17 Aralık 2006

Banu Avar’ın Tarafsız Televizyon Gazeteciliği

11 Aralık 2006 pazartesi akşamı TRT1 kanalında yayınlanan ve İsveç-Nobel-Orhan pamuk "üçgeni"ni(!) ele alan Sınırlar Ötesi programı gösterildiği hafta, hem ulusal hem uluslararası basında tabir-i caizse kıyameti kopardı. Programa verilen eleştirel tepkiler ve yayını incelemeye alma kararı, geride bıraktığımız günlerde “sanal” kamuoyunun anket konusuna, ve akabinde büyük bir destek kampanyasına dönüştü.

Her iki tarafında –hem lehte hem aleyhte- tepkisinin büyüklüğü düşünüldüğünde, bu tartışmaya kayıtsız kalamadım. `Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak`tan her daim kaçındığım için, kaçırdığım programı buldum ve seyrettim. Baştan belirtmek isterim ki amacım Banu Avar’ı karalamak değil; sadece gözüme ister istemez takılan, takılmaktan fazla kulağımı tırmalayan ifadeleri objektif olarak dile getirmek. Belki de Banu Avar’ın, ya da Türk vatanseverlerinin yeterince objektif olamadıkları gibi.


Sınırlar dahilindeki ifade özgürlüğü, demokratik dediğimiz bir sistemde elbette var olmalı ama tarihi gerçekleri sunuyoruz diye, kendimizi sütten çıkmış ak kaşık pozisyonuna getirip, olguları saptırmamak gerek. Hakkında soruşturma başlatılan program önce Alfred Nobel’in sağlığında dinamitin ve silahlanmanın nasıl da babası olduğuyla başlıyor ve barış ödülü dağıtmakla açıkça suçlanan İsveç’in halen silah gelirleriyle refah bir yaşam sürdüğünün altı çiziliyor. Bakınız, sosyolojide iktidar üstüne yapılan tanımda şöyle der: iktidarın (ve dolayısıyla sermaye gücünün) cinsiyeti, ırkı, dili, dini-imanı yoktur! 1800’lerde İsveç’teki Alfred Nobel tarafından değil de, Osmanlıda Yeniçeri Ocağı’nda ya da Nizami Cedid’de ilk dinamit icat edilseydi, Osmanlı eline geçirdiği güçle yıkılır mıydı acaba? O zaman Osmanlı silahlanmanın devi olurdu; dünya barışı da emin olun Condoleezza Rice’ın umursadığı kadar gündemimizde olurdu. Doğru politikalar güdülebilseydi zaten zamanında bayrak diktiğimiz petrol rezervlerini kaptırmaz, okyanuslara açılıp sömürgeleşmeyi kuramamış olsak bile, sanayi devrimde gardımızı alabilirdik. Ama olmadı, tarihin ibresi bir şekilde bizden yana dönmedi. Tartışmamız bu değil, ama zamanında bir güç elde etmiş devleti büyük sermaye piyasalarının oyuncusu diye suçlayana da gülerler bu saatten sonra. Olsa aynısını tereddütsüz biz de yapardık. Biraz siyaset bilimi okuyanlar ne dediğimi çoktan anlamışlardır zaten.
(Ara not: Tekrar belirtmek isterim ki yazılanlar objektif bir analiz ve yorumdur. Şahsen silahlanma devi olmayı, Irakta ölen çocukların kanlarına karışan petrolle F1 düzenlemeyiövmüyorum. Ama sermayeler arasında belli ve en azından bizim değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceği koyulmuş kurallar var. Ve maalesef bu kurallar tam da böyle işliyor.)

Dahası bize özgürlük, demokrasi, eşitlik vs. dersi vermeye bayılan Avrupa’nın iki yüzlülüğü 2004 Nisan’ında Kıbrıs’ta yapılan Annan planı oylamasından beridir, ayan beyan ortadadır. En azından 3 Ekim’den beri TV seyredip haberlerde, sözüm ona müzakere sürecini biraz takip etmiş olan her aklı selim insan adamların çifte standardının farkındadır.

Bu yüzden Banu Avar’ın yaptığı röportajlar zaten bildiğimiz bir gerçeğin bir televizyon gazetecisi tarafından görsel tasdikinden öteye geçmemiştir ki, İsveç toplumu üstüne yapılmış sözüm ona sosyal tespitler beni sinirden ziyadesiyle güldürmüştür. Kendisi Türkiye, hadi daralttım İstanbul sokaklarında, hiç yürümemiş gibi gidip İsveç sokaklarında, gayet acemice ve sahte duran sosyal saptamalar yapmaktadır.

Üst seviyede alkolizm ve bireylerde delilik varmışmış. Gençlerin hayat hakkında bir yorumu veya umudu yokmuş muş. Okulda ve ailede gayet disiplinsizlermişmiş. Bak sen görüyor musun Türkiye’ye ders vermeye çalışan İsveç’in halini? Kameranın çekimi de gayet kurnazca: Bir meydanda açık hava konserinin yapılacağı bir sırada, alana toplaşan saçları renkli punkçıları, piercingli metalcileri çekmişler. Kameraya da dil çıkartıp el sallıyor çocuklar. Cık cık cık, gençliğin haline bak… (Hayır, madem böyle kurnazca bir çekim yapıyorsun, kapana fare kıstırmış gibi, konser alanı olduğunu belli edecek görüntüleri kes bari. Kes de hepimiz İsveç nüfusunu sert müzik dinleyip, siyah giyen gençlerden ibaret sanalım.)

Sürç-ü lisan edersem affola, sizi bilemem ama ben aptal yerine konacak TV seyircilerinden değilim. Banu Avar’ı tanımam; programını da Avrupa hayranlığının etkisiyle değil, tam tersine, bir ihtimal suiistimal ve çarpıtma olmadan ‘milliyetçi duygularıma hitap edebilir’ umuduyla seyretmeye başlamıştım.

Sonuç olarak tek bir çatı altında birleşen iki sorum var: Bu mudur “Türkiye’ye hakaret ederken, bu adamlar Orhan Pamuk’a neden ödül verdiler, ekranlarınıza getireceğiz, gerçekleri göstereceğiz sayın seyirciler!!” tarafsızlığı.. Bu mudur bir takım belgelere dayandırılarak çekilen aydınlatıcı belgesellerin televizyon gazeteciliği…?Başka sözüm yok hakim bey. Kafanızda soru işaretleri oluştuysa Ne Mutlu Bana…