahip değildi. Koşullar yöreden yöreye ufak farklılıklar gösterse de, Şarklılar hemen hemen her yerde aynı biçimde çekilip çevrilebilirdi.(2006:47) Buna göre de, ne bir Arap’ın, ne Hintli’nin ne de bir Türk’ün batılı gözünde farkı yoktur. Şark, şayet Batının belirlediği sıfatlara uyuyorsa şarktır.

“Biz Newton devrimini geçirdik onlar geçirmedi.” saptaması Batının ayrımcılığı dayandırdığı rasyonel en meşru zemindir:

“Tüm betimleme­lerine "kâhinlik", "kesinlik", "içsel", "ampirik gerçeklik", "düzen" gibi sözcükler serpiştirilmiştir; bu sözcükler ya cazip, tanıdık, istenir erdem­leri ya da tehdit edici, garip, düzensiz unsurlar içeren kusurları niteler. Göreceğimiz gibi hem geleneksel Şarkiyatçılar hem de Kissinger, kül­türler arasındaki farklılığı, önce bu kültürleri ayıran bir cephe yarata­rak, ardından da Batı'yı Öteki'ne hâkim olmaya, onu denetim alanında tutmaya, olmazsa (üstün bilgisi, uzlaştırıcı gücü sayesinde) yönetmeye davet ederek açıklar. Bu militanca ayrımlamanın, hangi amaçlar adına, neler pahasına korunduğunu anımsatmak gereksiz bugün.” (2006:53)

Bu yorumlarıyla, Şarkiyatçılığın en nihayetinde gerçekliğin siyasal bir tasavvuru olduğunu ve bu tasavvurun yapısı tanıdık ile yabancı arasındaki farkı daha da keskinleştirdiğini belirtmektedir.

Öte yandan, 19yy.’da bu ötekileştirme projesinde batının kendi için oluşturduğu imaj da ayrıca incelemeye değerdir : “Hiçbir şarklının bir batılıyı yaşlanıp bozulmuş haliyle görmesine izin verilmediği gibi, hiçbir Batılı da kendi görüntüsünün bağımlı ırkın gözlerinde dinç, akılcı ve her zaman tetikte olan genç bir Raca’dan farklı bir şey olarak yansıma olasılığına katlanmak zorunda kalmadı.” (2006:51)

Tüm bu analizlerin ışığında Şarkiyatçılığı ve şarkı, Batı tarafından çeşitli nedenlerden ötürü sınıflandırılmış, kendisinden korkulan ama üzerine ahkâm da kesilen, yönetilen-yönetilmesi gereken, yapay ötekilik hali olarak bir kez daha tanımlayabiliriz. Fakat Edward Said tüm bu saptamalarında şark imgesinde ya da coğrafyasında saplanıp kalmıyor. Şarkiyatçılığı ele aldığı her başlığı en nihayetinde, söylemindeki “bize”, günümüz batısına bağlıyor: “Aslında benim gerçek savım şu: Şarkiyatçılık modern siyasal-düşünsel kültürün sadece temsilcisi değil, önemli bir boyutudur ve bu biçimiyle Şark'tan çok "bizim" dünyamızla ilgisi vardır.” (2006: 22-23)

Edward Said metni ışığında şarkiyatçılığın hangi perspektiflerden türetildiğini belli başlı noktalarla ele almaya çalıştık. Yazarın da belirttiği gibi, şarkiyatçılık doğunun bizatihi kendisinden daha ziyade batılı bilinci ile ilgili bir olgu. Said 1994 yılında Şarkiyatçılık için kaleme aldığın “sonsöz” metnini şu umutvari sözlerle bitirmektedir:

“…şunları söyleyerek kısaca bağlayacağım sözümü: Bir kültürel, siyasal görüngü olarak Şarkiyatçı­lığa duyduğum ilginin başlangıç nedeni olan husumetler, haksızlıklar hâlâ var olsa da, artık hiç değilse bunların ezeli-ebedi bir düzeni değil, sonu ya da en azından kısmen hafiflemesi yakın olan tarihsel bir dene­yimi temsil ettikleri yolunda bir genel kabul de var. Düşünce üzerinde­ki, insan ilişkileri üzerindeki emperyalizm zincirlerinin etkisini azalt­maya yönelmiş yoğun, yeni bir yorumlama biçimi ile araştırma girişi­minin ve olaylarla dolu son on beş yılın sağladığı mesafeden dönülüp bakıldığında, Şarkiyatçılık, hiç değilse, kuşkusuz "Batı" ile "Doğu"da birlikte süren mücadelede açıkça saf tutma erdemine sahip oldu.” (Said, 2006:368)

Aslında Said’in umduğu üzere Şarkiyatçılık’ta, yani batının şarkı algılayışı noktasında, (dünyayı şekillendiren gücün politik-ekonomik çıkarlar olduğunu göz önüne alırsak) 21yy.’da da değişen hemen hemen hiçbir şey olmadığını görmek olasıdır. Prof. Dr. Jale Parla Edward Said’in ölümü üzerine kaleme aldığı köşe yazısında, Said’in Şarkiyatçılık üstündeki çalışmalarıyla “dünya edebiyatında hem eleştirel hem de yaratıcı alanda postkolonyal dönem başlattığını” söylemektedir. Ve “artık en azından entelektüel düzeyde, güç söylemleri kolay kolay dinleyici bulamayacağı” belirtir; bu saptama, Said’in “Şarkiyatçılıkın açıkça saf tutması” ümidi ile örtüşmektedir. Fakat, Said 11 Eylül 2001 tarihinden 2 yıl sonra hayata gözlerini yummuştur. Yani, şarkiyatçı düzlemin, ötekinin, tehlikeli Müslüman’ın tarihte daha evvel ancak İslami fetihte tehlikeli olabileceği kadar tedirginlik verici biçimde nitelendirildiği süreci de maalesef görmüştür. Jale Parla, Said’in bir entelektüel olarak acısını hisseder, yazısını şu sözlerle tamamlar: “Bundan sonra güç odaklarının yapabileceği tek şey inanılmayacağını bile bile, ve aslında bildikleri için, yalanlarıyla aynı anda silaha sarılmak olacaktır. Said'in bu son iki yılda ABD'de yaşayıp çalışmaktan yaşamında hiçbir zaman zorlanmadığı kadar zorlandığını sanıyorum.”(7)

İncelememizin son bölümünde bir elimizde bu değişim referanslarını, diğer taraftan da şarkiyatçı ötekiliğin nasıl sistemin en muhaliflerine kadar dünya algısının içine işlediğine değinilecektir.
Theodor Adorno, Kültür Endüstrisini irdelerken genelde sinema endüstrisi, özelinde Hollywood yapımları için sıklıkla altını çizdiği bir saptamada bulunmaktadır: Kültür Endüstrisi sistemin bekası için statükonun belirlediği ideolojileri yeniden üreterek, bu ideolojilerin izleyicilerin beynine kazınması için benzer temaları ve görsellikleri tekrar ederler. Ve bazen en sistem dışı, en muhalif olduğunu iddia eden sinemacılar bile, farkında olmadan içselleştirdikleri bu ideolojik kodlarla hareket ederler. Bu noktadan hareketle, incelememizin bu son bölümünde David Cronenberg yönetmeliğinde 2007 yılında çekilen Eastern Promises (Şark Vaatleri) filminde yer alan içselleştirilmiş şark imgelerinin (Said’in de belirttiği noktaları göz önünde bulundurarak) kullandığı sahneler ele alınıp, şarka atfedilen kavramlara görselleştirilmesine değinilecektir. “21yy.’da batının Şarkiyatçı bakış açısında değişen bir şey yoktur” iddiasına cevap aranacaktır.


Makalenin devamı için tıklayınız>>>


Dipnotlar:
(4) Mehmet Kaman, Entelektüel'in Ölümü: Edward Said; http://www.40ikindi.com/muzik/oku.php?id=241

(5) Dr. Ulaş Başar Gezgin Edward Said’in ‘Kültür Ve Emperyalizm’ Kitabı Üzerine, İzinsiz Gösteri, Sayı 149 / Haziran-Temmuz 2007 http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi149/ulas.basar.gezgin_149.html

(6) http://www.karakutu.com/News835/-bizden-adam-olmaz-uzerine-kendinden-nefret-eden-ulke

(7) JALE PARLA, ‘Şarkiyatçılık'la çığır açtı’, Radikal Gazetesi, 03/10/2003 tarihli Kitap Eki’nde çıkan köşe yazısı. İstabul:2003 Doğan Medya http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=2216

KAYNAKÇA

Bernusconi, Robert “Irk Kavramını Kim İcat Etti” , Haz. Zeynep Direk, İstanbul : Metis Yay 2007.
Parla, Jale Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik İstanbul: 2005 İletişim Yayınları
Schnapper, Dominiqe “Sosyoloji düşüncesinin özünde öteki ile İlişki”, çev. Ayşegül Sönmezay. İstanbul : İstanbul Bilgi Üniversitesi , 2005.
Said, Edward W “Şarkiyatçılık” Çev. Berna Ünler, İstanbul: Metis yay. 2006
Taş, Mehmet Avrupa'da Irkçılık, Göçmenler ve Aşın Sağ Partiler İstanbul: İmge Kitabevi Yayınları, 1999
Thedor W.Adorno ‘Kants, “Kritik der reinen Vernunft” Suhrkamp, 1995 (derleme çeviri ) Cogito Dergisi Çev: Mine Haydaroğlu sayı:41-42, İstanbul: 2005; Yapı Kredi Kültür Sanat Yay.

İnternet Siteleri
http://www.tdk.gov.tr
http://www.40ikindi.com/muzik/oku.php?id=241
http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi149/ulas.basar.gezgin_149.html
http://www.karakutu.com/News835/-bizden-adam-olmaz-uzerine-kendinden-nefret-eden-ulke
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=2216

Hiç yorum yok: