Başrole iki parlak ismi yerleştirdiği Gece filminde Kıral, Vicdan ve Yük’teki gibi kamerayı alt sınıfa, ‘getto’ mahallelere ve ‘baştan kaybedenlere’ çeviriyor gene. İlk başta Süsen (Nurgül Yeşilçay) ve Yusuf’un (Mert Fırat) hastalıklı bir aşkla sürdürdükleri evliliklerine şahit olurken, öykü yan karakterlerle git gide açılıyor, dallanıp budaklanıyor. Anlıyoruz ki yönetmenin tek derdi varoşların ‘var oluşu’ değil; o varoşlara itilen insanların hayatta kalma pratikleri, düzene isyanları ya da isyansızlıkları. Belli ki Kıral’ın anlatmak istediği biri konsomatris diğeri pavyon fedaisi olan bir çiftin sorunlu evliliklerinden birkaç adım daha ötede.
Nihayetinde ülke tarihine çok da parlak sayfalarla geçmeyen ölüm oruçları meselesi, en çok öne çıkan yan öykü olarak önümüze geliyor. Kıral bu hassas konuyu, bir aile dramı içerisine yedirmeye çalışırken, mevzunun özünden ya da söylemek istediklerinden maalesef uzaklaşıyor. Evin küçük oğlu Nihat’ın (Hakan Yufkacıgil) uğrunda hayatından vazgeçebileceği ‘davasının’ politik çerçevesini doldurmakta yetersiz kalan senaryo, sinemada işlenmesi oldukça önemli olan bu meseleyi havada bırakıyor. Oyunculuklar ne kadar güçlü olursa olsun, öykünün cevaplayamadığı sorulardan dolayı seyircinin karakterlerle kurduğu özdeşlik ya da empati, “bile bile lades” ve “kaybeden olmayı seçme” düzleminde yerle bir oluyor.
Erden Kıral, iki seferdir “güzel İzmir” olarak kentlilerinin gururlandığı İzmir’in en görülmeyen varoşlarına iniyor; yine bir İzmir pavyonu “düşmüş ve kalkamamış kadınların” son durağı olarak önümüze geliyor. Gece, Beyoğlu’nun ve Tarlabaşı’nın arka sokaklarına doymuş bir ülke sinematografisi açısından hayırlı ama vaat ettiği hikâyeler ve karakter dönüşümü olarak maalesef tatminden uzak bir yapım.
twitter.com/duygukocabayli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder