27 Şubat 2008

Başımıza Sarılan Bela..

Şubat 2008 itibariyle Türkiye coğrafyasının en önemli, baş meselesi...



"Yazmak, tarihe not düşmektir", der edebiyatçılar. Yazmak tarihe iz bırakır; çoğu zamanda vakti zamanında yazılanlar yıllar sonra tarihin bi-zati kendisi olur, çıka gelir. Buaralar da gümbür gümbür bir Türkiye tarihi yazılıyor farkında olarak ya da olmayarak. Türkiye geleceğin tarih kitaplarına geçecek üç cümlelik, bilemediniz bir paragraflık şanlı tarihinde olası bir iç savaşın ön provasını yapıyor. "Türkler büyük millettir! Ne demek bir paragraf!" sernezinişinde bulunmayın hemen. Koskoca Atilla'lar, Mete Han'lar (hani Orta Asya'dan yaldır yaldır gelenler..) ancak bir kaç sayfa yer bulabildiler kitaplarımızda şanlı imparatorluklarıyla..



Her ne ise, kendi konumuza dönelim. Efendim Türkiye'nin tarih yazdıracak en önemli sorunu aşağıdaki fotoğrafta gördüğümüz genç kızdır:


18 yaşından büyük olarak, istediği her yere kendi kendine gitme ve girme hakkı olan bu genç kızımızın ismi : Şule Gökçek . Ama nedense 26 Şubat 2008 tarihi itibariyle babasının escort'luğunda okuduğu üniversitenin kapısına dayanma gereği duymuş. Muhtemelen sabah evden çıkmadan evvel, saç tellerine sıkı sıkaya bağlı olan namusunun bekçisi babasının verdiği "Kimse önümüzde duramaz!" gazı ile bağlamış türbanını. Üniversiteye de, muhtemelen oy verdiği ama şuan kendisi de dahil tüm halkı ekonomik bir krize çaktırmadan sokan iktidarının ve onların milli(!) yardakçılarının "millet istedi, yaptık!" kanununa dayanarak girmek istemiş. Giremeyeceğini bile bile de, kendisi için her türlü kararı vermeye muktedir olan erkek iktidarının mikro boyuttaki kapışmasını seyretmiş oturduğu araba koltuğundan. Olayın ajanslardan geçen metnini, çarpıtılarak verilen haber hallerini ve klavye delikanlısı(?) halkımızın yorumlarını, aşağıdaki farklı sitelerden, "seç, beğen, al" üslubu ile okuyabilirsiniz.

Radikal

Star

Haber vitrini

Haber vakti

Şimdi öncellikle Limonluk olarak en samimi hislerimizle şunu belirtmek isteriz ki, bu kızcağıza ve onun düştüğü, şu kafası karmakaraşık duruma yazık. Hangi oyunlara alet olduğunu bilmeden maskara gibi tüm ajanslara şu fotoğrafının düşmesine ayıp. Onun anlayamadığı yasağın, ya da bazılarının deyişi ile yasakçı tutumun esas nedenini anlatmayanlara, anlatamayanlara da yazık.

Başı bağlı diye hiç kimse eğitim, sağlık, hukuk gibi sosyal haklardan asla mahrum bırakılmamalı ki, örneğin hiç bir devlet hastanesinde, ssk kurumunda çarşaflı kadınların bile size sağlık hizmeti vermiyoruz diye geri gönderildiği duyulmuş, işitilmiş bir olay değildir. Ya da mahkemede görülen bir davada türbanlı, başı bağlı hiç kimseye "türbanını çıkar da gel" denmemiştir. O zaman neden başı türbanlı bir öğrenci ile başı açık bir öğrencinin yanyana okuması bu denli bir kaosa dönüşmüştür? "Laiklik!" diye bağranlar esas dertlerini bir türlü dile getiremediklerinden ve bunu fırsat bilen din tacirlerinin başarılı manveralarından dolayı, üniversitelerde bu kutuplaşmanın önü uçurum misali açılmıştır.

Efendim hastaneye, adliyeye gider bir kamu hizmetinden yararlanırsınız. Tıpkı üniversite, dahil tüm eğitim kurumlarında olduğu gibi. Fakat üniversitenin bir farkı orda siz ne okursanız okuyun, yaptığınız bir tartışmayla, yazdığınız tek bir ödevle, bir tezle dahi bilim üretme sürecine katkıda bulunursunuz. Yani yarın öbür gün, başka insanlara verilecek kamu hizmetinin taşlarını bir bir siz örersiniz. Üniversitenin kurumsal varlığının doğasında bu vardır. Kapağı atıp, köşeyi dönmek değil.

Şimdi türbanın üniversiteye girmesine karşı olanların ürktüğü düşünce şudur: "bu kafa yapısındaki insanlar, dini bir durum üniversitede ve bilim üretme sürecinde var olursa, yani kapı bir kez aralanırsa, bununla kalmayacaktır, isteklerin arkası mutlaka gelecektir. Dini oluşumlarla üniversitelerde tarafsız, nesnel tartışma ve bilim üretilemesi mümkün olamaz." Örneğin, üniversite de dahil herhangi bir eğitim-öğretim kurumunda "Ezan saatlerine göre dersler düzenlensin" diyemezsiniz. "İçerde mescit olsun, dersten çıkıp, namaz kılalım" diyemezsiniz. "Ramazan da kantin, yemekhane kapansın! İftar saatinde ders olmasın" hiç diyemezsiniz. İşte bu olası, ve hali hazırda olan talepler, din düzenine göre bir kamu kurumunun işleyişini düzenlemek demektir, ve evet Laiklik ilkesiyle tamamen zıttır. Öte yandan ibadetin İslamın gündelik hayatının çok içinde olduğunu söyleyerek, dini inancı suçlamak da ayrı bir kutuplaşma sebebidir, ve dindar insanları hiddetlendirecek oldukça yanlış bir yöntemdir.

"Dini kapıda bırak, öyle gel." demek sadece 'türbanını çıkart' demek değildir, ki bu görünüş konusunda erkek öğrencilere hiç bir ayrımcılık uygulanmadığı defalarca belirtilmektedir. Bilimsel üretim süreci dini kıstaslarla yapılamaz. O zaman ortaya çıkan tek şey satın aldığınız teknolojiyi İslama uyarlayıp her teknolojinin "İslami" versiyonunu piyasaya sürmek olacaktır ki İran'da üretilecek İslami otomobiller bunun iyi bir örneğidir.

Unutulmaması gerekir ki dinin alet edildiği siyaset de bir bilimdir; aksi takdir de siyaset bilimi diye bir bölüm konmazdı üniversite programlarına.

Oldukça kişisel not: Bu yazının yazarı olarak bilinmesini isterim ki, ramazanda oruç tuttuğum bir öğretim yılında ezan saat 5'te okunuyordu ve ben o gün saat 6'da bitecek olan bir dersteydim. Ön sırada da benden daha da dindar olan, ve derste anlatılan konuyu daha önceden de bilen, bir erkek arkadaşım oturmaktaydı. Ezan sınıfa duyulmazdı, ama saati geldiğinde iki bisküviyle orucunu açtı; ikimiz de yemek yemek için dersin bitişini bekledik. Ve benim bilmediğim başka kaç insan niyetliydi o gün Allah bilir. Ben o akşam saat 7'ye gelirken bozdum orucumu. Dersi anlamaktan da geri kalmadım, 2 saat daha bir şey yemediğim için incilerim dökülmedi, zafiyet geçirmedim; iftar saatine ders koyanlara da küfretmedim. Zira o ders programı 3-3,5 aylık düzenlenir ve sadece 4 gün, o ders ile iftar saati çakışır. Devlet ibadet edebilme özgürlüğünü güvence altına alırken, dini vecibeni yerine getirmen için tüm sistemlerini sana uyarlamak zorunda değildir; olmamalıdır.

İbadet bireyseldir, devlet yönetimi biçimi değildir. Devlet yönetimine dönüştürmeye çalıştığınızda işte bu siyasi bir emeldir; kullandığınız her şey de siyasi simgedir. Cafcaflı bir türbanı sımsıkı sarıp, ten rengi çorapla, dizin iki parmak altında etek giyip, kırıta kırıta alışveriş mekanlarında yürümek savunulan dini vecibenin hiç bir yerine oturmamaktadır. Bu milletin atasözleri çok sevelesidir: "Bizim gelin bizden kaçar, başını örter kıçını açar." diye hangi öngörülü atamız demişse çok iyi etmiştir. İşte laik olmakla suçlanan(!) insanlar türbanın dini vecibe derken bu şekilde kullanılmasına tilt(!) olmakta, bu savunma ile de siyasi simgeye dönüştürülüp, çağdışı yönetim mekanizmalarının önünü açılmasından endişe etmektedirler. Ve endişelerin de haksız da değildirler.

Umarım, anlatmak istediğimi, biraz dallı budaklı ve iç içe geçmiş örneklerle olsa da anlatabilmişimdir.

5 Şubat 2008

Veronique’nin İkili Yaşamı Filminde Müzik Unsuru ve Müziğin Kullanılması


Giriş

Bu makalede incelemeye alınan, besteci Zbigniew Preisner’in Double Life of Veronique /Veronique’nın İkili Yaşamı filmi için bestelediği müziklerin filmde kullanıldığı düzen ve Filmin başlıca öğesi olan bu müziklerdir.


Double vie de Véronique, La (1991)
(La Double Vie De Veronique)


Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Senaryo: Krzysztof Kieslowski, Krzysztof Piesiewicz
Oyuncu: Irène Jacob, Claude Duneton, Wladyslaw Kowalski , Jerzy Gudejko, Sandrine Dumas, Lorraine Evanoff
Müzik: Zbigniew Preisner
Yapımcı: Leonardo De La Fuente
Kurgu: Jacques Witta
Kostüm Tasarımı: Laurence Brignon
Görüntü Yönetmeni: Slawomir Idziak
Ödüller: 1991 Cannes En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ve
Pipresci Ödülü
1991 LAFCA En İyi Müzik Ödülü : Zbigniew Preisner




Senoryosu Krzysztof Kieslowski & Krzysztof Piesiewicz ikilisi tarafından yazılmış ve 1991 yılında Kieslowski tarafından çekilmiş olan Véronique’nın İkili Yaşamı, hayatları paralel seyrederken, birinde ötekinin hayatını etkileyecek bir kırılma yaşayan Véronique isminde iki kadının masalsı öyküsünü anlatmaktadır. Filmde her iki Veronika karakterini de, daha sonra Kieslowski’nin Üç renk Üçlemsinden Kırmızı (Red- 1995) filminde de başrolde oynayan Irène Jacob canlandırmaktadır. Polonyalı karakter Weronika, Fransız karakter ise Véronique ismiyle anılmaktadır.
Filmdeki müzik kullanımının incelenmesinden önce besteci Zbigniew Preisner’den ve yönetmen Krzysztof Kieslowski ile ortak çalışmalarından bahsetmek yerinde olacaktır.

1955 yılında Polonya doğumlu besteci, Zbigniew Preisner Krakov Üniversitesinde tarih ve felsefe eğitimi almıştır. Müzik olan özel ilgisi onu farklı çalışmalara yönlendirmiş ve Elzbieta Towarnicka ile tanışmıştır. Kendi kendini yetiştirebilen bestecilerden olan Preisner, müziklerinde, özellikle romantik dönem Polonyalı bestecileri Paganini ve Sibelius'un ezgilerinden etkilenmiştir. Müzikte "melodi" üzerinde özellikle durmaktadır ve modern müziğin melodiden yoksun olduğunu düşünmektedir.

Günümüzde Polonya’nın en önde gelen film müziği bestecilerinden olan Zbigniew Preisner, Polonyalı yönetmen Krzystof Kieslowski ve Preisner 80lerin ortalarında, Preisner'in Antoni Krauze'nin filmi "Weather Report" için müzikler yazdığı sıralarda tanışmırlardır. Preisner, ticari sinema sisteminden farklı olarak, müzikleri film henüz senaryo yazımı aşamasındayken yazmaktadır ve genellikle çekimlere de katılır. Genelde müzik ve senaryo beraberce etkileşerek oluşturulur ancak çekimleri tamamlanmış filmler için de müzikler yaptığı olmuştur.
Yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin Dekolog serilerinden itibaren film müziklerini tümünü, (Dekalogs (1-10), A short film about love, A short film about Killing, The Double Life of Veronique, 3 Colours: Blue, White, Red) Zbigniew Preisner bestelemiştir. Özellikle, "The Double Life of Veronique"(Veronique'in çifte yaşamı) Preisner için bir dönüm noktası teşkil eder; filmin ve müziklerinin büyük başarısı Zbigniew Preisner isminin dünya çapında duyulmasını sağlar.
İkili Kieslowski nin 1993’te ölümüne kadar sadece iş arkadaşı değil, derin bir dostluk da geliştirmişler. Hatta öyle ki Preisner’in Kieslowski anasına itafen “Requiem for my friend” (arkadaşıma ağıt) isimli bir albüm daha yapmıştır .

Her ne kadar Preisner'in ismi Kieslowski'nin filmleri ile anılsa da, Louis Malle, Agnieszka Holland ve Antoni Krauze gibi isimler için de çeşitli film müziklerine imza atmıştır. Bunlar arasında, At Play In The Fields Of The Lord (Hector Babenco), Damage (Louis Malle), When A Man Loves A Woman (Luis Mandoki), The Secret Garden(Agnieszka Holland),ve Fairytale: A True Story (Charles Sturridge) gibi örnekler sayılabilir.

Aldığı pek çok ödülün arasında 1997 yılında Berlin Film Festivalinde Gümüş Ayı, Fransız Film Akademisinden iki adet César ve 1991-1992-1993 yıllarında Los Angeles" eleştirmenler kuruluşundan "yılın en iyi film müziği bestecisi" ödülleri de vardır. Fransız Film Akademisinin üyesi de olan sanatçı, Polonya Dışişleri Bakanlığınca Polonya Kültürünü yurtdışında tanıtımına katkılarından dolayı ödüle laik görülmüştür.

Preisner bugün halen Polonya Krakow'da yaşamaktadır, ve film müzikleri çalışmalarına devam etmektedir.

Öte yandan Krzysztof Kieslowski’nin yaşam öyküsüne de kısaca değinirsek, 1941 Varşova doğumlu Polonyalı sinemacı, yönetmen, senaryo yazarı Kieślowski gençliğinde Łódź Ulusal Film Okulu'na 3. Başvuruşunda kabul edilebilmiştir. İlk olarak belgesel filmler yapan Kieslowski nin ilk belgeselleri, kent sakinlerini, işçileri ve askerleri konu edinmiştir. Kendisiyle yapılan bir röportaj da insanların özel hayatlarına kameramla burnumu soktuğumu fark ettiğimde artık onların mahrem alanındaydım ve özgür değillerdi. İnsanlar doğal hareket etmeyince belgeslesin bir anlamı yoktu. Bu belgeseli bırakmamın nedenlerinden biri oldu demektedir.

Belgesel sineması sonraki filmlerinde, anlatılamayan insan duygularını anlatmayı kendisine hedef seçmiştir. Ve böylece sineması mistik bir felsefeyi izlemeye başlar. 80’lerden sonra senaryolarını Krzysztof Piesiewicz ile beraber yazdığı Dekologlar ve bunların içinden çekilen Aşk Hakkında Kısa Bir Film, Öldürüme Hakkında Kısa Bir Film Kieslowski'nin bu son mistik evresinin ürünü olan filmlerdir. Dekalogları, 91 Veronika'nın İkili Yaşamı, 93-94 yıllarında da Üç Renk (Mavi, Beyaz ve Kırmızı) üçlemesi takip etmiştir.


FİLM MÜZİĞİ İNCELEMESİ

Double Life of Veronique ‘SOUNDTRACK’ Album

1. Weronika
2. Veronique
3. 'Tu Viendras'
4. L'enfance
5. Van Den Budenmayer Concerto En Mi Minuer (SBI 152) Version De 1798
6. Veronique
7. Solitude
8. Les Marionnettes
9. Theme: 1re Transcription
10. L'enfance II
11. Alexandre
12. Alexandre II
13. Theme 2e Transcription
14. Concerto En Mi Instrumentation Contemporaine No1
15. Concerto En Mi Instrumentation Contemporaine No2
16. Concerto En Mi Instrumentation Contemporaine No3
17. Van Den Budenmayer Concerto En Mi Minuer (SBI 152) Version De 1802
18. Generique De Fin



Albümde 18 parça görünmesine karşın filmin ana ekseni etrafında dönen çok belirgin tek bir parça vardır. Ne besteci Presiner’in ne de yönetmen Kieslowski’nin filmlerde müzik kullanma yöntemi alışılagelmiş kalıplarda olmadığından dolayı, “bu müzik bizde şunu uyandırsın, şöyle gerilim yaratsın” şeklinde yorumlarla filmi ve müziğini okumamız çok olası değildir; çünkü, bu filmin müziği, filmde konuşulan dili anlamasanız (ve elinizde alt yazı olmasa dahi) filmi anlamanızı sağlayacak kadar önplandadır.


Filmdeki her iki başkarakterin de profesyonel meslekleri müzik üstünedir. Muhteşem güzellikte bir sese sahip olan Polonyalı Weronika, kalbinden rahatız olduğunu bildiği halde, teyzesini ziyarete gittiği tatilinde, (filmde adı verilmeyen fakat önemli olduğu seyirciye gösterilen) bir orkestranın solist seçmelerine katılır; ve seçilmesi muhtemel adayları geride bırakarak, konser için seçilir. Fakat, daha henüz ilk sahne performansında, kalbine yenik düşer. (Kieslowsky daha önceki sahnelerde Weronika’nın arahatsızlığı olduğunu çeşitli ipuçlarıyla vermektedir.)
Fransız Veronique’in de, aynen ‘ikizi’ Veronique gibi tanrı vergisi bir müzik yeteneği ve sesi vardır. Fakat Polonyalı Weronika’nın ölümünü aynı anda mistik bir biçimde hissettikten sonra, bir daha solist olarak çalışamayacağını ses hocasına bildierek, daha sakin ama gene müzikle ilgili bir iş olarak, ilköğretim öğrencilerine müzik öğretmenliğine başlar. Film bu noktadan itibaren sadece ikinci Veronique’in hayatı üstünden, onun yaşadıklarında ve ikilemlerinde birinci Weronika’nın etkisini hissettirerek, devam eder.

Filmde, birinci Weronika’nın ölümü esnasında sahnede en yüksek noktasına ulaşan müzik, filmin devamında asla susmaz. Bu bölümde çalınan konçerto (Van Den Budenmayer Concerto En Mi Minuer (SBI 152) Version De 1798), daha önce Dekalog serilerinde Kieslowski’nin ve Preisner’in yarattığı bir karakter olan ‘Van Den Budenmayer’a atfedilmiştir. (İkinci Veronique’den, Budenmayer’ın, 17yy. da yaşayan fakat yeni keşfedilmiş Polonyalı bir besteci olduğunu öğreniriz.) Farklı kaynaklarda yapılan yorumlarda Van Den Budenmayer, Presiner’in alter egosu olduğu ortak bir dille söylenmektedir.

Filmde, birinci Veronique’ın sesinden ilk kez 11. dakikada duyarız bu konçertoyu. Müzik provalarında, kendisini tutamayıp giriş yapması, onu solist elemlerinde konser için seçilmeye kadar götürür. Konser esnasında da aynı konçertoya flütle giriş yapılır (time code 23:20). Sonrasında gelen (23:25) Weronika’nın çığlığı andıran yüksek oktavlı sesi, filmin ilerleyen sahnelerinde, 2. Veronique’nin hayatındaki önemli anlarda, belirgin olarak yeniden duyulacaktır. Birinci Weronika müzik tüyleri en diken diken ettiği anda yere yığılır. Müzik durdur (time code 26:21). Bu dönüm anıyla birlikte, müzik sadece film müziği olmaktan çıkıp, filmde Veronika’lar ile baş rolü paylaşmaktadır.



Daha önce belirtildiği gibi, bu noktadan sonra ikinici Veronique’in hayatına geçeriz. Filmin bundan sonraki sahnelerinde sürekli birinci Weronika’nın konçertotaki o tüyler ürperten sesi etkin rol oynamaktadır. Örneğin, (timecode 30:47) İkinci Veronique erkek arkadaşıyla seviştikten sonra, neden olduğunu bilmeksizin kendi kendine ağlarken, seyirci birinci Weronika’nın hayal meyal görüntüsüyle birlikte, fonda onun ölmeden önceki son sesini duyar. Kieslowski bu sahne ile, ikinci Veronique’in, Polonyalı adaşının öldüğünü bir şekilde hissettiğini anlatmak istemiştir.





Filmde kulağa en çokçarpan müziklerden bir diğeri ise Les Marionnettes adlı parçadır. (bu parça ayırca DVD versiyonda jenerik müziği olarak da kullanılmıştır.) İkinci Veronique’in çalıştığı okula bir kukla gösterisi gelir. (Time code 33:35) Müzik kutusundan çıkan bir balerin kuklasının dansı (ve sahende ölümü) eşliğinde bu parçayı dinleriz. Sanki, dans eden balerinin kırılganlığını anlatmak için kullanmış bir müzik hissi vermektedir Preisner. Filmin oldukça etkileyici sahnelerinden biri olan bu sekansta, İkinci Veronique sahne arkasındaki kuklacıyı, duvardaki aynadan izlemektedir. Simgesel olarak da pek çok şey anlatıldığı bu sahnede, kukla gösterisinde ölen balerinin üstünü başka bir kukla örter; ve sanki, ölen bu kukla birinci Weronika’dır ve yeniden canlanarak bir kelebeğe dönüşür. İşte bu anda, kuklacı Veronique’nın kendisini aynadan izlediğini fark eder. Aynı anda müzik de değişir, fonda tekrar birinci Weronika’nın seinden Van Den Budenmayer’i duyulur.

Konçertonun gizemli bir şekilde kullanıldığı başka bir örnek de, birinci Veronique’in kukla gösterisinin olduğu günün akşamı, evinde yatarken gösterilen sahnedir. Telefonla arayan meçhul ses birinci Weronika’nın sesiyle, aynı konçertoyu Fransız Veronique’e dinletir. (Time code 40:05) İlerleyen günlerde, okulda verdiği ders sahnesinde, bu sefer Veronique, kendi sınıfında öğrencilere Van Den Budenmayer’ı tanıtarak bu parçayı çaldırır. Aynı derste kendi ağzından bu konçertonun Veronique’nin sevdiği parça olduğunu öğreniriz.
Filmin ilerleyen bölümlerinde Veronique’nin ruh halini anlatırken, irkildiğinde, yalnızken fakat yanında birisi var sandığında fondan yavaş yavaş hep bu koncertonun girişi duyulmaktadır.
Sanki ölen Weronique, yaşayan Veronique ile daima beraber yaşamaktadır. Oğuz Onaran’ın da belirttiği gibi bu filmde müzik, müziğin sinema için sayılan başlıca beş görevinden üçünü, tamamen yerine getirmektedir : “(1) Zaman, yer, atmosfer yaratma. (2) Kişilerin ruh¬sal durumlarının altını çizer; söylenmeyen, perdede gösterilme¬yen duyguları anlatma 4) Bir süreklilik sağlama.” Onarın’ın belirttiği diğer iki unsur da şunlardır: “3) Brecht'in de dediği gibi, geride bir süz¬geç görevi görerek izleyicinin dikkatini filmin teknik özellikle¬rinden çeker, böylece izleyici bir film izlediğinin farkına varmaz. (5) Gerginlik yaratır, sonra da bu ger¬ginliği yumuşatır.”

Örneğin Oğuz Onaran “Sinemada Müzik Kullanımı Ve Bir Örnek: Uzak” başlıklı makalesinde, gerilim sahnelerinin ‘gelişinin’ seyirciye verildiğini “Hepimiz gergin bir müzik duyunca tehlikenin yaklaşmakta olduğunu anlarız.” sözleriyle belirtmektedir. Fakat bu filmde, klasik tarzda gerilimi yükseltmek amacıyla müzik çok az kullanılmıştır; bu anlardan biri de, son sahnelerden biri olan Veronique’nin kuklacının evinde, yalnız uyandıktan sonra, evde gezinerek kuklacıyı aradığı sahnedir. Veronique koridorda yürürken, gerilimi artıran müzik seyirciye “Acaba kuklacı nerde? Veronique terk mi etti?” gibi olası sorular sordurur. Müzik yükselir yükselir ve Veronique kuklacıyı atölyesinde bulduğu anda susar. Sorular cevaplanmıştır. Filme bir anlamda damgasını vuran konçerto en son, Veronique babasının evine döndüğünde, girişteki bir ağacı okşarken duyulur (time code 01:30:30) Ve film bu sahne ile son bulur.
Konçertonun hangi dilde yazılmış olduğunu dinlerken anlamak zor olsa da, Kieslowski’nin bu parçada geçen sözlerin İtalyanca olduğunu ve Dante’nin İlahi Komedya adlı eserinden bir parça olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, sözlerine bu detayın tamamen Presiner’in fikri olduğunu ekler:
“Konumuzla aslında şiirin bu kısmının hiç bir ilgisi yok; eski italyaca da söyleniyorlar ve muhtemelen İtalyanların kendisi dahi anlamıyor ne anlama geldiklerini. Ama Preisner için yazdığı müziğin anlamını bilmek önemliydi, kelimelerin gerçekten ne ifade ettiği ve muhtemelen metnin ne anlama geldiği, ona müziği bestelemesi için ilham vermiştir. Biz müzik hakkında çok düşündük. Preisner için, enstrümitasyon melodi kadar önemliydi. Ve eski İtalyaca’nın sesi yansıması ayrıca güzeldi.”

Parçada Dante’den alıntılanan sözler orjinali ve çevirisiyle şu şekildedir:

O, voi chi siete in piccioletta barca,
desiderosi d' ascoltar siguiti:
dietro al mio legno chi cantando varca
ooo......
non vi mettete in pelago,
che forse perdendo me,
rimareste, smaritti,
l'aqua ch'io prendo
gia mai non si corsi,
Minerva spira, e conducemi Appollo,
e nove Muse mi dimostran l’Orse.


Türküler söyleyerek yol alan gemimi,
Dinlenmek için söylenenleri
Küçük bir tekneyle izleyen sizler,
Kıyılarınıza dönün yeniden,
Açılmayın enginlere,
Çünkü ögzden yitirince beni
Yolunuzu şaşırırsınız belki.
Yol aldığım suladan kimse geçmedi,
Minerve rüzgarım, Apollon kaptanım şimdi,
Ayıları’ gösteren, dokuz esin perisi .


Sonuç olarak, müziğin bu alışılmışın dışındaki kalıplarda kullanılması ve başrol oyuncusu kadar etkin bir rol oynaması bu filmi hem anlatım uslubu olarak farklılaştırmış, hem de film müziği albümü (Soundtrack) olarak bestecisinin uluslararsı düzeyde tanınmasını sağlamıştır.

Kaynakça
Kiéslowski, Krzysztof, Kieslowski on Kieslowski / edited by Danusia Stok. London ; Boston : Faber and Faber, 1995.
Pekman, Cem. , Görüntünün müziği müziğin görüntüsü / derl. Cem Pekman, Barış Kılıçbay. İstanbul : Pan , 2004.
Dante Alighieri İlahi Komedya çev. Rekin teksoy İstanbul:1998 Oğlak Yay. Cennet 2. Kanto giriş bölümü

http://www.preisner.com/
http://www.musicolog.com/preisner.asp
http://www.amazon.com/Double-Vie-veronique-Life-Veronika/dp/B00004UJFK/ref=sr_1_1?ie=UTF8&s=music&qid=1202205687&sr=1-1
http://www.karadenizumutradyo.com/