25 Eylül 2007

Televizyon kan tutmaz!

*Bülent Somay

Savaşı olduğu gibi Tsunami’yi de seyirlik yaptı..

Güney Asya'yı vuran tsunami felaketini televizyondan izledik. İzledik, ama felaketi ve dehşeti ne kadar hissedebildik, acıyı ne ölçüde paylaşabildik, tartışılır. Çayımızı, biramızı içerken oturma odamıza kadar gelen, ama içeri girmeyen dev dalgalara ve onların yok ettiği hayatlara sadece seyirciyiz. Hatta "İyi ki orada değiliz!" diye de şükrediyoruz çoğu zaman. Savaşlar, depremler, felaketler, acılar bize televizyonla yakınlaştıkça uzaklaşıyor aslında...


"Televizyon" uzağı görür. Görmekle de kalmaz, bize gösterir. Evimizin içine sokar, hayatımıza katar. Televizyon röntgencidir. Ünlülerin hayatlarını röntgenler, bize seyrettirir; ünlüler de (ama yalancıktan, ama sahiden) bundan yakınır, kamera karşısında yüzlerini elleriyle örter, kameramanları döverler (en azından -miş gibi yaparlar). Başbakan oturma odamızda bizimle sohbet eder, vahşi aslanlar halımızın üstünde çiftleşirler. Oscar kazanma sevincini ve kafası kesilerek idam edilmeyi hep aynı camın gerisinden izleriz. 1991'de televizyon bize koca bir savaşı naklen izlettirdi, bir dizi film, ya da çok uzun süren bir maç gibi. Kahramanlarıyla özdeşleştik, taraf tuttuk. Bitince üzüldük, ama bir süre sonra başka dizi filmlere geçtik, kimimiz Brezilya dizilerine, kimimiz sitcomlara. Bütün bunlar olurken hep bir tek şeye inandık: Televizyon (ama olumlu, ama olumsuz açıdan) uzakları yakın ediyordu bize, dünyayı evimize getiriyordu. Bu görüşü destekleyen medya ve iletişim kuramcıları da vardı elbet. Bu "yakınlaştırma" olumlu bir şey de olabilirdi (kültürel ufukların açılması, doğayı ve "öteki" insanları tanıma gibi), olumsuz bir şey de (zihinsel tembelleşme, emek harcamadan çok fazla şeye ulaşabilir olma gibi).

"Tele-vizyon" uzak görüş demek. Almanlar bu terimi Latinceden kendi dillerine çevirip Fernsehen yapmışlar, bire bir, aynı anlamda. Sanıyorum bazı aklıevvel TDK'cılar da Türkçe’ye çevirmeye çalışmışlardı zamanında, neyse ki tutmadı. Uzağı görmek uzağı yakına getiriyor mu gerçekten? Benim bu konuda şüphelerim var. Brecht, isim babası olduğu "yadırgatma etkisi"ni (Almancada Verfremdungseffekt; daha önce Rus Formalistleri de aynı anlama gelen başka bir terim önermişlerdi: Ost-raneniye), burnumuzun dibine yerleştirildiği için net olarak göremediklerimizi, görebileceğimiz bir mesafeye uzaklaştırmak olarak tanımlar. Hipermetrop bir kültürün insanları olduğumuz için, fazla yakında olanları göremeyiz, kavrayamayız. Görebilmemiz için nesnelerin, olayların belli bir uzaklığa götürülmesi gerekir. Ancak o zaman burnumuzun dibinde olduğu için kavrayamane kadar uzak...dığımız, hissedemediğimiz dehşetin farkına varırız.

Televizyon dehşet geçirmez

Irak'ta savaş oldu, hâlâ sürüyor. îki bin kilometre uzakta, ama hemen üç metre önümüzde. Vietnam'da da savaş olmuştu. On bin kilometre uzakta, ama hemen üç metre önümüzde. Hızlandırılmış tren raydan çıktı, bir sürü insan öldü. Birkaç yüz kilometre bile değil, ama zaten karşımızda duruyor, ekranın içinde. Yanımızdaki mahallede öğrenciler miting yaptı, polis Allah yarattı demeden girişti. Zaten bir kilometre bile yok aramızda, ama televizyonla daha da yakın, odamızda. Her şey aynı mesafede artık, uzaklık farkları kalkıyor, her şey yaklaşıyor, yaklaşıyor, ve bir de bakıyoruz ki, hissedemeyeceği-miz, öfkelenemeyeceğimiz, acıyamaya-cağımız, dehşetini duyamayacağımız kadar uzakta. Televizyon her şeyi aynı uzaklığa getiriyor; aynı zamanda da bir camın arkasına gizliyor, duygu ve düşünce geçirmez bir camın. Bir sarsıntıda, bir dalgada yüz elli bin kişi öldü, daha da ölecek. Önce sözleri duyduk sonra amatör o kadar iyi..kameralar "dehseti" odamıza getirdi. Ne hissettik? Dehşet mi? Hayır onun silik, göz ucuyla görülen bir suretini sadece. 1999 depreminde dehşet hemen burnumuzun dibindeydi. Yakınlarımız öldü, gördüğümüz, tanıdığımız mahalleler yerle bir oldu. Yeterince hissedebildik mi dehşeti? Deprem saatinde uyanık olanlarımız, ya da uyananlarımız, sarsıntı sırasında hissettikleri dehşetle sonrasını, depremin bir televizyon haberine dönüşmesinden sonraki saatlerde hissettiklerini karşılaştırsınlar bir. Televizyon dehşet geçirmez. Ölçülü, temkinli bir acıma ve gene ölçülü bir ürkme hissi, hepsi bu.

Elektronik gayya kuyusu

ABD deprem bölgesine Irak'taki aşağılık savaşını sürdürmek için bir haftada harcadığı paranın üçte birini gönderiyor yardım niyetine. ABD kamuoyu buna aldıracak mı? Bir televizyon görüntüsüne neden aldırsınlar ki? "Geçmiş olsun," deyip geçecekler, geçmiş olacak. Belki New York halkı, daha üç sene önce dehşeti araya televizyon camı filan sokmadan yaşamış olduğu için biraz daha duyarlı olacaktır. Ama yardımın miktarına karar verecek olanlar, yani dünyanın en kirli savaşlarını ellerini kirletmeden, kan kokusunu, korkunun o ekşi kokusunu duymadan, bir cesedi parlak camdaki ışık tanecikleri zannederek büyük bir keyifle yönetenler ne anlarlar ki dehşetten? Onlar için dehşet bize olduğundan daha da yakın. Biz hiç olmazsa oturma odamızda, karşımızda görüyoruz canavarları. Onların ise içlerinde canavar. Kendileri dehşetin kaynağı olmuşlar. Haliyle, korkunun bu kadar yakınındayken, onunla bir olmuşken, ortada korkulacak bir şey olduğunu bile anlamaları mümkün değil. Televizyon bir Gayya Kuyusu. Dibi yok, içine taş atsanız, yere çarptığını duymazsınız. Y

aşanmış ve yaşanmakta olan her şey, o önü camlı kutunun içine sığabilir. Ve bizler, bir kitle hipnotizması seansındaymış gibi, topluca bakıyoruz o kuyunun içine. Çok yakından, ama gene de güvenli bir mesafeden. Kan, camdan sıçrayıp yüzümüze bulaşmıyor, Hint Okyanusunda yüz elli binin üzerinde kişiyi yutan dalgalar taşıp halımızı, oturma takımımızı ıslatmıyor, polisin copu, ABD askerinin M16'sı kutudan fırlayıp üstümüze saldırmıyor. Dehşet camın gerisinde, bize ise sadece steril bir seyirlik süzülüp geçiyor oradan. Ama Nietzsche bizi evvelki yüzyılda uyarmıştı: "Eğer çok uzun süre bakarsanız Gayya Kuyusunun içine, Gayya Kuyusu da sizin içinize bakar."

Bakar bakmasına da, ne görür içimizde, bilenimiz var mı?

Kaynak: Panzehir 2005 *Bülent Somay : İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi.

Hiç yorum yok: