25 Mayıs 2008

Sinema Kuramlarına Giriş


Sinema kuramlarının ortaya çıkışını öncellikle “kuram” kelimesinin anlamından başlayarak incelemek gerekmektedir. Türk dil kurumunun internet tabanlı sözlüğüne göre kuram: “Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü, nazariye, teori” demektir. Sanat incelemeleri içerisinde de kuramların ortaya çıkışı da ortak bir kabulle Antik Yunan'da Aristoteles’in Poetikası'ndaki tanımlara (Seçil Büker;1989:1), hatta platonun devlet’indeki kimi diyaloglara değin geriye gitmektedir. (Berna Moran; 2000:17).


Bu algılanış içinde sanat eseri daima doğanın, gerçekliğin bir kopyası, benzeri, yansıması olarak ele alınmıştır; en ünlü metafor da “sanatın hayatın aynası” olmasıdır. Bu edebiyattan, tiyatroya her sanat türünde kullanılmış bir tanımlamadır. Pek çok kuramcı, oluşturmaya çalıştıkları kuramlarında sanat eserinin/sanatçının gerçekliği yansıtmadaki başarısını ölçüt almışlardır. Sonrasında toplumlardaki tarihsel ve sosyolojik değişim süreçlerinin sanat eserlerine nasıl yansıdığını, ya da bir sanat eserinin sanat sayılması için hangi estetik, biçimsel özellikleri taşıması gerektiğini, ya da sanat eserinin sanatçıyla doğrudan ilişkisini, veya sanatın toplumu dönüştürmek için nasıl olması gerektiğini vb. durumları inceleyen kuramcılar genelde tek bir odak noktası seçip kuramlarını bu çerçeve içerisinde oluşturmaya gayret göstermişlerdir.

Genelde sanat eserlerinin ortaya çıkmasını takip ederek, belli bir dönem sonra kuramcılar tarafından o sanat dalındaki eserleri nitelendirerek oluşturulan kuramlar, sanat eserini anlamak için nereye bakmamız gerektiğini bize gösteren kılavuzlar gibidir. Her ne kadar belli bir kuramın, kendisine izlek edinen sanatçıyı kısıtladığı iddia edilebilse de Terry Eagleton’ın şu sözleri kuramın herhangi bir sanat dalındaki varlığını perçinler niteliktedir: “..Bir kere bazı peşin hükümler olmadan, bir sanat yapıtını teşhis etme şansımız olmazdı. Tasarrufumuzda herhangi bir eleştirel dil olmasaydı, nereye bakacağımızı dahi bilemezdik…Bir yapıta hiçbir belli açıdan yaklaşmayan, tümüyle tarafsız bir bakış, bir körün bakışından farksız olurdu.”
Bu noktadan hareketle kuramın eseri anlamlandırma süreci içerisindeki önemi yadsınamaz denilebilir. Sinema kuramları da, son sanat olarak kabul edilen sinemayı ve sinema ürünü olan filmleri inceleme alanı olarak seçtiğinden dolayı, kendisinden önce gelen yüzyıllara dayanan kuram ve eleştiri geleneğinden yararlanmış, hatta bazı sinema kuramları doğrudan edebiyat, tiyatro gibi alanlardan sinemaya aktarılmıştır.

James Monaco’nun aktardığına göre , sinema kuramları sinemanın doğuşundan yirmi yıl gibi kısa bir süre sonra ilk ortaya çıktığında, saygınlık kazanma adına oldukça kuralcı metinler ve görüşler içermekteydi; bunlar çoğunlukla nasıl yapılması ve nereye bakılması gerektiğini belirleyen “standartlardı” (Monaco;2002:369) Böylece, hem az sayıdaki yönetmenler tarafından hem de sinema dışındaki düşünürler tarafından şekillendirilmeye başlanan sinema kuramları, asırlarca edebiyat kuramlarının da tartıştığı “biçim mi, işlev mi?” sorusuyla uğraştıktan sonra, taşlar yerine oturmaya başlamış ve biçimi göz ardı etmeden işlevin anlatımına eğilen bir yapıya bürünmüştür.
Dudley Andrew da belli başlı film kuramlarını incelediği kitabında, film kuramının amacını, “film yeterliliğinin şematik bir fikrini oluşturmak olduğunu” belirtir ve “her kuramcının kendi tarzı içerisinde film hakkında kendisine en önemli gelen soruyu ortaya koyup cevap aradığını” ekler. (Andrew; :9-10) Bu yüzdendir ki, biçimci gelenek, gerçekçi kuramlar, ve çağdaş kuramlar olarak üç ana kategoriye ayrılsa da, sinema kuramcıları kendi kategorilerindeki diğer kuramcılardan farklı bakış açılarına sahip olabilirler.
Örneğin, dördü de biçimci gelenek içerisinde ele alınan Munsterberg, Arnheim ve Eisenstein ve Balazs’in odaklandıkları nokta birbirlerinden oldukça farklıdır. Filmin hammaddesi olarak Munsterberg seyircinin zihnindeki psikolojik oluşumu, Arnheim farklı teknolojik yöntemlerle gerçeğin mekanik bir yeniden üretimi olmaktan uzaklaşma oranını, Eisenstein ise seyircilerde çarpıcı bir tepkiye yol açan çekimin unsurlarını temele almaktadır. (Andrew; 2000:35-36, 56). Bu yaklaşımlardan haberdar olarak Bela Balazs bir yandan “tek tek görüntülerin yalnızca montajla önem kazandığını” vurgularken (Büker;1989:15), diğer yandan da içinden geldiği devrimci ve Marksist geleneğe dayanarak (Andrew;2000:101) filmdeki öyküye ağırlık verir. Seçil Büker’in aktardığına göre Balazs, gerçekliğin bir öykü aracılığı ile geçirildiğini savunmaktadır. (Büker:1989;16).
Görüldüğü üzere genelde, tüm biçimcilerin ortak paydada birleştiği bir nokta kurgunun, fotografik gerçekliğin doğruluk veya yanlışlığını ortaya koymasındaki en önemli unsur olduğudur.

Sinemanın hammaddesinin ‘gerçeklik değil, gerçekliğin bıraktığı iz’ olduğuna inan Andre Bazin (Büker:1989;20) ve sinemanın gerçekliği sergilemek için var olduğunu savunan Kracauer (Büker:1989;27) gibi gerçekçi kuramcıları takiben, tiyatrodaki Brecht etkisiyle sinemaya da çağdaş kuramlar girmiştir. Göstergebilimci Fransız Christian Metz ve onun İngiltere’deki karşılığı Peter Wollen (Monaco;2000:400), gerçeklik ve biçimci geleneğin sentezini kurmaya çalışan Jean mitry (Andrew:208), sinemaya psikanalitik okumayla yaklaşan Jung, Lacan ve Zizek gibi kuramcıların da sinemayı ele alırken eğildikleri odak noktaları birbirlerinden oldukça farklıdır.
Görüldüğü gibi özellikle, çağdaş kuramcıların her birinin kuramı, farklı uzmanlık alanı gerektirecek kadar geniştir. Ve her bir kuramcı algının arkasında yatanın peşine düşmüştür. Öte yandan 1920-30’lerdan sonra tüm bu kuram tartışmaları kendine Avrupa’da yer bulmuştur; popüler sinemanın beşiği Amerika soyut kuramsal tartışmalardan daima uzak kalmıştır. Kuramsal tartışmanın yerine eleştiri geleneğine yönelen Amerikalı sinema yazarları, Monaco’nun aktardığına göre 80’lerden sonra güçlü kuramsal yaklaşım çıkartmamıştır (Monaco;2000:400).
Öte yandan bir başka yaklaşım olarak, üçüncü sinema kuramı ortaya çıkışı (Solanas ve Getino), şekillenişini, içeriği, ve doğduğu Arjantin dışındaki diğer ‘üçüncü dünya’ ülkelerini etkilemesi bakımından da farklı ve devrimci bir “kuramdır”. Baskı altında yaşayan ve dış ülkelere bağımlı olan ulusların bilinçlenme hareketlerine paralel olarak, sinema devrimci niteliği her şeyin önüne çıkan, var olan düzene başkaldırı öğeleri içeren bir anlatım ve teknik bütünlüğü içerisinde ele alınmıştır.
Sonuçta, sinema filmleri hangi kuram açısından ya da hangi kuramcı tarafından ele alınırsa alınsın, bir filmin hangi yönlerden hangi kurallara göre çekilmesi gerektiğinin; hangi kurallar kullanıldığında seyircide nasıl bir etki bıraktığını, bu etkinin gerçeklikle, psikolojiyle, toplumsal ve siyasi yönlerle nasıl bir ilişkisi olduğunu anlama çabası ile ele alınmışlardır. İnsanoğlu her yeni kavramı birtakım kurallar düzeneği ile belirlemek ve ona göre hareket etmek ister; yedinci sanat sinema da bu insani içgüdüden bu kuramlarla payına düşeni almıştır.
Kaynakça
Andrew, J. Dudley Sinema kuramları : an introduction / İstanbul : İzdüşüm Yayınları, 2000.
Büker, Seçil Film ve gerçek, Eskişehir : Anadolu Üniversitesi , 1989.
Eagleton, Terry Kuramdan sonra = After theory / çev. Uygar Abacı.Imprint İstanbul : Literature , 2004.
Monaco, James. Bir film nasıl okunur? : sinema dili, tarihi ve kuramı ; çev. Ertan Yılmaz ; İstanbul : Oğlak yayıncılık , 2002.
Moran, Berna. Edebiyat kuramları ve eleştiri İstanbul : İletişim, 2002

Hiç yorum yok: