27 Eylül 2010

Bir "Sonbahara Merhaba" ve Round-Up Yazısı!


Yapış yapış bir yaz bitti ve nihayet yağmurları, ince hırkalarıyla sonbahar girdi. Her zamanki gibi yazacak çok şey birikti. Bugün pazartesi ve geçen hafta sonundan kalan gazete ekleri masamın sol yamacında hala kendileri ile ilgilenmemi bekliyorlar misal. En azından Filmekimi özel sayfasını hazırladım, içim huşuu ile dolu artık.


Sinema Cephesi

Sonbaharı iyi film sezonu açıldığı için seviyoruz ama bu yaz romantik, komedi konsepti dışında iki iyi yabancı film sinema perdesinde boy gösterdi. Biri tahmin ettiğiniz üzere Christopher Nolan’ın Inception’ı, diğeri de psikanalitik sinemasının üstadı Lars von Trier'den gelen Anti-Christ. Inception için bir-iki seyirci beklentisi dışında edecek laf bulamamışken, Anti-Christ, (bence anlamdışı çevirisi ile Deccal) filmi için bütün sığlığım ve aslında temiz hislerim ile “Allah belanı versin Trier!” demiştim. 

Sanırım Trier’in de seyircisine söylettirmek istediği tam da buydu: “Öyle bir film yaptım ki patlamış mısırınız ve kolanızla o rahat rahat oturduğunuz sinema koltuğunda ağzınıza sıçacağım, psikolojinizi allak bullak edeceğim!” Tabii feminist film eleştirisi çerçevesinden söylenecek şeyle var ama Trier’in hangi filminde kadını objeleştirmeden, ona feminist hakkını teslim ederek yaklaştığını gördük ki Deccal için “Anti-christ değil, anti-feminist bir film bu!” eleştirisini getirelim. 
Adam kadın imgesini sevmiyor, kadınlara kör kuyuların en dibini layık görüyor azizim, ne yapalım yani? Trier’e hakkım olmadan “Sensin pis anti-christ!” diyor ve görselliğini bu kadar üst seviyede sinema seyircisinin gözüne soktuğu için ister istemez kıskanıyor ve çemkiriyorum:)


Inception, Başlangıç için ise son sözüm şudur, filmi seyrettiğim geceden beri rahat uyku uyuyamıyorum, çok sağ ol Nolan! Bir de keşke son sahnede Cobb’un (Leonardo DiCaprio) karısı Mal (Marion Cotillard) yerine aslında karısının ona çok benzeyen ama başka bir kadın olduğunu görseydik bir aile fotoğrafında veya başka bir yerde. O zaman “Sen benim karım değilsin, kafamda yarattığım Mal’sın” sözü de cuk yerine otururdu gibime geliyor. Yönetmen Christopher Nolan’ın bu eleştirimi ciddiye alacağını ve bir sonraki filminde göz önünde bulunduracağına inancım sonsuz. 

Müziğe doyduk!

Yaz boyunca başka neler neler oldu? Tabiri caizse yabancı rock ve metal müzik camiası Türkiye sularında esti gürlerdi, Ne Megadeath’i ne U2’su kaldı, ne Kreator’ı ne Cranberries’i görmediğimiz. Canlı ‘baba konserlere’ aç bu toprakların evlatları, “ah bi de Iron Maiden geleydi” diye diye headbang’e doydu bu yaz. Ben ise ancak 3 günlük Sonisphere festivalinde boy gösterebildim. Bol bol içtim, avaz avaz bağırdım, saçlarımı oradan oraya savurdum, darısı 2011’in başına. 

Bu hafta ise malum Karanlıklar Prensi Ozzy Osbourne ile rock müziğin bence gerçekten efsanesi Scorpions şenlendirecek semalarımızı. Koluma hayatımın erkeğini, aldığı doğum günü CD’si beni ergenliğimde Scorpions ile tanıştırmış olan babamı takıp, Küçükçiftliği’n ve doyumsuz müziğin yolunu tutacağım.



Yazın Cephesi
Yaz boyunca yaşanan politik senaryolara hiç değinmeyeceğim, fakat yazın cephesi politikayı aratmayan bir hareketlilikle Hanefi Avcı Haliç'te Yaşayan Simonlar ve Ergün Poyraz Takunyalı Führer adlı eserlerini bize kazandırdı. Gerçek edebiyat soruyorsanız, Ferit Edgü'nün bütün öykülerini bir araya topladığı 'Leş' ve Nobelli romancımız Orhan Pamuk’un “Manzaradan Parçalar” , Karl Olsberg’ın Sistem’i ve ve Stieg Larsson’nın kızları ile geçen bir yazdan sonra eylül ayını renklendiren kitaplar olarak raflarda yerlerini aldı. Pamuk'un NTV'den Banu Güven'e verdiği röportaj iki parça halinde Türk okuru için yazıyorum ve Yeni romanım bir bozacı hakkında adreslerinden seyredilebilir.

Organik Bal!

Siz bu yazıyı okurken 17. Adana Altın Koza Film Festival’inin de sonuçları açıklandı. Semih Kaplanoğlu’nun kendi ülke seyircisi tarafından zor idrak edilen üçlemesinin son filmi olan Bal, hem En İyi Film dalında altın kozayı kucakladı, hem de Siyad En İyi Film Ödülü’ne layık görüldü. Ödüller arasında bir diğer dikkat çeken film ise Selim Demirdelen’in yönetmenliğini yaptığı “Kavşak”. Bu Cuma (1 Ekim 2010) vizyona girecek olan film dört dalda En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Müzik ve Umut Veren Erkek Oyuncu Ödülü’nü evine götürdü. Yerli bir sinema yapımı için vizyon tarihinden birkaç gün önce, bu kadar ödüllü takdirden daha güzel reklam ve tanıtım olamaz herhalde. Merakla bekliyor ve kapanma eşiğinde olan sinema salonlarından birinde Kavşak’ı izlemeyi umuyorum. Adana’dan bolca ödülle dönen yapımlardan biri de Onur Ünlü’nün Beş Şehir’i. Bu filmi maalesef gösterime girdiğinde vizyonda yakalayamadım ama En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödüllerine layık görüldüyse bu filmi en azından oyuncu performansı için bile seyretmeye değer diye düşünüyorum.

            Fazlaca gecikmiş bu yazıyı sakız gibi daha fazla uzatmadan, 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nde geç kaldığım her şeyi ucundan da olsa yakalamak için kendimi sokağa atıyorum.
Tekrar hoş gelesin sonbahar, güzel filmler ve kitaplarla gelesin :)

Hiç yorum yok: