27 Mart 2011

Asıl Mesele Kaybedip Kaybetmemek Değil Yeğen...

Ekip Film’in tedirginlikle sunduğu Kaybedenler Kulübü nihayet 25 Mart’ta vizyona girdi. Beyazperde.com’da bütün mart ayı boyunca film için 3 ayrı organizasyon yarışması düzenledik; haberi, sosyal medyası yetmedi en 90’lısından bir de röportaj yaptık. Fakat film ve beraberinde getirdikleri üzerine söylenecekler henüz şimdi başlıyor.

Meraklısının bildiği üzere Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un 90’lı yıllarda yaptıkları Kaybedenler Kulübü radyo programının beyazperdeye kurgusal bir şekilde uyarlamasından ibaret olan film, haksız ve gereksiz yere Dövüş Kulübü, Issız Adam benzetmelerine maruz kaldı. Bu yazıda ise benim derdim, bu filmi sinema eleştirisine alet etmek değil; bilakis “kaybeden” olmanın nasıl bir eleştiri taşıdığını birkaç nokta üzerinden kendimce anlatmak.





Filmin başrol oyuncuları ülkenin en hayran olunası iki erkeği, Nejat İşler ve Yiğit Özşener, olunca medya ordusu da kendileriyle röportaj yapmak, televizyona vs. çıkartmak için yarışıyor. Bugün gözüme çarpan yazılardan biri Akşam gazetesinde Sibel Ateş Yengin’in gerçekleştirdiği söyleşi oldu. Sohbetin akışından belli ki geçmişe dayalı bir arkadaşlık ve samimiyet var arada. Oyuncular 90’ların kaybedenler kafasını, filme kendi hayatlarından kattıklarını keyifle anlatmışlar. Yalnız laf kadın-erkek ilişkilerine geldiğinde ki bu his bana filmde de geçmişti, bir taraf olma hali var. Erkek kısmına fazla ve gereksiz yüklenme var; hele ki içinde yaşanan halet-i ruhiye kendi seçimiyle kaybedenler kafasıysa.

Söyleşiden alıntılayalım, daha berrak olsun:

“Filmde karakterlerden biri Mete'ye 'Niye bir kadın size yetmiyor?' diye soruyordu. Ben de size sorsam niye erkeklere bir kadın yetmiyor?”
Nejat İşler.: Eğer hayatımda bir kadın varsa, bir beraberlik olmuşsa, hemen hemen her gün sıklıkla görüşüyorsak başka birine ihtiyaç duymam. Ama birine angaje değilsem, bir kadın niye iki, niye beş kadın olmasın?
Yiğit Özşener.: Macera ruhu...
Nejat İşler: Erkeklerin doğasında çok eşlilik vardır demiyorum ama.

Neden demiyorsun be Nejat’ım İşler’im? Bal gibi var işte! Kadınında, erkeğinde değil problem, insani dürtüler olarak çok eşliyiz ama bunu 21yy.’ın toplumsal gerekliliklerine, hay-huyu içerisine ve en önemlisi 5000 yıllık geçmişi olan evlilik kurumuna yedirmeye çalışıyoruz. Bunu açık yüreklilikle söyleyemedikten sonra nerede kaldı kaybedenlerimiz? Hem itiraf edemeyecek kadar neresi kötü bunun? Sürekli ve en hızlısından tüketmenin pompalandığı kapitalizm dünyasında, misal 6 ayda bir yeni bir teknolojik ürünü tapınarak almak mubah da insan olarak birbirimize doyduğumuzu, doyabildiğimizi görmenin neresi yanlış? Neden erkeklerin doygunluğu kadar kadınlarınki de normal olmasın ki hepimizin sıfatı “insan” iken? Bütün cinsel ihtiyaçlarımızı sevgi ve aşk şemsiyesi altına toplayan abuk ve ilahi bir düzen içerisinde, hem tensel uyumu yakalayacağımız hem de beraber uyuduğumuz gecenin sabahında “kahvaltı edebileceğimiz” tek bir insan arayışı bizi asıl tüketen nokta değil mi?

Yiğit Özşener demiş ki, “Her şey yolundaysa zaten böyle bir şeye ihtiyaç duymam.” Her şey yolundayken, her şey güzel gibi görünürken de sıkılıp, gidebilir insanlar. Siz onlara ihtiyacı olan her şeyi verdiğinizi sandığınız, ruhen ve fizikken en tatmin olduğunuz noktada, hayatınızdan kalkar giderler. Size tatmin edici hiçbir açıklama yapma ihtiyacı duymadan hem de. Öylece kala kalır, kaybedersiniz. Kaybetmek için kasten hiçbir şey yapmamışken hem de.

Yani çok eşlilik, benim savunduğum gibi genetik olarak gelmese, kültürel olarak aşılanıyor zaten kodlarımıza. O kadar çok eşli ol ki, biri kalkıp gittiğinde boşluğa düşecek fırsatın, afallayacak boşluğun olmasın. Manevi ve fiziki çok eşli ol ki, en azından kaybeden yalnızlardan olmayasın. En azından yaşadığın küçük hayatlar içerisinde. Bu yerine koyma, yedeğe alma mevzuu da değil. Onla da ayrı gerilir insan. Bu daha çok 'bugün var yarın yok' kafası. Yani “Hayatta ölüm varken daha ciddi ne olabilir ki?” kafası. Hayatla çok eşli olursan, kendi kendine daha kolay yetersin. Çok yalnız olursun belki ama yalnızlığın dozu daha az koyar. Asıl ayar ona şart zira.



Aslında biraz da ‘sahte kaybedenler’e değinmek istiyordum ama yazının gereksiz uzun olmasından endişe ediyorum. Bir doğuştan kaybedenlerimiz var bildiğiniz üzere, 3. dünyanın sınıfsız insanları. Bir de kaybetmeyi seçenler var, sistemin bir şekilde önlerine koyduklarını bedeller ödemek kaydıyla derdest eden çatlaklar onlar. Bu filmde de hikayeleri anlatılan, tercihli yalnızlıklar yaşayanlar... Bir de her konuda olduğu gibi burada da ‘çakma’ kaybedenlerimiz var; ‘Hayat çok boktan’ diyip o bokun içini doldurmamakta ısrar eden çakma ‘serseriler’ onlar. Giydirilmiş kaybedenlik. Kaybederken baba parası yemekte mahzur görmeyen tipler. Ben sisteme karşıyım ama rahatıma, kıçımın keyfine de düşkünüm adamları onlar. İşte korkarım ki bu filmin popülerliği çerçevesinde onlardan etrafta çok göreceğiz bir zaman. Umarım yanılırım da, çevremiz bir dönem çakma gotiklerle dolduğu gibi, sahte kaybetme meraklılarıyla sarılmaz.

Bu yazıda odağını kaybeden bir blog zırvalaması olarak tarihteki yerini alsın. Kaybedenler Kulübü’nün popülaritesini kendi bloguma alet ettim, pişman değilim.

Bu yazının ana fikri : Bırakınız sevişsinler arkadaşım!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Son paragrafdaki tespitler cok yerinde olmus. Filmi henüz izlemedim ama bende de bir yapay kaybedenler yaratildigi izlenimi olusturdu. Bir de bu sorun olmadan gidenler, ayrilanlar mevzusunun tanimi da sorunun tanimina bagli. Sorun yoksa bile degisiklik, sikilma vesaire vardir.

Adsız dedi ki...

"Herşey yolunda giderken de sıkılabilir insan" çok doğru ve çok es geçilen bir ayrıntı.

Sürekli değişen iki insan, sabit tutulmaya çalıştıkları ilişki değerlerinden er ya da geç sıkılabilirler. Kendisini yeniden varedebilen yenileyebilen ilişki ben görmedim. (üstüne bakınız eski defterler sorunsalı)

Kendine yetmeyen birey açıklarını ilişkiyle tamamlamaya çalışıyor, etrafımda gördüğüm en büyük sorun bu. Psikolojik olarak biribirine bağımlı, kopamayan, kopunca alt üst olan insanlar.

Özgür ruhlar ara ara yan yana gelsin, memnunlarsa yan yana dursun, yollar ayrılınca da eyvallah denilebilsin... Keşke.