3 Ağustos 2007

bir temmuz sonu, bir ağustos başı..

Bu haftadan geriye ne kaldı?
  • Televizyonlarda seçim analizleri temposunu kaybetmiş görünse bile, yorumcular büyük şevkle 'yeni' Türkiye tablosu üstüne konuşmaya devam ettiler. Gazeteler de, bölge bölge hatta il il, seçim oranlarının bir önceki ‘verilere’ göre nasıl değiştiğini incelemeye devam ettiler. Yani, medya işini yapmaya devam etti.


  • CHP, 'neden öyle değil de, böyle oldu?' sorusunu kendisi dışında başka her yere soran bir rapor hazırladı.
  • Cumhurbaşkanlığı makamı sayın Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız arasında bir tevazu mertebesine dönüştü: "Aman azizim, lütfen buyrun." "Çok rica ederim, benden evvel siz, lütfen." Tarihi eski olsa da, Bianet haber sitesinin “Falanca Neden Cumhurbaşkanı olmasın ki?” başlıklı bir dosyası var. Entelektüel kesimden aydınların ve sanatçıların kısa hayat hikayeleri ve neden cumhurbaşkanlığı mertebesine yakışacakları kaleme alınmış. Başlangıç olarak size Yıldırım Türker ile ilgili yazının linkini verelim, gerisini de Limonluk okuyucularının takdirine bırakalım..
  • Borsa, seçim yüzünden geçtiğimiz hafta yaptığı 'çıkış' saçmalamasını, bu hafta 'dış mihraklı' gelişmeler sonrasında dengeledi.
  • Köşe yazarı Ece Temelkuran ortaya bir muhabbet sorusu attı diye kıyamet koptu! (Örtülü-örtüsüz kadın tartışmasına Limonluk'ta değinmiyoruz; merak edenler şu adresten her iki görüşü de detaylıca inceleyebilir.)
  • “Cefakar Türk kadınının önüne bu programları biz dayattık, beyinlerini sulandırdık.” itirafında bulunmadan, tüm kanallar bir doktora öğrencisinin “Türk Kadını ve TV Programları” konulu tezine kilitlendi. Yapılan araştırmaya göre, ev hanımları günde ortalama 5,5 saat TV karşısında kadın programları ve dizi izleyerek zaman geçiriyormuş. İnsanın ‘Bre zındıklar başka ne sundunuz da, Desperate Houswives entelektüelliği bekliyorsunuz Türk ev hanımlarından?’ şeklinde hesap sorası geliyor.
  • Sanatsal mevzularda ise Norah Jones, İstanbul'da yağmur gibi şakıdı; gidip dünya gözüyle dinleyemedik kendisini, biz de mest olanlardan öğrendik..
  • Fakat Limonluk'a göre bu hafta dananın kuyruğu, tecrübeli siyaset yazarı Nuray Mert ve yazarların yazarı, müthiş tespit insanı Perihan Mağden arasında koptu! Perihan Mağden’i sayarız, severiz; cesur(!) yazı üslubuna diyecek sözümüz de yok, fakat kendisini gözü kapalı okuyanlara Nuray Mert’in 2 Ağustos 2007 tarihli Radikal’de yayınlanmış yazısını hararetle tavsiye ediyoruz. Fikirlerini keskin diliyle ifade etmekten kaçınmayan, başörtülü kadınların haklarını savunduğu için ‘laik’ yazarlar tarafından sevilmeyen, fakat ne hikmetse kimsenin gitmeye yanaşmadığı İran ve Suriye’ye giden sayın Nuray Mert, “Perihan Mağden'e açık cevap” başlıklı yazısında bakalım ne diyor :
    “Böyle olmasını istemezdim. Ne de olsa 25 yılı aşkın tanışıklığımız, inişli çıkışlı da olsa dostluk denemelerimiz ve en önemlisi, en azından benim için, çok güzel anılarımız var. Biraz da bu yüzden, satır aralarında atışmaya devam etmek istemiyorum. Devam bir yana, başından beri bu durumdan fazlasıyla rahatsızım.
    Bu tuhaf durumu o başlattığı için, bunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliyorum. Bakın bu tatsız süreç nasıl başladı; günlerden bir gün, kadın kotasıyla ilgili bir yazısını, beni kastettiği aşikâr olan, yenilmez yutulmaz bir ifadeyle noktaladı. Bu konuda ne söylediği, ne savunduğunu doğru düzgün anlatması mümkünken ve de bunu zaten yapmışken, nedense dayanamamış, yazısının sonuna 'Kadın kotasına karşı çıkacak kadar erkek yalakalığına gönül indirenler' ifadesi yerleştirmiş. Malum bu ülkede, kadın kotasına karşı yazı yazan neredeyse tek kadın benim, dahası aynı gazetede yazıyoruz.
    Bu kadar çirkin bir ifadeyle karşı karşıya kalmaktan ne kadar rahatsız olduğumu tahmin edersiniz. Yine de, kendisine isim vererek karşılık vermek yerine, isim kullanmadan, 'Kulaktan dolma bilgilerle siyaset yorumu yapan, böyle terimlerle eleştiri yapar' türünden bir gönderme yapmakla yetindim. Bu kadar tatsız bir atışma, ismiyle ortalara dökülsün istemedim.
    Belli ki çok bozulmuş, cevap yetiştirmek için fırsat kollamış. Ama nedense, durmuş durmuş, salı günkü yazısında, konusu bambaşka bir yazının başında, güya adımı vermeden, sataşma teşebbüsünde bulunmuş. Aslında ben nezaketen 'sataşma' diyorum, kendi deyimiyle 'geçirmiş'.
    Bu saatten sonra, hiç olmazsa, 'Neden üstüne alınıyorsun?' sahtekârlığına sığınmayacağını umut etmek istiyorum. Alışılmış ve artık fazlasıyla sıkıcı deyimleri ile beni tarif ediyor, siyaseten doğrucu olmadığımı, olamayacağımı, 'ilk demokrasi' dersinde çaktığımı falan söylemeye çalışıyor. Siyaseten doğruculuk, siyaset bilimi okumakla, televizyonlara çıkmakla olmuyormuş, vicdan, beyin, hakkaniyet, duygusu, merhamet ve zekânın karışımı olarak doğuştan geliyormuş.
    Kimin neyin ne kadar karışımı olduğunun takdirini okuyuculara bırakıyorum. Derlediği terkip çok yanlış değil kuşkusuz, o nedenle de, ya beyinsiz, ya vicdansız, ya merhametsiz artık nedeni neyse, kendisinin siyaseten doğruculukla alakasının olmadığı, benim için (veya kimin için kurduysa) kullandığı terimle sabit. Üstelik, feminist, üstelik kadın hakları, dayanışması savunucusu iddiasında bir kadın bir diğeri için (veya isterse bir erkek için olsun) 'geçirmek' terimini kullanacak, sonrada, bu kadar çirkin bir erkek jargonu ile bana siyaseten doğruculuk dersi vermeye kalkacak.
    Kusura bakmasın, ama bu dille konuşan ne bir kadınla, ne bir erkekle, ne siyaseten doğruculuğu ne de başka bir konuyu konuşmayı lüzumsuz görüyorum. Şükretsin ki lüzümsuz görüyorum da, kulaktan dolma esintilerle yaptığı siyasi analizlerin perişanlığını ortalara dökmeye girişmiyorum. Diğer taraftan kendisini, Türkiye için ciddi bir kayıp olarak görüyorum, bu kadar keskin bir gözü ve mucize bir kalemi olan biri, bu derece ucuz siyasi gösterilere ve çirkin saldırganlığa tenezzül etmeseydi, çok daha iyi şeyler yazabilirdi diye düşünüyorum. Kendisine, hiç olmazsa bundan sonra, vicdan, akıl, izan ve sükûnet ile davranmayı tavsiye ediyorum. Ha, bir de, olur da kendini tutamazsa, ben yazıyla sataşmakla yetinmeyip, sokak aralarında kıstırıp dövmeye çalıştığı kadın yazarlara benzemem, çevresinde kim varsa, o tür teşebbüslerde bulunmaktan vazgeçirsin.”
    Eh, ama birinin satır aralarına devamlı saygın isimler ‘insert’ eden Perihan Mağden’e cevap vermesi gerekiyordu..Medya magazinciliğimizi de layıkıyla yerine getirdikten sonra, bu haftalık huzurlarınızdan ayrılıyoruz. Buzlu maden suyunuzun içine bir dilim limon atmayı unutmayın!

Hiç yorum yok: