27 Temmuz 2007

23-27 Temmuz '07

Artık seçmek, seçmemek, seçim üstüne söylenecek fazla kelam kalmadı. Bir haftadır, daha 5 yıl yetecek kadar seçim analizi okuduk; dinledik. Yaz rehavetiyle Ankara siyasetinin ve ekonominin tatile çıkma zamanı geldi; oy kullanmak için "geri" dönen tüm tatilciler de yazlıklarının yolunu tuttu.

Seçimden herşeyden geriye, bizim aklımızda bir hayat kadını kaldı : Ayşe Tükrükçü.

Eski hayat kadını Ayşe Tükrükççü

Önce milletvekili olmasına yasal engel çıkartmaya çalıştılar. Sonra, "kocası tarafından fuhuşa zorlanmış olmanın" yüz kızartıcı bir suç olmadığına hükmettiler! Sonra, seçim bölgesi olan İstanbul 2. bölgede belki de tek oy alabileceği Zürafa Sokak'ta, seçim propogandası yapmasına, broşür dağıtmasına engel oldular. Haber sitelerine göz gezdirdiğimizde, kendisine destek olanlar, onun için üzülenler çoğunlukta olsa da, bazı aklı evveller "bir insan istemese bu kadar süre bu işi sürdürmezdi, bir kurtuluş yolu bulabilirdi!" şeklinde yorumlar dile getirdiler, seçilirse milletvekilliği sıfatını hak etmediğini de ekledirler! Keşke vergi kaçakçılığı yapsaydı Ayşe Hanım, o zaman layık olurdu milletvekilliği kendisine.

Velhasıl, 2. bölgede çokça desteklenen diğer bağımsızların karşısında Ayşe Tükrükçü 709 adet oy aldı! Ve 10'dan fazla bağımsız adayın gösterildiği (ama hiçbirinin milletvekili yeterliliğinde oy alamadığı (!), ki bu ayrı bir handikap, ayrı bir komedi) 2. bölgede, oy sıralamasında 4. sıraya oturdu Ayşe Hanım. Onun bir web sitesi yoktu, seçim otobüsleri yoktu; hayrattan su, sandviç dağıtamadı. Ama, inancı vardı. Bir ilkti Türkiye seçim tarihinde. Giremedi ceylan derisinden koltuklu TBMM'ye, fakat medeni cesaretin ne olduğunu, tir tir korkulan feminizmin ne olması gerektiğini gösterdi. Kendisini, tüm bu çabası ve direnci için kutluyor, günün birinde şahsen tanışmayı ümit ediyoruz.

Geçmiş de olsa Ayşe Tükrükçü'nün ve gene kendisi gibi seçilemeyen Saliha Ermez'in "seçim vaatlerini" şu adresten okuyabilirsiniz..

Gelmiş geçmiş olsun Türkiye, Limonluk'tan bu haftalık bu kadar; önümüzdeki hafta görüşmek üzere...

25 Temmuz 2007

Sıcak Türkiye...

Merhabalar!

serin limonlarBu sıcaklarda Limonlar iyice ekşiyor. Özellikle kesik limonları ve sıkılmış limon sularını güneş gören yerlerde bırakmayın. Ülke de fazla sıcakta kaldı malum, güneşte kaldıkça ekşimiz artıyor. Bugün, sürekli takip ettiğim bir e-gazetenin (Kahve Molası) editörü Cem Özbatur’ un editör yazısını sizinle paylaşmak istiyorum. Önceki yazılarımda, dış basının “gözünü” az çok aktarmaya çalışmıştım. Cem Bey’in yazısı da, benim sözlerimi yap-boz parçası gibi tamamlıyor adeta...

Fakat, bundan daha önemlisi yazının yanı başındaki video. Bir çok insan seçim öncesi AKP karşıtı kampanyalarda gönderilen bu metinleri okudu, görüntüleri izledi. Belki Tayip Erdoğan’dan hoşlanmayanlar bile, hakkında hazırlanan ve eski konuşmalarından derlenen slaytlardan sıkıldı. (Bu dosyalar genelde, milli duygular sosuyla değil, tamamen para kazanmak için hazırlanıyor-onu da ekleyelim.)

Türk insanı atasözlerini pek bir sever;
"Bir insan yedisinde neyse, yetmişinde de odur!” atasözümüz insanların değişiminin, düşüncelerinin ve kişisel evriminin önüne, “önyargı” duvarını çeken, en sevdiğimiz etiket yapıştıran atasözlerinden biridir. Fakat, ne hikmetse bu kadar olumsuzluğuna rağmen, pek bir rağbet görür.
Sayın Başbakanımızın da vecizleri, atasözlerini kullanmayı seven bir hatip olduğunu göz önünde bulundurursak, belki bu görüntüleri 1 kez daha izlemek daha anlamlı olabilir.

Buyrun, önce Cem Özbatur’un editör yazısından alıntımız:
“ Editör'den : AZINLIK OLDUK AZINLIK!...
Merhabalar,

Bugünleri de gördük ya, ölsem de gam yemem. Biz de azınlık olduk Baskın Hoca, Azınlık Raporunu yeniden basarsan bizi de eklemeyi unutma. Türkiye'de laiklik bir azınlık arzusu olarak görünüyor artık, gözünüzü açın ey ahali!.. Bunu biz söylemiyoruz, Avrupa Amerika söylüyor. Yani bizim burada "aman ne güzel hayat, yan gel yat" olarak tanımladığımız ve oylarımızı verdiğimiz, özünde laik düzen karşıtı zihniyet, dışarıdan pek bizim sandığımız gibi görünmüyor. Memleketi laik ve .... (burayı siz doldurun) olarak ikiye ayıran ben olmadığım için müsterihim ama şu an zafer sarhoşu olanların bu işin müsebbibi olarak rahat uyumamaları gerektiğini söylüyorum.
Dış basında seçim sonuçlarının nasıl değerlendirildiğini şöyle bir hatırlayalım.

"AKP laiklere ağır bir darbe indirdi"
"İmam'dan Türk Meclisine kimyasal bomba. Türkiye İslam'ı seçti."
"Kemalist muhalefet, laiklik ilkesine sığındı, kaybetti."
"Sonuç, laikler ve ordunun dişlerine atılmış bir yumruk."
"Türk halkı laikleri oylarıyla azarladı."

Hoş değil mi sevgili Cumhuriyet mitinginde bayrak sallayıp sonra gidip AKP'ye oy veren laik dostlarım? İşte yaptığınız işin dışarıdan algılanışı bu. Bunu biz içeriden söyledik mi anlamıyorsunuz, belki bunlara kulak kabartırsınız.

Bakın yanda bir video var. Boş bir vaktinizde beş dakikanızı ayırıp izleyin. Tayyip Beyimizin 10 yıl önce yaptığı bir konuşma. Ünlü olduğu için hemen hatırlayacaksınız. Ama bazı sözleri onun ağzından tekrar tekrar duymak belki balık hafızamızı uyanık tutmak için gereklidir. Yarın da kısmet olursa Cumhurbaşkanı adayı olarak yeniden önümüze konulması muhtemel Bakan Gül'ün bir konuşmasını koyacağım. Hoş bugün bir basın toplantısı yapıp aday olup olmayacağını açıklayacakmış. Benim kanaatim olmayacağı yönünde ama olursa bindikleri dalı kesiyor olurlar ki, bu kadar saf olduklarını sanmıyorum…” Cem Özbatur

Dip not: Lütfen, “Halkın yarısının oyunu almış bir başbakanı sindiremiyorsunuz; siz busunuz, siz şusunuz!” tadında forum yorumları yapmayınız. Çeşitli haber sitelerinde, yüzlerce forumda ve zaten youtube’ da bu videonun altında aynıları yazıyor. Halkın 16milyonunu “küçümsemek” de, eleştiri yapıyorken başvuracağımız en son yol, bile değildir. Darbeci de değiliz; zira askeri müdahale demek olan her türlü darbe, bizim e-dergimize de, sizin yorumlarınıza da vurulacaktır. Internet yayıncılığını kullanıp, “laikliği ancak darbe kurtarır” demeyecek kadar aklımız başımızda. Bu Recep Tayip Erdoğan’ı bir karalama yazısı da değil, ki zaten videodaki bizzat kendisidir, dublörü değil!
Objektif gerçeklik, muhalif eleştiriyi haklı çıkartıyorsa, asıl bunun iktidardakiler tarafından göz önüne alınması ve sindirilmesi gerekmektedir.

Saygılar, Sevgiler. Güneşte fazla kalmayın, mümkünse buzdolabına taşının…

23 Temmuz 2007

Aramızdaki Her 2 Kişiden 1'i, Bir Adım Öne Çıksın!

Çıksın da anlayalım; ben değilim, sen değilsin, kim bu her 2 kişiden 1 kişi? Koca koca adamların bu matematik hesabını anlayamıyorum. Herhalde benim aritmetik eksikliğimden kaynaklanıyor; ama, 16milyon küsur insan, sırf seçimsel orana vuruluyor diye nasıl 73milyonun yarısı olabiliyor? "Ayrıklıkçılığa hayır!" derken, "sen değilsen, mutlaka o yanındaki oy vermiştir." hangi barışçı söylemi temsil ediyor? Bir hesap sorusu da yurt dışından : BBC WORLD dünya haberlerini geçerken, (bugün, bir çok dış basın servisinde olduğu gibi) Türkiye'nin seçimine geniş yer verdi. Biri Türk biri Amerikalı olmak üzere ikisi Ankara'dan, bir yabancı muhabirle de Brüksel'den bağlantı kurdular. Konuşmalarda geçen Her 3 Kelimeden 1'i "Secularism" idi. Neden acaba? Ankaralı muhabirler zaferin mimari başbakanın, "laikliğe bağlı kalacağına dair söz verdiğini" en az 3-4 kere tekrarladılar. Alttan geçen haber bandında da “yeniden seçilen başbakan laiklik sözü verdi” cümlesi akıp duruyordu. Elin İngiliz’i takmış laikliğin garantisine.. Önümüzdeki günlerde daha karışık aritmetik hesaplar bizi bekliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için AKP hangi parti grubuna doğru "flatter"* bir tutum sergileyecek? Anayasa değişiklikleri için de benzer hesaplar söz konusu. Borsa şaşkın bir yükselişle 55.000 sınırlarını zorlarken, gittikçe düşen döviz kurlarının ihracatçıya zararının aritmetiğini kim yapacak? Hadi bunlar bir yana, "kentsel evrimleştirme" politikalarıyla, sokağa atılan gecekonducuların her 2'sinden 1'i nasıl gene AKP demiş olabilir? Yani, Türkiye’yi temsil eden 16milyon insan her şeyden memnun, 73milyon adına.. Her 4 kişiden 1’i Çinli’yse, Aramızdaki Çinli Kim? Ortaya çıksın da, biz de rahat nefes alalım, tanıyalım birbirimizi..

*Unutmayalım, dil aritmetiğimize göre de Her 3 kelimemizden 1'i İngilizce. "Demokrasi benim talep ettiğim yönde olduğu sürece iyidir; yoksa kakadır!" a tribute to sosyal demokrasi

21 Temmuz 2007

Harry Potter; En Sonunda!

Harry Potter; En Sonunda!Büyü dünyasını kasıp kavuran, zamanında LOTR'le bile boy ölçüştürülen Harry Potter artık, en nihayet sevenlerini hüzne boğan bir son ile cumartesi sabahı (21 Temmuz 2007) kitapçı raflarındaki yerini alacak. Deathly Hallows'un (Ölümcül Kutsamalar) yayınlanması ile, 7 ciltlik seri bir nihai sona eriyor; ya da 21 Temmuz tarihi için sonun başlangıcı demek daha doğru olacakmış gibi görünüyor.
Genelde, en fazla 3'lemelere alışık olan sıradan roman okurunda, sırf piyasaya çıkış haberleriyle bile aşırı doz etkisi yapan Harry Potter, son kitap Deathly Hallows ile, söylentilere göre internetten ön sipariş patlaması yaratmış durumda. Ya da bu "veri" söylentisinin, kitabın dijital kopyasının internet üstünden paylaşım ağlarına düşmüş olmasıyla da bir alakası olabilir tabii. Bilemiyoruz. Popüler (ticari) edebiyat dedikoduyu sever zira. Tabii 2005 de çıkan 6.kitabın, devam filmi henüz çekilmedi; 7. kitap da yeni yayınlandığına göre gerçek sona daha en az 3-5 yılımız var demektir.
Cumartesi sabahı, gene bir önceki akşamdan kitapçıların kapılarında sabahlamış, kuyrukta birbirini ezmeye çalışan sevimli (!), barış canlısı (!) çocukların çılgın görüntülerini göreceğiz. (Sözüm sana Amerika!) Sanırsınız ki, Charlie’nin Çikolata Fabrikası’ndaki sıvı çikolata şelalesine atlayacaklar kapı açılınca. Bence, bir çocuğun fantastik hayal dünyasında sarelle şelalesi mutlaka olmalı. Neyse ki, “7 ciltte bu kadar büyü öğrendikten sonra, onun da bir sihri vardır elbette” diyor insan. Bizce, “Sihir Bitsin” artık; zira dünyada yeterince algı uyuşması hali hazırda mevcut.

Dip not: Kitabın Türkiye’deki çevirmenleri sayın Sevin Okyay’a ve Kutlukhan Kutlu’ya saygımız sonsuz. Sürçü lisan ettiysek, ustalardan affola; derdimiz edebi esere çamur atmak değil, bir parça daha başka...

20 Temmuz 2007

Murat Belge'den İtalya Kentleri

Akademisyen ve Radikal gazetesi yazarı Murat Belge, gazetedeki siyasi ve sosyal bilimsel yazılarının yanısıra arasıra süpriz yaparak, seyahette olduğu ülkeleri şehirleri anlatır köşesinde. Kendisi bir kaç haftadır yurtdışında, İtalya'da; kelimenin gerçek anlamıyla tatilde..Bir aydır seçim üstüne Türk seçmeninin, politikacısının ve toplumsal-siyasi eğilimlerin analizini yapan Belge, bu yazılarının arasında Torino ve Sardunya kentlerini kaleme almış. İnsana bir rahatlama, bir "başka diyarlar havası" sunan bu yazıları şu linklerden ulaşıp okuyabilrisiniz: Torino ve Sardunya. Kendisinin işinin ehl-i bir gezgin olduğunu eklememize gerek yok herhalde..

Bir Demokrasi Sınavı ve Türkiye’nin İmajı

Merhabalar!
16-Temmuz-22Temmuz haftasının Tortusu kaçınılmaz olarak milletvekili genel seçimleri. Hem seçime gidiş süreciyle, hem seçim propagandaları süreciyle rengarenk bir seçim havası yaşıyoruz haziran başından bu yana. Mazotu 1 YTL’ den verenler mi istersiniz, hamileliği 3 aya indirenler mi? Yoksa, daha da vahim olarak, bir sonraki dönem iktidara gelirse, ülkenin hazır sermayelerini satmaktan başka neyin istikrarını garantilediğini bir türlü anlamadığımız iktidar partisinin “çemkirme” üslubu üstüne kurduğu seçim kampanyası mı istersiniz? Bir yandan ’80 öncesi eski Marksist bağımsızlarla yeniden şekillenme gayreti gösteren sol, diğer yanda bıçak gibi yükselen faşist milliyetçilik…

İçerden manzara özetle böyleyken, yurtdışından birileri bizi izlemeye geliyor! Hatırlatırız, Irak’ın işgalinden sonraki ilk seçimlerde, yığınla AB gözlemcisi, parlamenteri , vesairesi Irak’ta seçim noktalarına akın etmişlerdi. “Acaba bunlar kendi kendilerine doğru düzgün seçim yapabilirler mi, yapamazlar mı?” diye bakmak için.. Onur kırıcı, evet. Şimdi de biz ağırlıyoruz aynı efendileri, doğru seçip seçmediğimizi onaylasınlar diye..
Peki, yazılı basında halimiz nedir? Amerikan’ın en popüler gazetelerinden New York Times’ın 20 Temmuz 2007 tarihli internet baskısında, pazar günkü seçimleri Türkiye’nin genel bir portesini vererek aktarmaya çalışan bir haber-makale gözümüze çarptı. (Çarpmamasının imkanı yok, zira “world” başlığının ilk sırasında bu haber başlığı dalgalanıyor.) Haber-makale gibi bir kategoriyi biz uydurduk çünkü, içinde dozu fazlaca kaçmış yanlı yorum var, ama bir yandan da “bize yabancılar” için haber niteliği de taşıyor.
Orijinal metne şu adresten ulaşabileceğiniz haber, özetle okuyucularına Türkiye hakkında şunları söylüyor: 84 yıldır birbirine ayrılmaz şekilde 3 kutsal terim ile - ordu, cumhuriyet ve onun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk- tanımlanan 73 milyonluk modern Türkiye, bu Pazar ki parlamento seçimlerinde ciddi bir değişimin eşiğinde. Liberal Türkler hakim laik elit kesime ve onun asıl destekçisi orduya sırtlarını dönerek, dini politikacılara ve yeni bağımsız adaylara oylarını vermeyi planlıyorlar. Bu görüşe göre, geçtiğimiz yüzyılın Müslüman kadınların baş örtüsünü kamu binalarında yasaklayan ve farklı etnik kimliklerin kendilerini ifade etmelerini engelleyen katı kuralları geride bırakılmalı.”
Yazının ilerleyen paragraflarında AKP milletvekili adaylarının (tek tek isimleri verilerek) bu sözüm ona yasağa karşı demokrasi yanlısı söylemleri aktarılmış; ve asıl demokrasi sorunun baş örtüsü değil, ordunun siyaset üstündeki varlığı olduğu vurgulanmış. Bu noktanın altına da ordunun geçmişte siyasete 4 kez müdahale etmesi ve nisanda yayınlanan e-muhtıra da eklenmiş. Türkiye’nin ilişkilerinde en etkili konumlarda laik üst sınıf diplomatların, yargı mensuplarının ve ordu mensuplarının 1940’tan beri varolduğu dile getirilirken, karşılarında alt ve orta sınıftan destek gören dini politikacıların durduğu belirtiliyor; ve son 10-20 yılda bu din ağırlıklı partilerin tabanlarının ekonomik ve sosyal statü olarak değiştiği özellikle vurgulanıyor. Bu değişimin örneği de motosiklet kullanan, alışveriş merkezlerinde gezen başörtülü Müslüman kadınlarmış. Oldukça ilginç, vurucu, şaşırtıcı (!) bir sosyal tespit gerçekten. Bir diğer örnek de, başörtüsü takan kadınların kendi yaşıtı olan ama başörtüsüz (!) kadınlardan daha kültürlü olması üstüne verilmiş : başörtülü kadınların daha büyük çoğunluğu Marx dendiğinde Alman düşünürü hatırlarken, başörtüsüzlerin (!) daha büyük çoğunluğunun aklına Marks & Spencer geliyormuş. Gel de sosyal tespitten, sosyal tespit beğen…,
Yazı AKP’ den demokrasi vecizeleriyle devam ediyor ve ilginç bir şekilde Cumhuriyet gazetesinin ve Radikal Gazetesinin reklam filmlerinin karşılaştırmasına geliyor. Radikal gazetesinin “Orijinal Demokrasi” adlı reklam filmi övülürken (ki bu haklı bir övgü kanımızca), Cumhuriyet’inki korkutma politikası üstüne kurulmuş ve ülkeyi asıl meselelerinden uzaklaştıran, statükocu görüşün temsilcisi bir reklam olarak yorumlanmış.
Yazıda sonlara doğru farklı ve akademik bir görüş olarak, tek bir satır cümleyle Ankara Üniversitesi’nden bir akademisyenin, dinin Türk toplumunda ve sosyal yaşantıdaki yerini ifade eden sözlerine yer verilmiş. Ve devamında, bu demokrasi (!) yanlısı haber-makale, ciddi bir AKP propagandasıyla aday milletvekilinin, “AKP Türkiye’nin gerçeğidir, Türklerin bunu kabul etmesi gerekir, ben partinin değişen yüzüyüm,” sözleriyle bitiyor. Size haberin yanında yer alan fotoğraf galerisinden, gözümüze çarpan iki fotoğrafı alt metinleriyle birlikte burada sunmak istiyoruz:

“Başörtülü Müslüman kadınlar, kendilerine kamu binalarını yasaklayan Atatürk’ün posterinin yanından geçerken.”

“Özellikle erken dönem Türkiye yasalarının dışladığı başörtülü kadınlar artık alışveriş merkezlerinde, motosikletlerin üstünde ve araba kullanılıyorlar, ve onlara karşı duran kanunların çoktan modası geçmiş görünüyor.”
“Çarpıtmanın hası ancak bu kadar olabilirdi!” diyor, ve New York Times muhabirlerini bu üstün demokrasi başarısından dolayı kutluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk, bu satırların yazıldığı Amerika’dan daha önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanıyan, onu köreldiği köşesinden çıkartıp insan yerine koyan Atatürk, başörtülü kadınlara kamu mekanlarını yasaklamış?! Mustafa Kemal Atatürk?
Modernleşme hareketinde biçimciliği eleştirebilirisiniz, bu başka bir konudur; fakat kadınlara herhangi kamusal bir mekanı yasaklayan kanunlar çıkartılmamıştır. Hastane kamusal mekan değil mi? Hangi hastaneden içeri girip, fiş almaya giden başı örtülü teyzenin örtüsüne karışılmış şimdiye kadar? Hangi doktor bakmayı reddetmiş? Hangi adliyede başörtülü kadın davaya alınmamış, hangisinde dinlenmemiş? Sivil alanda, sadece eğitim kurumlarında uygulanan bir uygulamayı köşe bucak, her sokağa mal edip, “başörtülü kadınlar artık alışveriş merkezlerinde.” ne demek? Her ülkenin kendi iç mevzuatında, devlet daireleri için kılık kıyafet kararnameleri vardır; beğenirseniz, beğenmezsiniz, memuriyet için uyulması gereken bir takım zorunlu kurallar vardır. Kılık kıyafet yönetmenlikleri de bu kurallardan biridir. Bunları söylerken aptallara konuşuyormuşum gibi hissediyorum, ama bu kadar ciddi bir gazeteden, bu kadar saptırılmış yorumlar ve sözüm ona sosyal tespitler gerçekten kabul edilir cinsten değil. ,
Kısacası New York Times muhabirini okuyan bir Amerikalı, Türkiye’de kendisini laik olarak tanımlayan insanları gayet faşist, anti-demokratik, başörtülü kadınlara da marstan gelmiş muamelesi yapan statükocular olarak düşünebilir ve buna inanabilir.
Böylece, sözlerimizin başına dönecek olursak birilerinin biz acaba doğru mu seçiyoruz, yoksa elimize yüzümüze mi bulaştırıyoruz? diye bakmaya gelmesi, normal bile durabiliyor…
Bu tabloya bakarak “hepimizin sonu hayır olsun” demek ne kadar mümkün bilinmez ama, sön söz olarak: hayırlı seçimler Türkiye. Demokratik Oy Hakkını Kullan!

19 Temmuz 2007

Nerede kaldı dijital devrim?

Bu haftaki teknoloji haberlerinin ilgi çekenlerinden biri, bilgisayar çevre birimlerinden olan yazıcıların dünya piyasasındaki yerini inceleyen istatistiki bir yazı. Radikal gazetesindeki haberin orjinal metnine şu linkten ulaşıp, "2007 kartuş savaşları"nda kopan fırtınayı rakamlarıyla inceleyebilirsiniz.
Fakat, bizim açımızdan ilgi çeken yönü sistem teknolojilerinden ziyade, bu konunun insanoğlunun alışkanlıklarından nasıl beslendiği. Can alıcı cümleyi alıntılarsak: " Sektör araştırmalarına göre dünyada şu an 123 milyon mürekkep püskürtmeli, 25.6 milyon da lazer yazıcı bulunuyor." Yani dijital devrimin Allahını yaşadığımız bu devirde, artık bilimkurgu romanlarındaki ve filmlerindeki gelecek resimleri gerçek hayatlarımıza bir bir kayarken (bkz. akıllı evler-bknz geleceğe dönüş-2), halen basılı olana açlığımız tam yol hızla devam ediyor. Bilgisayar ekranındaki 001001011001'lere inancımız halen tam değil demek ki, illa yazılı bir çıktıyı, dijitalin elle tutulur bir kopyasını beraberimizde istiyoruz. Tanıdığım bir çok insan elinde en azından basılı bir makbuz bulunsun diye, halen havale ödemelerini internet bankacılığından değil, en iyi ihtimalle atm'den yapıyor. 'Söz uçar yazı kalır' sloganı, ülkenin Gsm devinin reklam kampanyasında başrolü kapabiliyor. İnsanoğlu 5000 yıllık alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor...