6 Haziran 2007

Geri Dönemeyen Üçleme Iñárritu ve Kader sorgulaması üstüne…

İnsanoğlu yüzyıllardır zamanda seyahat etmenin yolunu, ya da onu geri çevirip “her şeyi başa sarmanın” çözümünü bulamadı. En azından somut olarak. Gerçi Dr. Emmett Brown’un 1985 model DeLorean’u gayet gerçekçi (?) bir zaman makinesi olsa da, Einstein genel görelilik teoremiyle zamanda yolculuğun teoride olabilirliğini söylese de, hala içinde yaşadığımız ana hapsolmuşuz gibi görünüyor.
Ne bir adım geriye gidebiliyoruz, ne de ileriye. Fakat dipsiz hayal gücümüz, bu mahkumiyete biz faniler kadara razı görünmüyor; en az ölümsüzlük kadar eski olan bu tutkumuzla baş etmek için türlü numaralar sunuyor önümüze.
İşte zaman çarkına çomak sokan insan zihninin, yakın geçmişteki en canlı ürünlerini kadere başkaldıran ya da onunla oyun oynamaya çalışan tesadüfler(!) zinciri sinema senaryoları oluşturuyor. Bu filmlerin yönetmeni ve senaristi genelde aynı kişiler. Yani tek Tanrı. “Madem zamanı geri alamıyorum, içinde gidip değişiklik de yapamıyorum. Etkenliğim yok, sadece edilgenim. Öyleyse bizzat zamanı kurgulayan tarafına geçip, ne olup bittiğini; ‘öyle olmasaydı şöyle olurdu’ sunu ben yazarım.!” Geri döndürülemeyene bir başkaldırı aslında bütün kesişme, çarpışan hayatlar, tesadüf zinciri filmler. Iñárritu ise son on-on beş yılda cazibesi artan bu tarzda ilk “üçlemesi”ni çeken yönetmen olarak sinema tarihine adını yazdırmış durumda. Türkiye’de Paramparça Aşklar Köpekler adıyla gösterime giren ilk filmi Amerros Perros ve ardından izleyiciye “ağır” geldiği yorumları yapılan ikinci film 21 Gram (21 Grams) yönetmenin tarzını sinema seyircisine tabiri caizse gözüne soka soka belletmişti aslında. Bu açıdan bakıldığında, Babil’in (Babel) afişlerinde sadece Alejandro González Iñárritu ’nun adı görmek bile, senaryo tahmini için yeterli bir ipucu. Tek bir odak noktasını, kesişen hayatlarla anlatmakta ustalaşan yönetmen, karakterlerde derinleşmeyi de yakalayarak özgünlüğünden hiçbir şey kaybetmediğini üçlemesinin son filminde de gösteriyor. İşin ilginç yanı Iñárritu dramatik örgüsüyle ilk iki filminde kadere, zamana boyun eğmiş gibi görünse de, son film umudu bir gökdelenin balkonunda yakalıyor. Ya da izleyene bu “yakalamış” hissi verdirtiyor.

Zamanda hapsolduk mu? Geri döndürebilsek, başımıza bela olan o kapıları hiç açmasak neler oldu; bilebilecek miyiz? Henüz cevapsız kalan sorular. Belki de Lola boşuna koşmuyordur bütün film boyunca? Ya da Sliding Doors’ta ki Paltrow gibi tercihlerimiz ne olursa olsun sonuç asla değişmeyecek mi? Yoksa biri arkamızdan sakın gitme diye seslendiğinde durup onun sözünü dinlesek daha mı iyi?
Dip not: bu yazıyı okuyanlar şunu da bayıldı!: http://timeneverdies.blogspot.com/2007/02/2007-akademi-oscarlar-bu-satrlarn-yazld.html

Hiç yorum yok: