24 Mart 2009

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali!




Sevgili Sinemasever Limonlukçular, bildiğiniz üzere 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali maratonunun başlamasına sayılı günler kaldı. 4 Nisan Cumartesi günü açılış filmi olan ve yönetmenliğini Fransız sinemacı Philippe Lioret’in yaptığı “HOŞ GELDİNİZ /WELCOME” ile sinemaseverlerin karşısına çıkacak olan film festivalinin biletleri de 21 Mart cumartesi günü satışa çıktı. Bilet fiyatlarının kuru geçen seneye sabitlenmiş görünüyor.

Bu sene de sinemafillere 200 kadar film seçeneği sunan IKSV gene başımızı döndürüyor. Sinema dergileri, bloglar, gazetelerin kültür-sanat sayfaları tavsiyelerle dolup taşıyor. Peki, Limonluk boş durur mu? Elbette durmaz, duramaz. Festival programı açıklandığından bu yana hummalı bir çalışma ile 200 film arasından “hangisine gitsek, nereye parayı gömsek, hangi filmleri daha sonra da seyretme şansımız olur? Kimin dvdsi çıkar, torrenti düşer” gibi sorular ve kriterler eşliğinde aşağıdaki belgesel film ve Avrupa sineması ağırlıklı listeyi hazırladık. Bir de üşenmeden nedenlerimizi de ekledik. Bizim gibi sinefillere fikir vermesi açısından yararlı olacağını umar, bol koşturmacılı bir festival dileriz!

OLMAZSA OLMAZLARIMIZ

SAZLIKTA A 6 Pt. 11.00 / R 8 Ça. 21.30 / E 11 Ct. 13.30 : Çünkü o Wajda. O ne çekse ben seyrederim! O kadar!

SESSİZLİK LÜTFEN... ÇEKİM VAR B 5 Pz. 21.30 / R 7 Sa. 11.00 : Mısır sinemasının duayeni Yusuf Şahin’i görmek, bilmek gerek… Bin tat, bin doku… : Büyük Mısırlı ustanın otuz altıncı uzun metrajlı filmi, 2007 yapımı son filmi Keşmekeş'ten iki önceki filmiyle. Dünyanın en saygın Arap sinemacısı Yusuf Şahin, şöhret olmak hakkındaki bu eğlenceli müzikal dramın ya da dramatik komedinin hem yönetmeni hem de senaristi. Film, zengin oyuncu ve şarkıcı Melek'i anlatıyor. Oyuncu olmak isteyen doktor Lamei, hem Melek'e hem de kızına kur yapar, ama asıl amacı Melek'in para ve şöhretini kullanmaktır. Melek bu fırsatçı adama âşık olunca Melek'in senaristiyle yönetmeni işe karışır, ama bu durum kariyerini olumsuz etkiler.

BERLİN’DE B 7 Sa. 13.30 / B 8 Ça. 21.30: Benim gibi bir Doğu Avrupa sosyalizmi meraklısının görmesi gereken filmlerden biri. Neydi, ne oldu güzelim komünizm…: 2008 Altın Lale jürisinin başkanı, Berlin doğumlu efsanevi görüntü yönetmeni Michael Ballhaus bu ilk yönetmenlik denemesinde, Arjantinli görüntü yönetmeni Ciro Cappellari'yle birlikte Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılışından bu yana bu şehrin geçirdiği değişimi izliyor. "Berlin canlı ve devingen. Sürekli değişiyor", diyor Ballhaus. Film boyunca hem sıradan Berlinliler hem de Berlin'in ünlüleri Berlin'de Berlinlilerin nasıl yaşadıklarını anlamamıza yardımcı olacak bakış açıları sunuyorlar. Yalnızca bir belgesel değil, büyülüyeci bir uluslararası metropolise ve sakinlerine gönderilmiş bir aşk mektubu.

YOUSSOU NDOUR: SEVGİYLE GELDİM B 7 Sa. 16.00 / B 9 Pe. 19.00 : Afrika’nın kendi kültürüne kendi bakışını seviyorum, merakla takip ediyorum. Siz de edin, diyorum: Afrika'nın önde gelen müzisyenlerinden, insan haklarının ateşli savunucusu, nam-ı diğer "Afrika'nın Sesi" Youssou N, kariyerinin zirvesindeyken İslam inancına olumsuz gözle bakılmasından rahatsız olarak "Egypt" adında, İslam'a adadığı son derece öznel ve özel bir albüm hazırladı. Ancak, özellikle de sanatçının memleketi Senegal'de dine hakaret olarak algılanan albüm, tartışmaların odak noktası haline geldi. Dini ayin görüntüleri, konser performansları ve albümün ortaya çıkış hikâyesini birleştiren bu müzikal yolculuk, albümün evrensel mesajının, N'un karşılaştığı güçlüklerin ve ümide, anlayışa davet eden sesinin güncesini tutuyor.

SORGULANMIŞ YAŞAM B 9 Pe. 16.00 / B 11 Ct. 11.00 : Zizek! Belgeselini çekebilmiş bir insanın diğer işlerini de görmek lazım!

MAMUT E 7 Sa. 21.30 / YR 10 Cu. 19.00 / NC 19 Pz. 16.00 : Genelde Akbank galalarına gitmek adetim değildir ama Gael García Bernal ne oynarsa giderim. Öyle piskopat bir takıntım var, hastasıyım…


SON KUŞLAR B 13 Pt. 11.00 ve VURUN KAHPEYE E 10 Cu. 21.30
Daha da olsa beyazperdede göremezsiniz bu filmleri! Televizyon da eskisi gibi vermiyor zaten Türki filmlerini… keşke Lütfi Akad’a katılabilseydi gösterime…

SARIŞIN BİR KIZIN TUHAFLIKLARI B 13 Pt. 13.30 / B 15 Ça. 21.30 : Dünyanın yaşayan en yaşlı yönetmeninin filmine gitmeden festival mi olurmuş ayol? Filmin içeriği bizi çok çekmese de Manoel de Oliveira bu son yönetmenlik ürünün sinema perdesinde izlemek gerek.

BUICK RIVIERA A 13 Pt. 16.00 / YR 14 Sa. 19.00 / R 15 Ça. 21.30 : Savaşın ortasında orta Avrupa. Çünkü siyasetin sinemaya yansımasını merakediyoruz...: Hırvat yönetmen Rusinovic imzalı Buick Riviera, Amerika'da, karanlık, karlı bir geceyarısı farklı kökenlerden iki Bosnalı mültecinin, Hasan ve Vuko'nun karşılaşmasından yola çıkarak etnik ve dinî çatışmayı, güven ve yabancılaşmayı ele alan, düşük bütçeli bir psikolojik dram

8 B 4 Ct. 16.00 / B 14 Sa. 11.00 / B 19 Pz. 16.00 : Birden çok yönetmenli, yamalı bohçalı filmleri seviyorum. Hele ki insana, hayata dair bir şeyler söylüyorlarsa… : Eylül 2000'de Birleşmiş Milletler, dünyadaki yoksulluk oranını 2015'e dek yarıya çekebilmek için kolları sıvadı. "Milenyum Gelişim Hedefleri" dedikleri sekiz hedef belirlediler. Açılışını Catherine Deneuve'ün yaptığı filmde sekiz sinemacı bu büyük meselelere dair görüşlerini paylaşıyor: Sissako açlık sınırında yaşayan insanları ele alırken Gael Garcia Bernal ilköğretim hakkı; Gaspar Noé, AIDS; Mira Nair, kadın erkek eşitliği; Jane Campion, çevresel sürdürülebilirlik; Gus Van Sant, bebek ölümleri; Jan Kounen, sağlık hizmetleri; Wim Wenders ise gelişim amaçlı küresel ortaklık üzerine eğiliyor.

11’E 10 KALA E 16 Pe. 11.00 : “Oyun” ile tanıdığımız Pelin Esmer'i bu sefer bir kurmaca ile izleyeceğiz. Kesişen ve birbirini değiştiren hikayler varmış. Hadi hayırlısı…

GÖKTEN 3 ELMA DÜŞTÜ B 15 Ça. 11.00 : bir ilk film. Vicdan’ın kopukluğundan sonra Raşit Çelikezer'in filmine şüpheyle
yaklaşsam da Bennu Yıldırımlar sinema oyunculuğunu görmek arzusundayım. Bakalım kim kimin başına yağacak. Bir de Türk filmlerini desteklemek lazım efenim…

TÜRK SİNEMASINDAN PORTRELER: TOLGAY ZİYAL, HALİT REFİĞ, MEMDUH ÜN P 15 Ça. 16.00 : Bu isimleri açıklamaya gerek mi var arkdaşım?


ÖLÜM ELBİSESİ: KUMALIK + DEPREMİN GÖLGESİNDE : P 15 Ça. 19.00 : Çünkü yönetmeni arkadaşım! O kadar. Ayrıca kumalık,deprem bunlar yüzümüze vurulması gereken gerçekler…

4857 + MARENOSTRUM + SON KUMSAL P 15 Ça. 21.30 : Ethem Özgüven hocam belgesel çekecek, festivalde gösterilecek de ben gitmeyeceğim? Çok ayıp çok….

NÂZIM'IN KÜBA SEYAHATİ P 17 Cu. 21.30 : Allahım sen Nazım’ı göremeden bu festivali benden alma yarabbim!

HAYAT VAR E 16 Pe. 16.00 : Bakalım Türk sinemasının altın çocuklarından Reha Erdem Beş Vakit’ten sonra neyleymiş.. Hayat hakkaten var mıymış, izlicez göricez...

1974, BİR SEÇİM KAMPANYASI A 11 Ct. 11.00 / B 14 Sa. 13.30 paramız yettiği kadar Raymond Depardon görücez!
FOTOĞRAF YILLARI A 6 Pt. 19.00 / A 16 Pe. 13.30 : ustalara saygı kuşağında Raymond Depardon’un ne kadar filmi varsa görmek gerek. Belgesel sinemanın meraklıları için bulunmaz nimet; zira baktım bu filmler hakkaten bulunmuyor…
ÇİFTÇİ PORTRELERİ: GÜNLÜK HAYAT B 5 Pz. 13.30 / A 10 Cu. 13.30 Bakınız Raymond Depardon
ÇİFTÇİ PORTRELERİ: KARŞILAŞMA B 4 Ct. 11.00 / A 9 Pe. 13.30 Bakınız Raymond Depardon

İKİ DİL BİR BAVUL B 17 Cu. 16.00 : Yok aslında birbirimizden farkımız, aynı güneşin altında yanı memleketin insanlarıyız…da?
Seyredelim, sıkıntıları görelim : Ankaralı belgesel yönetmenleri Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın, 2008 Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde (IDFA) Joris Ivens ödülü için yarışan son filmleri, üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış bir Türk öğretmenin bir yılını, okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar.

İNKILAP VE 9 KARDEŞ 18 Ct. 13.30 : İstanbul vapurları için ekstradan 7 ytl aranıyor. En sonunda kendime sponsor bulmam gerekecek: A Takımı, Zaga, Çapraz Ateş, 5 Kere 5 gibi başarılı televizyon programlarının yapımcılığı ve yönetmenliğiyle en son MTV Türkiye'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Halil Şafak Bakkalbaşıoğlu'nun son belgesel projesi, 1960ı yıllardan 2004'e kadar İstanbul'un mavi sularında boy gösteren buharlı vapurların serüvenini anlatıyor. Son buharlı vapurların Başta İnkılap olmak üzere Ali İhsan Kalmaz, Turan Emeksiz, Harbiye, Kanlıca, Kuzguncuk, Anadolu Kavağı, Pendik, Ataköy vapurlarının ve "bu vapurlar bizim vatanımız gibiydi" diyen, kaptanından kamarotuna, İstanbul sevdalılarının hikâyesi

AGNÈS’İN PLAJLARI R 11 Ct. 16.00 / A 12 Pz. 21.30 / E 17 Cu. 13.30 : 80 yıllık bir otobiyografi…

ÇANLAR, İPLİKLER VE MUCİZELER B 6 Pt. 16.00 / B 12 Pz. 19.00

BİR BUÇUK ODA YR 14 Sa. 16.00 / A 15 Ça. 21.30 / R 17 Cu. 16.00 : Çünkü Rus sinemasını seviyorum.

ATİNA-İSTANBUL B 4 Ct. 21.30 / B 5 Pz. 16.00 / A 14 Sa. 11.00 : "Sınırlar bu dünyaya mahsustur, çünkü hareket edemediğiniz sürece onlara ihtiyacınız yoktur!"

BAŞKA SEMTİN ÇOCUKLARI E 17 Cu. 21.30 : Son dönem Türk sineması, iyi ki varsın!

Belkilerimiz…

Gidip de görmeyi can-ı gönülden istediğimiz fakat ya başka filmlerle çakışan, ya da uygun saatlerine paramızın henüz çıkışmadığı filmler:


FIRAAQ A 15 Ça. 16.00 / YR 17 Cu. 19.00 : Paramız artarsa Hindistan’ın gerçeklerine bir kadın yönetmenin gözüyle tanık olmak istiyoruz.

UZAK İHTİMAL E 12 Pz. 19.00 Yani sen 2009 Rotterdam’dan Kaplan’ı kap gel, ama filmin biletleri kapış kapış bitsin, gitsin! Vizyonda göreceğiz mecburen...


AYA SEYAHAT B 18 Ct. 13.30 Bir başka güzel belgeselle, "İnkılap ve 9 kardeş" ile saatleri çakıştığı için görmek istediğimiz ve kaçıracağımız filmlerden biri de Kutlu Ataman’ın Türk insanı ve uzay macerası konseptini merkeze alan belgesel filmi : Sene 1957. Erzincan'ın ücra bir köyü. Dört köylünün aya seyahat etme çabaları, ele geçen siyah-beyaz fotoğraflar kullanılarak ve yöre halkından bir anlatıcı yardımıyla belgeleniyor. 1957'de gerçekleşen bu olaylar hakkında birçok farklı alandan saygın Türk aydını görüşlerini bildiriyor. Sonuçta film, tuhaf bir şekilde, bir tarih belgeseli olmaktan ziyade çağdaş Türk kültürünün derinlemesine bir incelemesine dönüşüyor. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Jürisi başkanı Kutluğ Ataman'ın son eserinde Alim Rüstem Aslan, Murat Belge, Seçkin Dindar, Sibel Eraslan, Nilüfer Göle, Mahir Kaynak, Etyen Mahçupyan, Turgay Oğur, Atila Özgüç, Özge Samancı, Bülent Somay, (Panter) Emel Yıldız konuşmacı olarak yer alıyor.

BALIK ÇOCUK A 11 Ct. 13.30 / R 12 Pz. 19.00 / YR 13 Pt. 11.00 : Geçen seneki festivalin enteresan yapımlarından XXY’nin yönetmeni Lucia Puenzo’nun bu son filmi Arjantin sineması kuşağında yer alıyor.

ZAMAN VE ŞEHRE DAİR B 4 Ct. 19.00 / B 16 Pe. 21.30 / B 19 Pz. 11.00 : Liverpoolu Terence Davis müzikleriyle görmek istiyoruz…

YES MEN DÜNYAYI KURTARIYOR B 6 Pt. 19.00 / B 8 Ça. 13.30 / B 10 Cu. 21.30 :Amerikalıların kendi gözünden kapitalizmin günah çıkartması olarak değerlendirebileceğimiz bu filmi paramız kalırsa görmek istiyoruz.
SU BELASI B 6 Pt. 11.00 / B 7 Sa. 19.00 : Dünyanın sonu sudan gelecek! Gidip görmek lazım…
KADININ FENDİ E 5 Pz. 19.00 / A 6 Pt. 13.30 / YR 7 Sa. 19.00: post modern bir Yunan trajedisini zamanım ve param kalırsa görmek istiyorum. Hep politika hep siyaset hem dram nereye kadar?
UZAKLIK R 8 Ça. 11.00 / A 11 Ct. 21.30 / A 13 Pt. 11.00
ZİYARETÇİ R 5 Pz. 11.00 / YR 6 Pt. 21.30 / A 10 Cu. 16.00
AKİLEUS VE KAPLUMBAĞA YR 6 Pt. 19.00 / YR 9 Pe. 11.00 / A 19 Pz. 19.00
APTALLAR TARAFINDAN SEVİLMEK ZOR İŞ B 8 Ça. 11.00 / B 11 Ct. 16.00

Fotoğraflar ve film özetleri : http://www.iksv.org/

Etkinliklerle ilgili haberler bir sonraki yazıda!



17 Mart 2009

Hepimizin Başkanı Seyfi Soluk Al!



29 Mart seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi için adaylığını koyan hayali başkan adayı Seyfi Solukal'ın gerçek olduğuna inanmak istiyorum!

Hele ki Radikal'deki röportajı görünce insan Seyfi Solukal'ın gerçek bir başkan adayı olduğuna inanıveriyor!

Zayıflama merkezleri açılacak.
Yotube’yi açtıracağım.
Taksiler gece de gündüz açacak.
Musluktan su içmeyi özledik.
Trafik, trajik olmayacak.
Metro her mahalleye ulaşacak!

Küresel ısınma bizi teğet geçecek!

Büyüksün Seyfi Başkan! Keşke ne demek istediğini doğrusundan anlayacak kafalar çoğunlukta ve başımızda olsaydı.


14 Mart 2009

İzmir’in Kalbi, Kemeraltı


Tarih-Turizm dosyamızın ilk durağı Ege’nin İncisi İzmir’in Kalbinde, turistik çarşı Kemeraltı...

Kemeraltı yüzyıllardır İzmir'in kent ve ticaret merkezi ola gelmiştir. Bugün, meydanında İzmir'in simgesi saat kulesinin de yer aldığı Konak ilçesinin sınırlarında yer alan Kemeraltı çarsının geçmişi, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İpek Yolu ticaretini elinde tuttuğu yüzyıllara kadar gitmektedir. Bu ticaret ağının en batı ucu olarak en sonunda yer alan İzmir Liman'ı Kemeraltı çarşısının kurulmasına olanak vermiştir. Zira liman bir kale ile çevrilmişti ve bu korunaklı alan hem Frenk tüccarlarının dükkânları ve hem de limanın iç bölümünde yer alan kervansarayların gelişmesi için birebirdi. İpek Yolu boyunca develerin sırtında Smyrna’ya kadar gelen tüm mallar içerde hanlarda boşaltılıp, Cenevizli tüccarların gemilerine yüklenerek diğer ülkelere götürülmekteydi. İşte hem konaklama hem ticaret gereksinimini ünlü Kemeraltı Çarşısı’nın da temellerini atmıştır.






Bir iç liman olarak ünlenen ve zenginleşen Kemeraltı bölgesini ele geçirmek için öncellikle kalenin düşürülmesi gerekiyordu. Tarihi kaynaklara göre Osmanlılar’da Yıldırım Beyazıt kaleyi saldırıları ile kuşatmış olsa da başarılı olamamıştır.
İzmir Liman Kalesi'ni Türk hâkimiyetine almayı, 1402 yılında ünlü Timur komutasındaki ordu başarmıştır. Kullandıkları askeri taktik, yani Kadifekale yamacından taşlar sürükleyip, limanı doldurmak Kemeraltı bölgesinin yerleşim alanının kurulmasına vesile oluşmuştur. Doldurulan alana günümüze kadar pek çoğu ulaşmış olan hanlar, camiler, kiliseler, hamamlar, şadırvanlar inşa edilmiş; böylece zaten yoğun ticaretin merkezi olan bölge, yerleşimin de kurulmasıyla önemli bir liman ticaret noktası haline gelmiştir.
Çarşı ilk kurulduğu yıllardan yakın geçmişe kadar dar sokakları, kiremit çatıları ve arastalarıyla kapalı çarşı havasını korumuştur. Çeşitli kaynaklara göre, “Kemeraltı” ismi, ana caddeyi boydan boya kaplayan kemerlerden gelmektedir. Ara sokaklarda yer yer halen eski mimarinin korunduğu gözlenmektedir. İşte Kemeraltı Çarşısı'nı tarihi yapan da yüzyıllar boyunca hem işlevinin korunabilmesi, hem de görsel yapısının çok az değişmesi olmuştur. Kemeraltı Çarşısı, tüm değişmelere rağmen halen İzmir'in en önemli alışveriş merkezidir. Çarşı da tarihi tonoz ve kubbeli dükkânlar, hanlarla modern iş merkezleri, mağazalar, kafeteryalar iç içe geçmiş bir mozaik oluşturmaktadır. İzmir’lilerin her türlü alışveriş ihtiyacını karşılayabilen Kemeraltı dükkânlarında ayrıca turistik olarak seramikler, çiniler, ahşap eşyalar, halı ve kilimler de bulunmaktadır.

Çarşı Hafta İçi yüz elli bin ila iki yüz bin arasında Ziyaretçi ağırlarken, alışverişin tavan yaptığı hafta sonu, yılbaşı ve bayram arife gibi özel günlerde bu sayı dört yüz elli bin ila beş yüz bin kişiye kadar çıkmaktadır.
Günümüzde Kemeraltı bölgesi hem halen en çok rağbet gören alışverişi merkezi olan özelliğini korurken diğer yandan da 88 hektara yayılmış arazisiyle İzmir’in önemli kamu kurumlarına ev sahipliği yapmaktadır: İzmir Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Emniyet Müdürlüğü, Vergi Dairesi, Defterdarlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, Konak Kaymakamlığı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü gibi.
Resmi kaynaklara göre toplam İşletme Sayısı 8726’dır. Sekiz binden fazla iş yeri 36000-40000 arası insana iş olanağı sağlamaktadır.




Kemeraltı caddeden oluşmaktadır : Anafartalar Caddesi, Cumhuriyet Cad., Dr. Faik Muhittin Cad., Havra Cad., İpek Pazarı Cad., Kestelli Cad., Milli Kütüphane Cad., Mucibirrahman, Şehit Fethi Bey Cad., Veysel Cad.
KEMERALTI CAMİLERİ
Kemeraltı Çarşısı’nın içinde farlı yüzyıllar yaptırılmış pek çok camii bulunmaktadır. Osmanlı’nın ve islamiyetin İzmir’deki varlığının birer simgesi olan bu camilerin pek çoğu günümüze sağlam olarak ulaşmıştır ve halen ibadet için kullanılmaktadır.
Hisar (Molla Yakup Bey) Camii
İzmir'deki camilerin en eskisi ve en büyüğüdür olan cami adını, eskiden İzmir'in deniz kıyısında, liman ağzında yer alan Hisar (Kal'a) Kalesi'nden almıştır. Girişinden ulaşılabilen caminin aynı adı taşıyan bir de meydanı vardır. Çeşitli kaynaklara göre kiliseden dönüştürülen caminin yapım yılının 16.yy-17.yy arasında olduğu sanılmaktadır. Dört kez tamirat gören caminin meydanı çiçekçiler, kahveler, boncukçular, baharatçılar, lokantalar ve kebapçılarla çevrilenmiştir. Kemeraltı’nın ana girişinden, sahilden başlanan bir gezi, Hisar camisinin meydanındaki çay bahçelerinde soluklanarak Hisar önü çıkışından noktalanabilir.
Şadırvan (Niflizade) Camii
Katib Çelebi'nin İzmir'e geldiğinde bu camiyle ilgili gözleminin yer aldığı Cihannüma isimli eserine dayanarak, caminin 17. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı tahmin edilse de tkesin bir yapım tarihi verilemeyen eser, İzmir'in ulu camisi olarak övülmektedir. İçinde yer alan şadırvanının güzelliğinden dolayı bulunduğu çarşı Şadırvanaltı olarak anılır. Şadırvanın çevresini bugün, kahveler, şekerciler ve giyim kuşam üzerine dükkânlar yer almaktadır. Ayrıca, caminin arka meydanında küçük bir şadırvan daha vardır. Cami ve çevresi, Şekerciler, Mantocular ve Kuyumcular Çarşısı'na rahatlıkla ulaşabilmesi bakımından önemli bir konuma sahiptir.
Başdurak (Hacı Hüseyin) Camii
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde HacıHüseyin Efendi adında bir kişi tarafından 1652 yılında yaptırıldığı yazı olan caminin giriş cephesinin yanındaki şadırvanıyla, çarşıya açılan yapının çevresinde balıkçılar, kasaplar, kuşçular, manavlar ve giyim kuşam üzerine satış yapan dükkanlar bulunmaktadır. Caminin bulunduğu yer aynı zamanda Kemeraltı’nın çevreleyen kıyı şeridi olan Kemeraltı Caddesi'nin orta yeridir.
Kestane Pazarı Camii
Caminin yapımı ve tarihi hakkında eldeki verilen sınırlı olsa da hem bugünkü kitabesine göre, hem de Evliya Çelebi’nin notlarına göre 17yy.’ın ortalarında inşa edildiği bilinmektedir. Yazar Konstantin Oikonomos bu caminin eski Havariler Kilise'si olduğunu iddia etse de, Evliya Çelebi seyahatnamesinde caminin denizin doldurulmasıyla oluşan zemin üzerine inşa edildiğini ve “yeni” olduğunu yazmıştır. Mihrabıyla dikkat çeken yapının altında ve çevresinde baharatçılar, yemişçiler, zahireciler ile metal ve ahşap dekorasyon eşyaları satan dükkânlarla çevrilidir.

Salepçioğlu Camii
20yy’ın ilk yıllarında Salepçizade Ahmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. Bu anlamda görece yenidir. Klasik camiler örnek alınarak tasarlanan yapı, döneminin Batı mimari tarzından da etkilenerek inşa edilen cami, İzmir'in en büyük ve en zarif camileri arasında yer almaktadır.
Hacı Mahmud Camii
Yapımı 17.yy.-18.yy. başında olduğu tahmin edilen caminin avlusun yer alan eski mezarlar, servi ağaçları ve caminin giriş kapısı dikkat çekicidir. Caminin çevresinde tıbbi malzeme satan dükkanlar, eczaneler, ayakkabı mağazaları ve kırtasiye dükkanları vardır.
Kemeraltı (Ahmet Ağa) Camii
Camiyi 17. yy’da Yusuf Çavuşzade Ahmet Ağa yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda ise caminin ismi Hindli HacıYusuf Camii olarak da geçmektedir. Cami yanındaki sebili ile dikkat çeker, ayrıca solunda bir de çeşme yer alır. Caminin yer aldığı meydan börek, tatlı, çerez, manav, parfümeri dükkanları ve lokantalarla çevrilidir.
Yalı (İngiliz Ayşe) Camii
18. yy.’da yaptırıldığı bilinen cami Konak Derviş Meydanı'nda yer alır; İzmir'deki vakıf kayıtlarına göre Mehmed Ağa Zade Mehmet Paşa'nın kızı (İngiliz) Ayşe Hanım tarafından inşa ettirilmiştir. Zeminin doldurulmasıyla bugün merdivenle inilen yapının eskiden, buradaki bir medresenin bahçesinde olduğu bilinmektedir. Süslemeleri ve çinileriyle dikkat çekicidir.
KEMERALTI’NIN HANLARI
Özellikle 18. ve 19.yüzyıllar boyunca İzmir'de artan ticaret hareketliliğini karşılamak amacıyla, gelen malların depolanması, sergilenmesi ve satışı için kullanılan hanlara hızla yenileri eklenmiştir. Fakat Kemeraltı ve çevresinde var olan geçmişten bugüne 200'ü aşkın handan maalesef, ancak bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir; bir kısmında büyük yangında yok olmuş, bir kısmı Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir'in yeni imar planı uygulanırken kısmen ya da tamamı yıkılarak yol yapımına ayrılmıştır. Bazı hanların isimlerine sadece vakıf defterlerinde rastlanabiliyor. Kemeraltı yüzlerce handan oluşan büyük bir çarşı olma özelliğini hala korusa da, yok olan geçmişinin de küskünlüğünü taşıyor gibi.
İşte Kemeraltı’nın halen kullanılan önemli ve karakteristik hanları:


Kızlarağası (Hacı Beşir Ağa) Han
Hacı Beşir Ağa 1. Mahmut döneminde, 1717 yılında sarayda "Kızlarağası" görevine getirildikten sonra, 1744 yılında bu hanı inşa ettirince “rütbesini” hanına hediye etmiştir. İzmir'in önemli hanlarının başında gelen Kızlarağası hanı, ilk yapıldığı dönemde denizin hemen kıyısında yer almaktaydı; hanın önünden geçen yola Soğankale Sokak, iskele olarak kullanılan hanın önüneyse Saman iskelesi denilmek¬teydi. Han zaman içinde denizin doldurulmasıyla bugün oldukça içeride kalmıştır. Ana giriş kapısı ile beraber altı kapısı bulunmaktadır; 1675 yılında yapılmış bir de çeşmesi vardır.
Büyük hanların mimarisinde önemli yeri olan ve bazı han gravürlerinde gördüğümüz avluyu süsleyen ve dengeleyen şadırvan ile mescit bugün yerinde yoktur. İki katlı handa odaların tümü konaklama amacıyla kullanılmış, ortadaki büyük avlu ise ker¬vanlarla getirilen malların sergilenmesi ve satışı amacıyla kullanılmıştır. Zaman içinde alt katlar depo ve dükkanlara çevrilirken, sonraki dönemlerde bu dükkanlar İzmirli tüccarların büroları olarak işlev görmüştür.
Restorasyonun başladığı 1988 yılı öncesine kadar kaderine terk edilmiş olan handa dökümcü, nargileci, tornacı, marangoz, bakırcı, yorgancı, demirci, kasacı ve benzeri iş kollarının atölyeleri ile lokantacı, kahveci, nalburiye dükkânları yer almaktaydı. Bugün kullanılan yapı hanın orijinal hali değil, orijinal taşları kullanılarak ve mimarisi esas alınarak yeniden yapılmış, büyük kısmı restore edilmiş halidir. 1993 yılında yeniden hizmete açılan handa bugün bütün odalar işyeri olarak hizmet vermektedir.
Hanın üst katında özellikle tarih meraklıları ve koleksiyonerler için bir çok antikacı hizmet vermektedir. Eski ve nadir kitaplar, haritalar, kartpostallar, eski İzmir fotoğrafları, gravürler, antika eşyalar, nadir ve değerli objeler, pul ve paralar bu dükkanlarda bulunabilir. Ayrıca ahşap restorasyonu, değerli taş, hediyelik eşya, nikah şekeri, müzik gibi alanlarda çalışan dükkanların yanı sıra gümüş atölyeleri, moda evleri ve bir de şirin biçimde döşenmiş ve daha çok gençlerin uğrak yeri olan kahve vardır. Hanın alt katında avlusu çevresinde ise halı, gümüş hediyelik eşya, baharat, antika, kitap, kahve, çiçek ve çiçek tohumu, deri gibi farklı sektörlerde satış yapan dükkânlar vardır. Ayrıca alt katın kebapçısı ve çay bahçesi de meşhurdur. Kızlarağası hanından bir Türk kahvesi içmeden Kemeraltı gezinizi tamamlamış sayılmazsınız.
Çakaloğlu Han
1805 yılında yapıldığı bilinen bu hanın harap durumdaki çeşmesi, işçiliği ile dikkat çekicidir. Çeşmenin hemen yanında Gaffarzade sebili vardır. Kayıtlara göre, bu han bir zamanlar, Elmasyan’ın yemiş fabrikası olan kullanılmıştır. Bugün ayakta kalarak içi depo olarak kullanılsa da, onarılmayı beklemektedir.

Mirkelamoğlu Han
İzmir Vakıflar Müdürlüğü arşivine göre 18. yüzyıla ait olan bu yapı Kemeraltı'nda fiziki durumunu koruyabilen ender hanlar arasındadır. İki katlı olan hanın avlusunda aynı yıllarda yapılmış bir de çeşme vardır. Bugün üst katları depo ve atölye olarak kullanılan hanın alt katında bir lokanta, kahve ve çevredeki esnafın kullandığı depoların yanı sıra, önündeki meydanda kumaş, giyim üstüne çalışan dükkânlar vardır.

Büyük Demir Han
18. yüzyılda Mirkelamoğlu Vezir Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış olan bu han Şadırvan Camii'nin yakınında yer almaktadır. Bugün içinde fıçıcı, bakırcı ve ahşap eşyalar üreten dükkanlar bulunmaktadır.

Kemahlı Han
19. yy.’da İzmir'in eski üzüm tüccarlarından Kemahlı İbrahim Bey tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Daha önceleri otel olarak hizmet vermiş olan hanın bir kapısı çarşının en kalabalık yeri olan Kemeraltı Caddesi’ne, diğeri ise Yemişçiler Çarşısı'na açılır. Bugün bu çarşıda ağırlıklı olarak giyim eşyası satan dükkânlar bulunmaktadır.

Hükümet (Katipoğlu-Voyvoda) Konağı ve Saat Kulesi Kemeraltı ve çevresinde yer alan tarihi resmi yapılardandır. Hükümet Konak’ının 19.yy başında yaptırıldığı ve bir dönem Katipzade ailesinin konağı olduğu bilinmektedir. 1970 tarihinde yanan Konak, yıkılarak 1980'li yıllarda dış cephesi orijinaline uygun biçimde yeniden inşa edilmiştir. İzmir’in simgesi Saat Kulesi ise, 1Eylül 1901 tarihinde Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıl anısına yaptırılmıştır. Konak Meydanı ve çevresinde gerçekleştirilen son düzenlemede zemine eğim verilerek Saat Kulesi bulunduğu meydana oranla öne çıkartılmıştır.
Birçok tüccar ulusun bir araya geldiği Kemeraltı, döneminde havraları ile de kültürel bir zenginlik merkeziydi. Günümüze ulaşan havraların maalesef birçoğu yangınlarda zarar görmüş ve bazıları restore edilememiştir. Günümüzde ayakta kalan sinagoglar:

Etz Hayim (De Ariva) Sinagogu (Bizans)
Şalom (Aydinlis) Sinagogu (16yy.)
Talmut Tora (Hevra) Sinagogu (17. Yy.)
Bikur Holim Sinagogu (1724)
Giveret Sinagogu (16.Yy.)
Portugal Sinagogu(17yy.-Tahminen)

Kemeraltı’nda yer alan önemli tarihi hamamlar ise şunlardır:
Çivici Hamamı :(16. veya 18. yy.) 1995 yılındaki tadilat sonrasında halen çalışır durumdadır.
İstanköy Hamamı : (16. yy.) Mimari açıdan İstanbul hamamlarıyla benzer özellikler taşıyan hamam çalışır durumdadır.
Yeşildirek Hamamı : (17.yy.) Günümüzde çarşı olarak kullanılmaktadır.
Salepçioğlu Aile Hamamı : (19. yy sonu-20. yy başı) 1936 yılında önce sinema olarak kullanılmış olan hamam günümüzde matbaa ve tekstil mağazası olarak çalışmaktadır.

Kemeraltı Sebilleri ve Şadırvanları
Kemeraltı Çarşısı’nın pek çok ara sokağında ve camii avlusunda dönemlerinin önde gelen insanları tarafından hayır için yaptırılmış sebiller ve şadırvanlar bulunmaktadır. Bu tarihi yapılar beklenmedik biçimde çarşıda gezinirken biden karşınıza çıkabilir. Genellikle birbirine çok benzeyen ara sokakların çıktığı yönler bu çeşmeler sayesinde tayin edilebilir. İşte önemli tarihi sebillerden bazıları: Gaffarzade Sebili, Katipoğlu Ahmet Reşit Efendi Sebili, Kemeraltı (Sinanzade) Sebili, Ali Paşa Meydanı Şadırvanı, Kestanepazarı Şadırvanı, Şadırvan (Niflizade) Camii Şadırvanı, Bakırcı Mahmut Efendi Şadırvanı

Kemeraltı’na Nasıl gidilir?

Kemeraltı İzmir'in kalbi olan Konak'ta yer aldığı için, her çeşit ulaşım aracı ile kent içerisinden Kemeraltı’na gelmek mümkündür. Kalkış noktası Konak olan tüm belediye otobüsleri, Üç yol-Bornova semtleri arasında sefer yapan İzmir Metrosu ve Karşıyaka-Konak vapur seferleri sizi Kemeraltı'na ulaştırır.

Kaynak: İzmir Kemeraltı Tanıtım Kitapçığı



Tarih -Turizm Dosyası!



Çok sevgili Limonluk takipçileri, bol karlı ve yağışlı bir kışı daha geride bırakıyoruz. Hala soğuklar var ama 15-20 gün sonra sobalar toplanmaya başlayacak, yavaş yavaş erik çiçekleri ve papatyalarla uyanan doğa, ağaç dallarından kaldırım diplerine kadar fışkırarak yeşermeye başlayacak.
Kısacası önümüz ilkbahar ve yaz! Kış boyu yoğun tempoyla çalışan öğrenciler ve çalışan kesim için yaz demek tatil demek. İster kum-deniz-güneş klasiği olsun, ister kültür turizmi, ister sadece kafa dinlemek ya da maceraperestlik için olsun tatil kelimesinin kendisi bile insanın içini ısıtmaya yetiyor.

Dikili/İzmir

Biz de Limonluk olarak yeni bir mecraya, ülkemizden ve dünyadan turistik mekanların tanıtımına el atıyoruz. Erken rezervasyonların oldukça revaçta ve avantajlı olduğu bir dönemde, sık sık güncellenen kapsamlı bir turizm dosyasının farklı tatil seçenkleri arayanlar için yararlı olacağına inanıyoruz. Şimdiden İyi Tatiller!

10 Mart 2009

Olmamış Bir Film : Cennet


2008 Nisanında gösterime girmiş olsa da yeni izleme fırsatı bulduğum filmlerden biri oldu Cennet. “Çocuk yaştayken annesinin ölümüyle travma yaşayan bir karakterin psikolojisi” tema olarak ilgi çekici ve hemen zihnimizde psikanalitik Frued esintileri yaratıyor.





Hikayemizin baş karakteri Can, yani Engin Altan Düzyatan, kimliğini reddedip, ‘Cennet’ adını verdiği bambaşka bir dünya kurar kendi zihininde. Kendisine Can ismiyle seslenilmesini de reddeder ve alfabenin ilk harfini seçerek “A” kimliğini oluşturur.

Gerçek dünyada babası, cennetindeyse ölmüş annesi yanındadır A’nın. "Hareketleri saldırganlaştı" bahanesiyle, tedavi için gelip gittiği akıl hastanesine yatırılır. Hastanede yanından hemen hemen hiç ayrılmayan ve adını bir türlü öğrenemediğimiz bir kız arkadaşı vardır; televizyonun son dönem popüler simalarından Fahriye Evcen.

Hikaye, bu noktaya kadar kaba taslak elle tutulur bir çerçeve çizse de, hem senaryonun düştüğü çok ciddi hatalardan, hem de çekim-kurgu aşamasında yapılan teknik hatalardan dolayı heba edilen bir proje ortaya çıkmış Cennet ile.

Sanki, oyuncuların eline senaryonun ilk müsveddesi verilmiş ve onlar da prova diyaloglarını seslendirmiş ve böylece kayda girmiş gibi bir havası var filmin.
Senaryo yazılıp, çıktısı alındıktan sonra geriye dönüp bir bile kez okunmamış gibi.
Filmde o kadar korkunç mantık hataları var ki, keşke diyalogsuz bir film olsaymış da seyirciye sadece A'nın hayal gücü gösterilseymiş.


Bir örnek vermem gerekirse, herhangi bir psikiyatrist doktorun 15 yıldır hastası olan, zeka geriliği teşhisi ile tedavi etmeye çalıştığı 29 yaşındaki bir gencin annesinin ölüm nedenini bilmemesi, çocukluğunda travma yaşamasına neden olan ailevi nedenlerden bi'haber olması mümkün müdür?

Senaryo gereği tedavinin araştırmacı genç bir kadın doktora devredilmesi gerekiyor diye, seyirciyi bu kadar aptal yerine koyan, gerçeklikten uzak bir yapı kurulabilir mi? Hal böyle olunca izleyen de suçu oyuncuya atıp, "ne kadar aptal bir doktormuş Ahmet Bey" deyiveriyor ister istemez.


Öte yandan, kendisine dış dünyadan farklı ve oldukça zengin bir hayal dünyası kurmuş olan, kendi cennetinde mutlu olan bir şizofreni normal insanların dünyasına çekmeye zorlamak ne derece adildir? Film, 'belki de anormal, yanlış ve mutsuz olan sizsinizdir' gibi, hasta olanın gözünden bakan sağlam bir iddayı da taşırken, maalesef bunun üzerine fazla gidilmiyor. Bu açıdan işlenen sahnelerse, -ki buna filmin son sahnesi de dahil- yukarıda sayılan teknik hatalardan dolayı havada kalıyor.

Oysa A'nın Cennetine gittiğimizde rengareng bir gökkuşağı ve uçuşan kelebeklerle, gerçek dünyadan daha güzel bir yerde olduğumuz aşikar. Filmin sanat yönetmenliğinde takdiri hak eden sahneleri de cennet ile sınırlı aslında.
Görüntüleri açısından hikaye ile paralellik arzeden karanlık bir atmosferi var filmin; fakat sanatsal olma çabasıyla bu yarı karanlık bazı sahnelerde öyle abartılmış ki, ışık efektleri, karakterlerin mimiklerini anlamamızı iyice zorlaştırıyor.


Oyunculuklara gelince, Yaprak Dökümü dizisiyle keşfedilen ve parlayan
Fahriye Evcen, dizideki evin çok bilmiş, şımarık kızı performansının üstüne daha fazla bir şey katma gereği duymadan önemli bir rolün altına girmiş.
Engin Altan Düzyatan'ın inandırıcı oyunculuk performansının ise filmdeki elle tutulur iyi bir kaç noktadan biri olduğunu söylemek mümkün. Fakat, her ne kadar göz dolduran bir baş rol oyuncusu olsa da, filmin handikaplarından dolayı o da hikayeyi sırtlayıp götüremiyor.

Sonuç olarak, şizofrenin de kendi içinde mutlu olduğu/olabileceği gerçeğini ele alan özgün bir fikre sahipken, her aşamasında çok daha itinalı bir çalışmayla iyi bir film kotarılabilirdi Cennet ile.
Fakat senaryosundaki bir alelacelecilik, çekim ve kurgusundaki bir olmamışlık duygusu ile yeni dönem Türk sinemasının vasat örneklerinden biri olarak Cennet seyirciye iyi bir seyirlik vaadetmiyor.