2 Haziran 2010

Side, Manavgat ve Manavgat Şelalesi


Yaz aylarının bütün sıcaklığı ile bastırdığı şu günlerde gezi bölümümüzde rotamızı bu sefer Akdeniz’in İncisi Manavgat’a çeviriyoruz.
Antalya’nın turistik ilçelerinden Manavgat’ın doğusunda Akseki, güneydoğusunda Gündoğmuş ve Alanya ilçeleri yer almaktadır. Güneyinde Akdeniz’in uzandığı ilçe, kuzeyde Isparta ve Konya ile komşudur.
Yüzölçümü 2.283 km2 olan Manavgat’ın kuzeyinde yükselen dağlar Batı Toroslar’ın bir uzantısıdır; en yüksek noktalardan biri 2405 metrelik Dumanlı Dağı’dır.
Köprü Suyu ve Manavgat Nehri ilçenin önemli akarsularıdır. Özellikle Antalya yöresinin en büyük akarsuyu olan Manavgat Nehri her dönem bu bölgenin başlıca su kaynağı olmuştur.




Antik Çağlarda Side kentinin yaşam kaynağı olan nehir “Melas” ismini taşıyordu. Bu nehir Toroslar'ın Şeytan Dağı’dan doğan derelerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Uzunluğu 93 km. olan Manavgat Nehri Kuzeybatı-güneydoğu yönünden Şahap Deresi adıyla doğar. Yönünü güneybatıya çevirdiğindeyse Torosların dağlarından ve ormanlarından geçerek, dar bir vadi şeklinde akar. Oymapınar Barajı nehirden 50km2 genişliğinde yapay bir göl oluşturur. Manavgat Çağlayanını oluşturduktan sonra nehir, Manavgat kentinin doğusundan devam ederek antik Side kentinin de doğusunda bir alüvyon kıyı ovasını besledikten sonra Akdeniz'e karışır. Nehrin üzerinde inşa edilmiş olan Oymapınar ve Manavgat-I barajları elektrik üretmektedirler.
Akarsu dağlarda kar ve yağmur sularıyla beslenirken, ona Toroslar'ın zengin karstik kaynakları da katılır. Bölgenin bir diğer doğal güzelliği olan ve içinde yeraltı gölleri barındıran Altınbeşik-Düdensuyu Mağarasının suları da Manavgat Nehrini besler. Böylece Manavgat Nehri’nin neden yazın dahi su sıkıntısının çekilmeyen bir kaynak olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Manavgat’ta Akdeniz iklimi sizi tamamen sarar. Tüm Akdeniz kıyılarında olduğu gibi Manavgat da kış aylarını ılık ve yağışlı, yazlarıysa sıcak ve kurak geçirmektedir. Sahil kordonundan başlayarak, Toroslar'a kadar uzanan arazi, tamamen tarıma ayrılmıştır. Geriye kalan arazi yapısı genellikle engebeli ve dağlık olan Manavgat, Akdeniz’in bitki örtüsü olan makilerle (mersin, çilek, geven, kara diken) ve çam ormanlarıyla kaplıdır. Toroslar’ın güneye bakan yüzünde, alçak kısımlarda kızılçam ormanları görülürken, yükseklerde kızılçamın yerini karaçam, ladin, sedir ve ardıç ağaçları almaktadır. Irmaklar açısından zengin olan Manavgat’ın akarsu vadilerinde ise söğüt ve çınar ağaçları vardır.

Halkının büyük kısmı kırsal kesimde yaşayan Manavgat’ın başlıca geçim kaynağı tarım ve turizmdir. Arazisinin yaklaşık %20’si tarım için kullanılan Manavgat’ta iklimine uygun olarak buğday, pamuk, turunçgiller, yulaf, susam, tarla domatesi, karpuz, kavun ve arpa yetiştirilen başlıca tarım mahsulleridir. Akdeniz sahil şeridine yayılmış olan seracılık da bölgede sürdürülmektedir. Sınırlı olarak yapılan hayvancılık; açık alan hayvancılığıdır; bölgede besicilik gelişmemiştir. Arıcılık, deniz ve tatlı su ürünleri diğer hayvancılık faaliyetidir. İlçede ağır sanayi tesisleri bulunmamaktadır. Tarıma dayalı faaliyet gösteren çeşitli fabrikalar ve imalathaneler vardır.


Tarih
Yapılan arkeolojik araştırmalarda Manavgat’ın tarihinin Paleolitik çağa kadar geriye gittiği saptanmıştır. Antik Pamphilia (Pamfilya) şehrinin doğu kısmı olduğu saptanan Manavgat’ta köklü uygarlıklar yaşamıştır. Bölgede ilk insan yerleşimi kıyı kesiminde MÖ7-8 yüzyıllar civarına denk geldiği tahmin edilmektedir. Pihaselis kentinin Greek Kolonileri tarafından kuruluşunu, Side’nin yerleşim bölgesi olması izlemiştir.
Kentin ortasından geçen ırmağın sadece günümüzde değil antik çağlarda da kayıklar ve gemilerle iki yaka arasında taşımacılık için kullanıldığı saptanmıştır.
Greek kolonilerinden sonra Büyük Roma İmparatorluğu’nun ve ardından Bizans’ın yönetimi altında olan bölge, Malazgirt Savaşı’yla Türk boylarının ve Yörüklerin (Hamit ve Tekeoğulları) yerleşimine açılmıştır. Fakat şimdi kullanıldığı gibi Manavgat isimli bir kent merkezi yerine, bu boyların yayıldığı tüm alan Yörüklerin karşılıklı iki yakası olarak bilinmekteydi. Beylikler dönemini Tekeoğulları ve Karamanoğulları Beyliği arasında geçiren Manavgat yöresi, Osmanlı hâkimiyetine 1462’de Fatih Sultan Mehmet'in Karamanoğulları Beyliği'ni imparatorluk topraklarına katmasıyla girmiştir. 1530 yıllarından kalan Osmanlı arşivlerinde Manavgat, Alanya Yörüklerinin ve Tımarlarının içinde, ‘Nahiye’ olarak kayıt edilmiştir. Osmanlı hâkimiyetindeyken idari düzenlemelerle bağlı olduğu vilayetler değişmiş olsa da yerleşenler aynı kalmıştır. Manavgat Nehri'nin batısı Tugay Beylerinin, doğusu Senir Beylerinin Tımar, zeamet ve hasları olarak kayıtlara geçmiştir. Cumhuriyet’ten sonra çayın iki yakası idari anlamda birleştirilerek Manavgat adıyla ilçe olmuştur.

Nereyi Gezelim?
Turizm, bahar-yaz dönemlerinde Manavgat’ın kent nüfusunu iki-üç kat arttırmaktadır. Manavgat’ta “deniz, güneş, kum” turizminden, dağ ve yayla safarisine, mağaracılıktan raftinge kadar hem alışılmış hem de yöreye has her türlü turizm faaliyetini bulabilirsiniz. Ören yerleri gezilerine ilaveten, Manavgat ırmağında yapılan günlük bot turları, köy ve çevre yörelerin gezileri size Manavgat’ın eşsiz doğasını ve binlerce yıllık antik tarihini tanımanız için fırsat sunacaktır. Ayrıca yaz dönemi boyunca sürdürülen Manavgat ve Side Turizm Festivalleri, Aspendos Opera ve Bale Festivalleri gibi kültürel aktiviteler bölgede geçirdiğiniz tatiliniz boyunca sizi sanatla buluşturmaya devam edecektir.


Antik Kent Side
Side kentinin, MÖ. 7.yy’da Helenli kolonist gruplar tarafından kurulduğu saptanmıştır. Kentin isminin anlamına dair rivayetler, Side kelimesinin Helen dilinden ziyade dönemin Anadolu lehçesinde "NAR" anlamına geldiğini söylemektedir. Bu görüşü destekleyecek biçimde döneme ait sikkelerde basılmış nar resimleri bulunmaktadır. Side, deniz ticaretiyle uğraşan bu kolonistler sayesinde çok gelişmiş ve zengin bir liman kenti olmuştur. Kentin en şaşalı dönemi MÖ.2. yüzyıla denk gelmektedir. Kentin en süslü yapıları bu sırada inşa edilmiştir. Eyalet olarak ayrıldıktan sonra Roma imparatorluğunun zayıflamasıyla çeşitli kavimlerin hükmü altına giren Side MS.4.yy’da yüklesen Hıristiyanlığın Anadolu’daki merkezlerinden biri olmuştur. Doğu Roma (Bizans) egemenliğindeyken denizcilik ve ticaretin eskiye nazaran azalmasına karşın, Bizans bu topraklarda tarımın gelişmesine önem göstermiştir.
Fakat ardı arkası kesilmeyen Arap akınları, Rodos , Venedik ,Ceneviz korsanlarının kentleri sürekli tehdit altında tutması, Kudüs’e giderken yolu buradan geçen haçlı seferleri ve güneyindeki Kıbrıs Krallarının Side’ye saldırıları hem ekonomik açıdan hem fiziksel yıkım olarak bölgeye çok zarar vermiştir.
Bir liman kenti olarak Side’nin tarihinden günümüze kadar gelmiş olan pek çok antik yapı vardır. Agoranın karşısındaki onarılmış hamam kompleksi günümüzde Side Müzesi olarak kullanılmakta, kazılarda ele geçmiş tüm buluntular değişik mekanlarında sergilenmektedir.

Festivallerin de düzenlendiği ünlü Side Tiyatrosu tam Roma döneminin özelliklerine sahiptir. 15.000 kişilik kapasitesi olduğu belirtilen tiyatroda tadilat süreci halen sürmektedir. Anıtsal girişin hemen önünde Diansos'un tapınağı bulunmaktadır. Limanın batısında bulunan her iki tapınak da kentin en anıtsal Roma devri miraslarıdır. Bu tapınaklarından biri bilgelik tanrısı Athena’ya, diğeri ise sanatların tanrısı Apollon'a ithaf edilmiştir. Tapınak alanında göz çarpan kemerli ve devşirme malzemeli kalıntılar ise Bizans’tan kalan bazilikaya aittir.

Etenna
Kentin tarihine dair doğrudan detaylı bilgi olmamakla birlikte, yöredeki diğer Akropol kentler ile aynı tarihi özellikleri paylaştığı düşünülmektedir. Etenna antik kentinde, Antik kalıntılar yüzyıllar içerisinde adeta çam ormanlarının arasına saklanmışlardır. Bu kalıntılar arasında kenti saran şehir surları dikkat çekicidir. Kuzey yönünde çift sıra halinde inşa edildiği anlaşılan surlar, güney yakasında bir başka iç surla desteklenmiştir.
Kartal yuvası misali bir tepede kurulmuş olan kentin büyük kısmı kayalar üzerinde yükselmektedir. Kentin içinde kaya mezarlarının bulunduğu Nekropol'e çıkan antik yol ziyaretçileri ilk karşılayan eserdir. Sert bir yamaç üzerinde kayalarla oyulmuş halde bulunan kaya mezarlarının bir kısmı tek bir krala bazılarıysa aile mezarlarına aittir.
Kentte, ayrıca agoranın doğusunda yer alan Bizans dönemine ait dörtgen planlı bir bazilika vardır. Bu yapının mahkeme salonu işlevi gördüğü de söylenir. Günümüzde bu akropol kent "Dedekalesi" olarak anılmaktadır.

Selge
Denizden 950 metre yükseklikte seviyesiyle Torosların güney yamacında yer alan Selge, antik bir Pisidya Dağ Kentidir. Antik kente henüz daha gelmeden geçtiğiniz yol, doğa güzellikleriyle insanı büyüleyen Köprülü Kanyon’un içinden geçmektedir. Bu yolun bir özelliği de Ürgüp-Göreme benzeri peri bacaları tipinde, dağ yamacında yer alan oyuntulu kayalardır. Kayarlın karstik yapısının yüzyıllar boyunca aşınması sonucu oluşmuş kayalıklara, bölge halkı "Adam Kayalar" veya "Şeytan Kayaları" olarak isimlendirmektedir.
Kente geri dönecek olursak Selge kenti kurulduktan sonra Lidyalıların, Perslerin, Büyük İskender’in ve Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetinde kalmıştır. Kentin kuzey noktasında yer alan, 5 kapılı ve 45 basamaklı tiyatrosu günümüze kadar gelen en önemli anıttır. Kayalara oyularak yapılmış tiyatronun güney yönünde stadyum ile gymnasium, batısındaysa bir tapınak bulunmaktadır. Tapınağın tavanı kartal desenleriyle süslenmiştir. Stadyumun ilerisinde kenti çeşmesi ve agorası yer almaktadır. Güneybatı yönünde uzanan surların kuzeyinde Artemis ve Zeus’a adanmış tapınaklar görülmeye değerdir. Şehrin su sarnıçları tapınakların batısında kalırken, lahitleriyle nekropol ise kuzeyinde yer almaktadır.
Köprülü Kanyon Milli Parkı, Çamlıburun ve Türk Beleni orman içi dinlenme yerleri piknik yapmaya ve dinlenmeye uygun diğer mesire yerleridir.



Manavgat Şelalesi
Dünyanın bilinen en uzun yeraltı akarsularından beslenen ve su hacmiyle belli başlı akarsular arasında yer alan Manavgat Nehri’nin turkuaz yeşili suları temiz ve berrak ve de mineraller açısından oldukça zengindir. Hem yüzmeye hem çeşitli su sporlarına olanak sağlayan Manavgat Nehri, aynı zamanda pek çok balık ve kuş türünü barındırmaktadır.
İşte ünlü Manavgat Şelalesi, Manavgat Nehri’nin kente 3 km. uzaklıkta bulunan sert konglomera katmanlarını aşarken ortaya çıkardığı doğa güzelliğidir. Alışıldık şelalelere göre daha alçak bir seviyeden dökülüyor olmasına rağmen, yayıldığı geniş alan boyunca gürül gürül akması Manavgat şelalesini tam bir seyirlik kılmaktadır.
Manavgat’ın çok büyük bölümünün fundalık ve orman olduğunu düşünürsek, bu doğa harikası çağlayan ormanların yeşilliği ile birleşerek her sene binlerce yerli ve yabancı turisti kendine çekmektedir. Bütün nehir yatağı boyunca, bitki zenginliği ve çeşitliliği açısından doğa Manavgat Nehrine oldukça cömert davranmıştır. Söğüt, çınar, kavak, dut, karaca ağaç gibi ağaç türleriyle, doğa Manavgat Şelalesinin akışını tamamlamaktadır.
Baraj yapımı sırasında kısmen tahrip olmuş olsa da, çağlayanın çevresi ilçenin başlıca mesire yerlerindendir. Hem doğa ile iç içe piknik yapma olanağı hem de çevrede yer alan lokantalarda balık yeme imkanı vardır. Şehir gürültüsünden ve stresinden bunalanlar için cenneten ayrılmış bir köşe gibidir Manavgat Şelalesi ve çevresi.


Nasıl Gidilir?
Kente çok da uzak olmayan şelaleye Manavgat'tan kalkan dolmuşlarla gidilebilir.

Hiç yorum yok: