28 Ağustos 2008

Bu Ağustos Bitmenden...

2008'in sekizinci, yazın son ayı Ağustos bitmeden aşağıdaki listeden kendinize bir hediye verin ve bu haftasonu bitmeden birini mutlaka yapın!



Pera Müzesi'de Mayıs başında açılan Joan Miro sergisi bu pazar bitiyor, acele edin!


İstanbul'un görece serin geçen bugünlerinde sahilde bisiklet sürün.
Anadolu yakasında Bostancı sahilinden başlayıp, Pendik'e kadar devam eden sahil yolu bisiklet severler için hem güvenli, hem de ada manzaralarıyla tam seyirlik bir orta.
Avrupa kıyısında herhangi bir bisiklet yolu bulunmamakla birlikte, Beşiktaş-Ortaköy-Bebek hattını izleyerek Sarıyer'e kadar pedallayabilirsiniz.





Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde pul olan paramızın Osmanlı'dan bu yana tarihini görün.




Malum Ramazan geliyor; gerçi özgür(!) bir ülkedeyiz ama pazar olmadan bir akşam Ortaköy sahilinde için, köprü ışıklarını seyrederek boğazın keyfini sonuna kadar çıkartın. Zira başka İstanbul yok.


Ortaköy ters ise Nevizade'de takılın...



Eminönü'nden Ramazan alışverişi yapın. Özellikle alışveriş için cumartesi gününü seçin, ve gününüzü görün:)) İzmir'deyseniz adresiniz Kemeraltı çarşısı olsun.

Yaz sonu indirimleri de bitmek üzere. Bu hafta yaz eksiklerinizi tamamladınız, tamamladınız. Yoksa önümüzdeki bahara kadar yaz sezonunu beklemek zorundasınız, bizden hatırlatması.. (Gerçi ay sonu daha maaş almadan hem Ramazan hem indirim alışverişi nasıl olur ben de bimiyorum, deneyip göreceğiz...)

Ve son olarak incir yiyin! Ağustos bitiyor ve doğal olarak incirlere de vda ediyoruz. Yeşil ya da siyah incir hangisinden bulabiliyorsanız, yumulun ve doya doya incir yiyin. Ucuz incir için marketleri değil, semt pazarlarını tercih edin.
Aman ipin ucunu kaçırıp da sindirim sisteminizi alt üst etmeyin. Bizden söylemesi;)


Herkese serin ve mutlu bir eylül başlangıcı dileriz...

Fotoğraflar: Wow istanbul, wikimedia ve müzelerin kendi web sitelerinden alınmıştır.

27 Ağustos 2008

İroni...

Dave Freeman, Hızlı Yaşadı Genç Öldü
Hayatın ironisi bu değilse, nedir sormak istiyorum sevgili Limonlukçu'lar...

'Ölmeden önce yapmanız gereken 100 şey' kitabının yazarı, hazırladığı listedekileri tamamlayamadan öldü.







"Published in 1999, Dave Freeman's “100 Things” was one of the first contemporary books to create a travel agenda based on 100 sites and then market it with a title that reminded mortal readers that time was limited."





Onunu bile yapsanız yeter şu kısa hayatta
California’daki evinde düşüp kafasını çarparak ölen 47 yaşındaki yazar Dave Freeman, 'Ölmeden Önce Yapılması Gereken 100 Şey'den sadece 50’sini yapabildi.

Sanırız, Okunması Gereken 1000 Kitap, İzlenmesi Gereken 1000 Film ve Ziyaret Edilmesi Gereken 1000 Yer'in yazarları ve editörleri daha dikkatli olmalı..

Haber ve video Kaynak: NTVMSNBC.com

Fotoğraf : LA Times


24 Ağustos 2008

İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı-1

“İnsana uzanan araçlardan birisi olarak sinemanın da görevidir öyleyse faşizmi sorgulamak ve onunla savaşmak...” Ali Gevgilili


Giriş
Yeni gerçekçilik, tanım olarak, II. Dünya Savaşı sonrasında İtalya'da gelişen ve savaşa yol açan nedenleri, savaş boyunca ve sonrasında ortaya çıkan toplumsal sorunları gerçekçi bir biçimde işlemeyi hedefleyen eserlerin verildiği, sinemayı olduğu kadar edebiyatı da etkilemiş olan akımdır. (1)

Sinema-toplum ilişkileri göz önüne alındığında, İtalyan yeni gerçekçiliği akımı bu alanda incelenebilecek en açık örneklerden biridir. Çünkü “bu akımın doğup geliştiği yıllar (1935-1950), İtalyan toplumunun Faşizm ile yeniden biçimlendiği ve II. Dünya Savaşı'nın getirdiği sıkıntılarla yoğrulduğu bir dönemdir.”(2), ki savaş dönemlerinin ve sonrasında yaşanan sıkıntıların (ve değişimlerin) savaşın hem öznesi hem nesnesi olan bizatihi toplum fertleri üstünde bıraktığı izler siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşantıya doğrudan yansımaktadır. Bu bağlamda, İtalyan yeni gerçekçiliği bu ortam içerisinde sadece düşünsel ve sanatsal bir hareketin ürünü olmakla kalmamış, toplumsal beklenti ve ihtiyaçlara cevap vermeye çalışarak toplumsal sorunları temel bir endişe olarak görmeyi seçmiştir. Ayrıca Yeni gerçekçilik akımı her ne kadar ulusal eksende başlamış olsa da, diğer ülke sinemaları üzerinde (3) ve sonrasında da üçüncü dünya sinemasının oluşmasında etkili olmasıyla uluslararası bir nitelik kazanmıştır. (4)

Bu bağlamda yeni gerçekçiliğin sinemadaki yankısını incelemeden önce, İtalyan faşist dönemi, savaş yıllarının koşullarına ve bu koşulların sinemadaki yansımalarına değinmek gerekmektedir. Makalenin ikinci aşamasında yeni gerçekçilik akımı detaylı biçimde ele alınıp, sonuç bölümünde üçüncü dünya sineması üstündeki etkisi bağlamında akımın uluslararası önemine değinilecektir.

Faşist Dönem İtalya’sı ve İtalyan Sineması

Avrupa tarihinin şahit olduğu en kanlı ırkçılık vahşetlerinden birinin sorumlusu olan Almanya, yönetimdeki diktatörlük rejimi ele alındığında yalnız değildi; Nasyonel Sosyalistler 1930’lu yıllarda iyice güçlendiklerinde, Mussolini, İtalya’da 1925’ten beri etkin olarak görev başındaydı. Her iki ülkenin de, faşizme teslim olmasının temelde ortak bir nedeni bulunmaktadır: Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve büyük bunalım yılları sırasında yönetimde olan sol partiler, ekonomik bunalımlar gerektiği gibi başa çıkamamışlardır; toplumdaki huzursuzluğu ve yoksulluğu fırsat bilen milliyetçi partiler ise, sol partilerden umudunu kesen ve aslında tek derdi ekonomik sıkıntı olan halkı kendi yanlarına çekmeyi başarmışladır. (5)

1925'ten sonra İtalya’nın liberal çevreleriyle bağını koparan Mussolini, katı diktatörlüğe giden adımları teker teker atmıştır. Anayasal kurumlar ve özgürlükler göstermelik bir düzeye çekilmiştir; hükümet sadece alınan kararları uygulayan, parlamentoya karşı sorumsuz bir organa dönüştürülmüştür. Sendikalar üzerinde kesin bir denetiminin kurulmasını 1926’da partilerin kapatılması izlemiştir. İtalya artık adım adım bir polis devleti olma yolundadır. 1928'de çıkarılan seçim yasasını, faşist ideolojinin yoğun propagandası izler; sinema da dahil olmak üzere her türlü yöntemin kullanılması da ‘mubahtır’.

Bu süreçte İtalyan sinema endüstrisi sadece denetim altına alınmakla kalmamış, İtalyan sinemasını faşist yönetimin çıkarları doğrultusunda geliştirmek için bir takım önlemler alınmıştır. Peyami Çelikcan bu dönemi şu maddelerle özetler (6) :
1. Hükümet tarafından büyük bir film stüdyosu (Cinecittâ) (7) kuruldu ve bir sinema okulu (Centro Sperimentale di Cinematografia) açıldı (8);
2. Hükümet büyük sinema stüdyolarına parasal destek sağlayarak denetlemeye çalıştı (Direzione Generale per la Cinematografia) (9);
3. Kamu bankaları film yapımcılarına yalnızca propaganda filmleri için değil, popüler ve sanatsal filmler için de kolay krediler vermeye başladı. Bu ekonomik yardım, film yapımını kolaylaştırdı;
4. Hükümet Amerikan filmlerini yasaklayarak İtalyan sinemasını geliştirmeye çalıştı. İtalya'da gösterime giren bütün yabancı filmlerin İtalyanca seslendirilmesi
zorunluluğunu da getirerek sinema sektöründeki iş hacmini arttırmaya yöneldi.
Yerli sinema endüstrisinin güçlenmesine zemin hazırlayan bu düzenlemeler, milliyetçi faşizmin -kendi çıkarına yönelik olsa da -bir nebze ‘olumlu’ etkisi olarak okunabilir.

Bu girişimlerin yanı sıra Mussolini , oğlu Vittorio'yu İtalyan sinema endüstrisinde önemli görevlere getirmiştir. Tüm amacı, Almanların Triumph des Willens (İradenin Zaferi Leni Riefenstahl, 1935) ve Sovyetlerin Potemkin Zırhlısı (Sergei Eisenstein, 1925) filmleri gibi bir İtalyan sinema klasiği yaratmak olan Mussolini (10), propaganda hedefine ulaşmak için sinema tarihinin en büyük bütçeli filmi olarak gösterilen Scipiune Africano (1937) isimli filmi Carmino Gallone'ye çektirmiştir. Fakat, Musollini’nin Etiyopya’daki başarısını perçinlemek için çektirilen film, komik hatalardan dolayı bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.(11)Bu girişim, düş kırıklığı yaratmış olsa da, Musollini’yi sinemayı propaganda aracı olarak kullanmaktan vazgeçirmemiştir. Aksine, daha büyük alt yapı yatırımları, film okulları, yönetmen ve oyuncu ithaline yönelik maddi desteklerle İtalyan sinemasını kendi arzuladığı noktaya çıkarmaya çalışmıştır.

Morandini aktardığına göre, 1930-1943 arasında yapılan 722 filmin 30'unda faşist propaganda oldukça belirgindir. Yazar, bu tarz filmleri dört kategoriye ayırmıştır (12):
• Yurtsever ve/veya askeri filmler
• İtalya'nın "Afrika misyonu”yla ilgili filmler
• Kostümlü dramalar
• Anti-Bolşevik ve anti-Sovyet propaganda filmleri

Yeni gerçekçiliğin neyin karşısında durduğunu anlamak için bu dönem sinemasının niteliklerine de gene Morandini’nin aktardıklarıyla kısaca değinebiliriz (13):

“Bu filmlerdeki üslup farklı türlere bölünmüştü; filmler yıldız kültüne dayalıydı ve profesyonel bir yazar figürü olarak yönetmen imajı sadece tek tük başarılarla gelişti. Temel türler komedi, melodram ve kostümlü-tarihsel dramaydı. Komediler sıkıcı ölçüde duygusal ve özellikle 1937'den sonra saçmalık derecesinde lüks içinde yaşayan, türe adını veren parlak "beyaz telefonlar”la konuşan, heyecansız karakterleri olumlayan ve gerçekliğin reddine dayanan, ciddiyetsiz, ahmakça filmlerdi. Yönetmenlik en alt seviyedeydi, filmlerin setleri ve dekorlar rengârenk vitrinlerle aynı beğenideydi…”

Sonuçta Musollini resmi elden ne yaparsa yapsın, okullarda faşizme karşı aydınlanan genç sinemacıları resmi sinema olanaklarından uzak tuttuğu için – ki sinemacıların kendileri de Musollini’nin kuklası olarak çalışmayı reddetmişlerdir - o dönem İtalyan sinemasını amaçladığı düzeye getirememiştir. Faşizm döneminde, sinema ortamında kendi çıkarttıkları kuramsal eleştiri dergisiyle (Corrento) tutunmaya çalışan genç yönetmenler (ve onların açtıkları bu düşünsel yol), Musollini devrildikten sonra, deneyimli sinemacılarla güçlerini birleştirip İtalyan sinemasını, sinema tarihine yazdıracak filmler çekilmesini sağlamışlardır. (14)Bir anlamda Musollini’nin dileği, ters açıdan da olsa gerçekleşmiştir.



Sinema cephesinde devlet eliyle hem baskı hem destekleme beraber sürerken, savaş ve siyaset cephesindeyse, Musollini İtalya’sı 1936'da Etiyopya'yı işgal eder, Nazi Almanya’sı ile yakınlaşarak Roma-Berlin Mihveri (1938) imzalanır; 1939 yılındaysa Arnavutluk işgal edilir ve Almanya ile Çelik Pakt imzalanır. Fakat 1940'ta savaşa dâhil olan İtalya, Almanya kadar hazırlıklı olmadığından askeri harekâtların çoğunda başarısızlığa uğramıştır. İtalya'da faşist rejime karşı gelişen tepkiler 1943'te çığ gibi büyüyen işçi grevleriyle iyice su yüzüne çıkmıştır. Müttefiklerin Sicilya çıkarmasının ardından Mussolini'nin istifaya zorlanmasıyla faşist rejim hızla çökme sürecine girmiştir. Bunun sonucu olarak, İtalya Eylül 1943'te Müttefiklerle koşulsuz ateşkes imzalayınca, Hitler yarımadaya hemen Alman birlikleri göndermiştir ve İtalya siyasi yönetim olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzeyde Faşist Parti'nin kalıntılarına dayanarak kukla bir rejim kurulurken, Müttefiklerin işgaline giren güneyde Hıristiyan Demokrat Parti, Sosyalist Proleter Birlik Partisi ve İtalyan Komünist Partisi ile bir dizi küçük parti Roma'da Ulusal Kurtuluş Komitesi'ni oluşturmuştur. Ulusal Kurtuluş Komitesi'nin örgütlediği Direniş Hareketi, İtalya'nın Nisan 1945'te Nazi işgalinden kurtulmasında önemli rol oynamıştır. Hazırlanan yeni anayasa halkoylamasıyla kabul edilmiş ve yapılan genel seçimlerde Hıristiyan Demokrat Parti çoğunluk oylarıyla çıkmıştır.(15)

Siyasal düzen kurulmuş gibi görünse de savaş sonrası İtalya'da toplumsal yaşam büyük bir çöküntü dönemine girmiştir. Siyasal değişimler ve yeniden yapılanmanın yanı sıra İkinci Dünya Savaşı ülkede ekonomik düzende büyük zararlara yol açmış; bunun doğal bir sonucu olarak sosyal hayatta işsizlik ve yoksulluk halkın her kesimini ciddi biçimde etkilemiştir. İşte, İtalyan yeni gerçekçiliği ülkenin ve toplumun bu karmaşa, sıkıntı ve işgal dönemini yansıtan eserlerini doğurmuştur ve bu akım edebiyat ve diğer sanat dallarında görülmekle birlikte en güçlü şekilde sinemada temsil edilmiştir.(16)




Dip Notlar:
1. ANA BRITANNICA: Genel kültür ansiklopedisi. Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 22 sf : 365
2. Peyami Çelikcan yeni gerçekçilik Sinema akımları / A. Acarsoy ; der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997. Sf:147
3. A.g.e
4. Esra Biryıldız, Zeynep Çetin Erus, Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması, İstanbul :2007 Es Yayınları sf:10
5. ANA BRITANNICA : Genel kültür ansiklopedisi, Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 12Sf:154
6. Peyami Çelikcan Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları / A. Acarsoy ; Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997.
7.8.9. Morando Morandini, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003. Sf:406

10. Peyami Çelikcan Avrupa Sineması Ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Toplum Bilim Dergisi Sayı:18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay. Sf: 85
11. Peyami Çelikcan yeni gerçekçilik Sinema akımları / A. Acarsoy ; der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997. (Yazar burada verdiği detaylarda eski Roma üzerinde telefon direklerinin olduğunu, Roma askerlerinin kollarında saat göründüğü söylemektedir. Bu detaylar, akla ister istemez Türk sinemasında tarihinde kadraja uçakların girdiği, kol saatli ‘Kara Murat’ filmlerini hatırlatmaktadır.)
12. Morando Morandini, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003. Sf:408
13. A.g.e. sf:410
14. Peyami Çelikcan Avrupa Sineması ve İtalyan yeni Gerçekçiliği, toplum bilim dergisi sayı:18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay. sf: 86
15. ANA BRITANNICA : Genel kültür ansiklopedisi, Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 12 Sf:154
16. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:39


KAYNAKÇA

ANA BRITANNICA : Genel kültür ansiklopedisi, Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 22

Biryıldız Esra, ; Erus, Zeynep Çetin, Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması,
İstanbul :2007 Es Yayınları

Chansel, Dominique “Ulusal Ve İdeolojik Nefret: İkinci Dünya Savaşı” ,Beyaz Perdedeki Avrupa Tarih Öğretimi Ve Sinema Çev. Nurettin Elhüseyni İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları Haziran 2003

Çelikcan, Peyami Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları / A. Acarsoy ; Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997

Çelikcan, Peyami Avrupa Sineması ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Toplum Bilim Dergisi sayı 18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay.

Gevgilili, Ali Çağını Sorgulayan Sinema Ankara : Bağlam, 1989
Monaco James Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi Ve Kuramı Sinema, Medya Ve Multilmedya Dünyası Çev. Ertan Yılmaz Oğlak Yay. İstanbul:2002

Morandini Morando, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003.

Orr, John Sinema ve modernlik; çev. Ayşegül Bahçıvan Ankara : Ark yay, 1997

Sivas, Ala İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004

Teksoy Rekin, Sinema Tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005.



23 Ağustos 2008

İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı-2

YENİ GERÇEKÇİLİK AKIMI

İçinde bulunduğu tarihsel, ekonomik ve toplumsal durumlarla, dile getirdiklerinin paralelliği göz önüne alındığında, yeni gerçekçiliği “çağının tanığı sinema akımı” olarak tanımlamak mümkündür. Yapaylığa baş kaldıran bu hareketin, “savaşın yıkımlarıyla büyük bir sarsıntı ve yoksulluk içine düşen İtalyan toplumunun sorunlarına eğilme gereksiniminden ve faşist dönemin ‘beyaz telefonlu’ filmlerine tepki olarak” (1) doğduğuna birinci bölümde değinmiştik. 1930'lar İtalyası’nda faşist yönetimin desteği ile çekilen entrika üzerine kurulmuş hikâyeler, mutlu sonlar artık geride kalmıştı; zira hayatın acı deneyimleri İtalyan toplumunun günlük hayatının bir parçası olmuştur.



Sivas yeni gerçekçiliği şu bakış açısıyla yorumlamaktadır:
“bir okul veya bir sanat kuramı olmaktan çok, dönemin sinemasında savaş yorumu İtalya ve Direniş gerçekliğine bakışın, onu temsil edişin yeni bir yolu ve gerçekçiliğe yönelimin bir parçasıydı. Sadece dönemin tüm sorunlarıyla doğrudan yüzleşme değil, bu sorunlara olumlu bir çözüm önerme ve bireylerin davaları ile toplumun davasını "halk öyle olmasını istediği için" birleştirme dürtüsüyle de farklıydı” (2)
Mussolini döneminden gelen yönetmenlerden biri olan (3) Roberto Rosselini, sinema tarihçileri tarafından yeni gerçekçilik akımının ilk ve en önemli örneği olarak kabul edilen “Roma, Citta Apertta”nın (Roma, Açık Şehir) çekimlerine 1944 sonlarında, Alman Nazileri ülkeye girdikten 2 ay gibi kısa bir süre sonra (4) başlamıştır. İşgal altındaki bir ülkede film çekmenin zor koşulları aslında akımın özelliklerini oluşturan unsurlara da dönmüştür. Zira yönetmen Rosselini ve senarist Cesare Zavattini'yi profesyonel olmayan oyuncuların, gerçek mekânların kullanılması gibi sinema dilinin alışık olmadığı yöntemler kullanmak zorunda kalmışlardır. Birçok araştırmacının ortak bir dille belirttiği gibi, Rosselini Roma, Citta Apertta'yı çekerken, bir sinema filminin çekimi için gereken teknik imkânları oldukça sınırlıydı; ne stüdyosu, ne yeterli ışık kaynağı, ne de yeterli ham film stoku bulunmayan bir dönemde Rosselini, sokaklara çıkıp çekimlere devam ettiğini, makaralardan artan parçalarla (5) çekimleri sürdürdüğünü anlatmıştır. Rekin Teksoy da, yeni gerçekçi filmlerin bu ortam koşullarından kaynaklanan ortak özelliklerine “açık havada, güneş ışığı altında ve çoğu kez profesyonel olmayan oyuncularla çekilmiş olmasını” göstermektedir. (6)
Yeni gerçekçiliğin anahtar filmi olarak kabul edilen “Roma, Citta Apertta”nın konusu özetle şöyledir:
“İtalya, 1944 kışı ve ilkbaharı; müttefik kuvvetlerin ilerleyişi ağır aksak bir seyir izlerken, açık şehir ilan edilmiş Roma'yı hâlâ ellerinde tutan Almanlar, geriye kalmış faşist milislerin işbirliğiyle katı bir sıkıyönetim uygulamaktadırlar.
Film, direniş şebekesine mensup üç kişinin trajik öyküsünü anlatır: Mühendis, entelektüel ve aynı zamanda militan komünist olan Manfredi; hayırsever rahip Don Pietro ve basit matbaa işçisi Francesco.
Gestapo'nun her yerde aradığı Manfredi, saklanmak için Francesco'nun evlenmeye hazırlandığı dul Pina'nm evine sığınır. Yerine getirmesi gereken önemli bir görevi de Don Pietro'ya devreder. Bu arada Pina'nın küçük oğlu Marcello da dahil mahallenin erkek çocukları gelişigüzel sabotaj eylemleri düzenlemektedirler. Bu durum böyle kontrolsüz yurtseverlik eylemlerinin sonuçlarından kaygı duyan anne babaları çok kızdırır. Manfredi'nin saklandığı yer sevgilisinin ihbar etmesiyle ortaya çıkar. Çıtkırıldım ve uyuşturucu müptelası bir müzikhol dansözü olan bu kadın, bir Alman casusunun oyununa gelmiştir. Almanlar yöreyi kuşatır. Francesco tutuklanır ve bir kamyona bindirilip götürülür. Pina çığlıklar atarak arkasından koşar, ama oğlunun gözleri önünde kurşunlanarak öldürülür.
Kısa bir süre sonra yakalanan Manfredi SS subaylarınca işkenceden geçirilir ve tek bir söz söylemeden ölür. Evine aldığı bir Avusturyalı kaçak askerle birlikte tutuklanmış olan Don Pietro, arkadaşının şehit oluşunu seyretmeye zorlanır. O da bilgi vermeyi reddettiği için ölüm cezasına çarptırılır. Ölüme doğru götürülürken, mahallenin çocukları bir yurtseverlik ezgisini ıslıkla çalarak ona eşlik ederler. İnfaz mangası ateş etmekte duraksadığı için Alman subay ensesine bir kurşun sıkarak idamı gerçekleştirmek zorunda kalır.” (7)

Rekin Teksoy, “Yönetmenin amacı dokuz ay boyunca Nazi boyunduruğu altında inleyen Roma halkının dramını vermektir. Film bu dramın belgeseli olur.” sözleriyle Rosellini’nin birebir yaşananları aktardığının bir daha altını çizmektedir. Dükkândaki yiyeceklerin satışını durdurarak, stoklayan fırıncının fırınının yağmalanması, bir-iki somon ekmek için insanların birbirini ezmesi; Alman subayları muhbirlik yapan şarkıcının siyah bir kürkle ‘ödüllendirilmesi’; son sahnede aslında vahşete tanık olan çocukların, rahibin öldürülmesine üzülseler de günlük yaşamdan bir sahne seyretmişler gibi görünmeleri filmin çarpıcı ve gerçekçi karelerinden bir kaçıdır.

Teksoy filmin başarısını,
“Rossellini'nin kendi ülkesine yönelik içeriği, evrensel bir boyut yakalar…Filmin başarısı, top-lumun değişik katmanlarını baskıya karşı aynı amaçta birleştirmesinde, toplumun yeni dengelerini gerçekçi bir anlayışla yansıtmasında yatar.” (9)
sözleriyle nitelendirmektedir.
Rossellini Roma Açık Şehir’den sonra, gerçekliğe bir belgeselcinin duygulardan arınarak nesnelliğiyle yaklaşmış ve böylece yeni gerçekçiliğin ilk döneminin eriştiği doruk nokta olmaya hak kazanan (10) Paisâ (1946) ve 13 yaşındaki bir çocuğun "ölüm yolculuğunu" anlattığı donuk, nes-nel, duygulara yer vermeyen gerçekçiliğinin en karamsar örneği sayılan (11)Almanya Yıl Sıfır (Germania anno zero, 1947) filmleri ile savaş üçlemesini tamamlamıştır. (12)

Yeni gerçekçi hareketin bu en özgün yönetmeninin yanı sıra, akımın başlıca eserleri arasında Vittorio De Sica'nın ayakkabı boyacılığı yaparak yaşamaya çalışan iki çocuğun suç işleyerek hapishaneye düşmeleri ve yaşadıkları acı gerçeklerle yüzleşmeleri anlattığı, Sciusciâ ('Sokak Çocukları', 1946); savaş sonrasının toplumsal yaşamında görülen işsizlik ve yoksulluk temasını hırsızlık yapmak zorunda kalan bir babanın içine düştüğü durumla anlatan Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette, 1948); ve emekli maaşıyla geçinmeye çalışan yaşlı bir adamın hikâyesinin anlatıldığı Umberto D (1952) filmleri gösterilebilir. (13) Özellikle “Bisiklet Hırsızları” filmi sadece yeni gerçekçilik akımı için değil, tüm sinema tarihinde de kendine önemli yer bulmuş bir eserdir (14).


Gevgilili senaryoda Zavattini’nin, yönetmenlikteyse De Sica’nin büyüleyici bir denge oluşturduğunu belirttiği filmin gerçekçi yaklaşımını şu sözlerle değerlendirmektedir:
“…Oyuncuların çoğu ömürlerinde ilk kez kamera önüne çıkan sokaktan seçilmiş insanlardır; işsiz yoksul adamı oynayan oyuncu ömrü boyunca bir daha hiçbir filmde görülmeyecektir bile... Filmin dekoruysa, tüm kenttir. Kentin bütün sokakları, konutları, kilise ve karakolları, stadyumu, köprüsü... Çoğu kez, bunalmış, yorgun bir kentin kurşun gibi çarpıcı görüntüleri altında, en küçük bir gösterişe yer vermeksizin canlı bir başka göz gibi ortalıkta gezinir durur kamera... Ne görkemlilik, ne düş, ne söylev ya da 'herhangi bir siyasal bildiri. Bisiklet Hırsızları, katışıksız bir insan duyarlık ve gözlemciliğinin, kendi türünde bir daha asta ulaşılamayan belgesidir.” (15)



Rekin Teksoy, “Bisikleti çalınan Antonio'nun gittiği yerlerde, konuştuğu kişilerde tanık olduğu ilgisizlik, filmin boyutunu sıradan bir hırsızlığın sınırlarından çıkararak, toplumsal bir sorunun evrenselliğine ulaştırır.” (16) sözleriyle filmin evrenselliğini bir kez daha vurgulamaktadır. Rossellini'nin anlatımından farklı olarak, De Sica’nın “siyasal, duygusal ve geleneksel öykü düzenlerini etkili bir biçimde birleştirdiği” söylenebilir. (17)


Üç filmde de De Sica senarist Zavattini ile çalışması filmlerindeki gerçekçi dilin en üst seviyeye çıkmasını sağlamıştır. İkilinin Umberto D filmine bakış açılarını yorumlarken Teksoy, içinde bulundukları toplumsal süreci nasıl gözlemlediklerinin altını bir kez daha çizmektedir:

“Zavattini için gerçekçilik, ‘her gün tanık olduğumuz toplumsal adaletsizliklere bir buçuk saat süreyle bakmak yürekliliğini gösterebilmektir’. Zavattini-De Sica ikilisi bunu yapar. Ömrünü mesleğine harcamış olmaktan başka bir özelliği olmayan, yapayalnız bir emeklinin, toplumun ilgisizliği karşısında onurunu koruma çabasını gözlemler. Zavattini ile De Sica, toplumsal adaletsizliği vurgulamak için, karamsar bir anlatımı yeğlerler.” (18)

Öte yandan 1942 yılında çektiği anti-faşist tavırlı filmi Ossessione ile gerçekçi akımın ilk örneklerinden birini vermiş olan Luchino Visconti, Sicilyalı balıkçıların yaşam koşullarını konu alan filmi La terra trema, (Yer sarsılıyor 1948) ile akımın tüm özelliklerini yansıtan önemli bir filme daha imza atmıştır (19). Morandini, eleştirmenlerin ağzından filmi ‘büyüleyici Marksist gizemler oyunu olarak’ tanımlasa da, film hem çekim aşamasındaki hazırlıklarla (yönetmen filmde oynayan balıkçılarla tanışmış, onlarına arasında yaşamıştır) hem de çekim sürecinde halktan insanları oldukları gibi yansıtmasıyla (20) şu övgüye layık görülmüştür:

“Gerçekten de, Visconti, Verga'nın romanını Marksist bir görüşle yorumlarken, estetik kaygıları öne çıkararak, Yeni Gerçekçiliğin öbür örneklerinden ayrılan bir film yapmıştı.. Çetin doğa koşullarının çarpıcı bir biçimde verildiği filmde, romancı Verga'nın ezilmiş kahramanları, Visconti'nin elinde sö-mürünün bilincine varıyor, yazgının değişmez sanılan kurallarına karşı çıkabileceklerini kavrıyorlardı.” (21)

John Orr “Sinema ve Modernlik” adlı kitabında modernizm sinemadaki varoluşsal ve gerçekçilik yansımalarını ele alırken İtalyan yeni gerçekçiliği, için modernizm bakış açısına dayanarak eleştirmen Andre Bazin’in saptamalarını aktarır:

“İtalyan yönetmenlerin diğer bir çekici yönü, onların ortak olan şeyleri kullanmalarıydı. Ossessione, Rome, Open City, Bicycle Thieves ve La strada'da dış çekim yerlerinde gördüğümüz kalabalık sahneler, yeni sinemanın, topluluğu büyük bir açıklık ve doğallıkla ayrıntılı olarak filme alan bir sinema olduğunu gösterir. Yeni sinema, Rossellini ve De Sica'nın filmlerinde özgürleşme adına savaşa ve acıya katlanan zulme uğramış topluluğu selamlar*. Böylece bu sinema, yalnız bireyin öznelliğinden ve yalıtılmışlığından ya da Alman Dışavurumculuğuna egemen olan Metropolis’in robot işçileri veya ortak olan her şeyin kaba kuvveti, sert adaleti ve vahşeti simgelediği M’nin kötü niyetli yeraltı dünyası gibi kitlelerin görüntülerinden uzaklaşır.” (22)

Bu karşılaştırma aslında her ikisi de büyük dünya savaşların neticesinde doğmuş olan, ve her açıdan yaralı, sıkıntılı halklara hitap eden iki sinema akımın farklarının görülmesi açısından önemlidir.
Ali Gevgilili de yeni gerçekçiliği irdelediği “Yeni Gerçekçi Anlayış Modern Sinemaya
Neler Kazandırdı?” başlıklı makalesinde yeni gerçekçiliği sinemasal boyutta iki temel özellik üstüne oturtmaktadır:
1. Yeni-Gerçekçilik toplum ve insan gerçeğinin dolaysız yakalanışını, özellikle Batı'lı sinemada o ana kadar var olan bütün kaygıların önüne yerleştirmiştir. Sıradan insana gösterilen saygı açısından, toplumsal ve siyasal davranışların ortaya konulması yönünden böylece yeni, özgür ve dinamik bir tutum doğuyordu.

2. İnsanı bir ideal'e indirgemek yerine yaşadığı toplumsal kesit içinde olanca boyutlarıyla vermeyi yeğleyen yeni gerçekçilik, kaçınılmaz biçimde yeni bir estetik de oluşturmuştur. Sessiz sinemadan gelen klasik kurgu anayışının plastik malzemeyi değerlendirmeye yönelmiş parçalı, kesik anlatımı karşısında, Yeni Gerçekçilik ile «alan derinliği»ni veren, insanı yan yana bulunduğu öteki insanlar ve günlük ortamıyla zaman birliği içinde yakalamaya yönelen, süssüz olduğu ölçüde etkili yeni bir sinema dili ge-lişmiştir. (23)

James Monaco da Yeni gerçekçiliğin akım son bulmuş olsa da halen daha süren etkisinden “Estetik olarak Hollywood bir daha asla tam olarak kendine gelemedi.” (24) sözleriyle değinirken Gevgilili’nin saptamalarını destekler niteliktedir.

Ali Sivas’ın aktardıklarına göre de, Sovyet Sinema-Göz kuramından, Fransız gerçekçilik okulundan, İngiliz belgesel sinemasından etkiler taşıyan yeni gerçekçilik akımı, Rosellini-De Sica’nın (ve bir ölçüde Visconti’nin) omuzları üstünde yükselmiş ve 1950’li yıllara gelindiğinde, ‘Yüksek’ sanat sineması düzeyinde, bayrağı Fellini - Antonioni ve Visconti üçlüsü devralmıştır(26). Öte yandan Visconti, 50'li yıllarda Yeni Gerçekçi anlatımdan uzaklaşarak kendine özgü romantizmiyle çalışmalarına devam etmiştir.

Dip Notlar:
1. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:39
2. A.g.e. sf:40
3. Peyami Çelikcan Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları / A. Acarsoy ; Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997 Sf:150
4. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:45
5. James Monaco Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi Ve Kuramı Sinema, Medya Ve Multilmedya Dünyası Çev. Ertan Yılmaz Oğlak Yay. İstanbul:2002 sf:287
6. Rekin Teksoy. Sinema Tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:171
7. Dominique Chansel, “Ulusal Ve İdeolojik Nefret: İkinci Dünya Savaşı” ,Beyaz Perdedeki Avrupa Tarih Öğretimi Ve Sinema Çev. Nurettin Elhüseyni İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları Haziran 2003 sf:30-31
8. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:173
9. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:173
10. A.g.e.
11. A.g.e
12. Morando Morandini, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003. Sf:411
13. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:46
14. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:277
15. Ali Gevgilili. Çağını sorgulayan sinema Ankara : Bağlam, 1989 sf:85
16. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:278
17. Peyami Çelikcan Avrupa Sineması ve İtalyan yeni Gerçekçiliği, toplum bilim dergisi sayı:18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay. sf: 87

*(Koyulaştırma orijinal metinde yoktur.)

18. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:279
19. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:44
20. Peyami Çelikcan Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları, Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus Yay. 1997 sf:153
21. Rekin Teksoy. Sinema tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005. Sf:280
22. John Orr Sinema ve modernlik; çev. Ayşegül Bahçıvan Ankara : Ark yay, 1997. Sf:71
23. Ali Gevgilili. Çağını sorgulayan sinema Ankara : Bağlam, 1989 sf: 232-233
24. James Monaco Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi Ve Kuramı Sinema, Medya Ve Multilmedya Dünyası Çev. Ertan Yılmaz Oğlak Yay. İstanbul:2002 sf:288
25. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004. Sf:39
26. Morando Morandini, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003. Sf:414

KAYNAKÇA

ANA BRITANNICA : Genel kültür ansiklopedisi, Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 22

Biryıldız Esra, ; Erus, Zeynep Çetin, Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması,
İstanbul :2007 Es Yayınları

Chansel, Dominique “Ulusal Ve İdeolojik Nefret: İkinci Dünya Savaşı” ,Beyaz Perdedeki Avrupa Tarih Öğretimi Ve Sinema Çev. Nurettin Elhüseyni İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları Haziran 2003

Çelikcan, Peyami Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları / A. Acarsoy ; Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997

Çelikcan, Peyami Avrupa Sineması ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Toplum Bilim Dergisi sayı 18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay.

Gevgilili, Ali Çağını Sorgulayan Sinema Ankara : Bağlam, 1989
Monaco James Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi Ve Kuramı Sinema, Medya Ve Multilmedya Dünyası Çev. Ertan Yılmaz Oğlak Yay. İstanbul:2002

Morandini Morando, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003.

Orr, John Sinema ve modernlik; çev. Ayşegül Bahçıvan Ankara : Ark yay, 1997

Sivas, Ala İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004

Teksoy Rekin, Sinema Tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005.


21 Ağustos 2008

İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı-3


Yeni Gerçekçilik Akımının Sonu ve Üçüncü Dünya Sineması ile İlişkisi

Faşist döneminde engellenen zamanın genç sinemacıları, 1950’li yıllarda özgür biçimde sinema endüstrisine adım atınca yeni gerçeklikte, farklı yorumlar ve bakış açıları getirmişler, yeni yol ayrımlarının oluşmasını sağlamışlardır. (1)


Ayrıca değişen tarihsel koşullar da, toplumdaki beklentileri de paralellinde etkilemiştir. Sivas’ın aktardıklarına göre İtalya hem politik hem ekonomik olarak bir bölünmüşlük ve değişim sürecine girmiştir. Politikada Hıristiyan Demokratların başa gelmesi, anti-faşist cephenin zayıflamasına neden olmuş; ülke iki düşman kampa bölünmüştür. Ekonomik alandaysa İtalya, bir tarım ülkesinden bir endüstri ülkesine dönüşürken aynı zamanda kuzey ile güney arasındaki ekonomik ve toplumsal dengesizlik artmaya başlamıştır.
Sonuçta, 1950'lerin kültürel ortamını hareketsizlik, dincilik ve iki cephe arasında bölücü çatışma belirler ve yeni gerçekçi sinema gerçekte olduğundan daha fazla bir muhalefet sanatı ve kültürü olarak algılandığından dolayı egemen sınıfın hedefi haline gelmiştir. (2) Akım tartışmaları sanatsal düzeyden ideolojik düzleme doğru kaymıştır. Tüm bu değişimler kaçınılmaz olarak yeni gerçekçi akımın yerini, farklı bakış açılarına bırakmasına neden olmuştur. Akımın öncüleri (Luchino Visconti, Roberto Rosselini ve Vittorio) ve diğer yönet-menleri (Giaconio Gentilomo, Aldo Vergano, Alessandro Blasetti, Alberto Lattuada, Luigi Zampa, Renato Castellani, Pietro Germi, Giuseppe De Sautis) 50'li yıllarda gerçekçi anlatımdan uzaklaşmışlar ve farklı türlerde deneme çalışmalarına devam etmişlerdir; öte yandan, akımın yönetmenleri 60'lı yılların yeni İtalyan sinemasının temellerini atmışlar ve 60'lardan günümüze kadar uzanan sürede oluşturulan tüm gerçekçi yaratımlar için bir okul görevini üstlenmişlerdir. (3)
Sonuç olarak, gerçeklik ve estetik anlatımı birleştirerek sinema diline yeni kalıplar getiren ve diğer ülke sinemalarının da gelişimine etkisi olan bu akımın hem dünya sinemasında hem de İtalyan sinemasında önemli etkiler bırakmıştır. Öyle ki, üçüncü dünya sinemasının ortaya çıkmasında ve gelişmesinde İtalyan yeni gerçekçiliğinin etkileri yadsınamaz boyuttadır.
Üçüncü Sinemanın kökeni İtalyan yeni gerçekçiliğinin kökeniyle, her ikisinin de İkinci dünya savaşının yarattığı ortamın sonucu olmasından dolayı benzerdir. Yeni Gerçekçilik İtalya’da yaşanan zulme başkaldırıyken, onun asiliği, sömürge olan üçüncü dünya ülkelerinin savaştan sonra verdiği anti-emperyalist mücadele açısından sinema cephesine ışık tutmuştur.
Toplumsal konumları açısından yeni gerçekçi sinemaya yakın olan üçüncü dünya sinemacıları orta sınıf üyesi, kentli ve genellikle Batı tarzında, eğitim almış ve pek çoğu ve İtalya’da bulunup yeni gerçekçilikle tanışmış yönetmenlerdir. Zeynep Çetin Erus üçüncü dünya sinemasını incelediği makalesinde İtalyan yeni gerçekçiliğinin Üçüncü dünya sinemasına ‘çekici’ gelmesini “benimsenen üretim biçimi ve yeni gerçekçi yönetmenlerin duruşu” olarak ikiye ayırmaktadır. (4) Yeni gerçekçiliği açıklarken ilk dönemlerde zorunluluktan (Rosellini- sınırlı maddi imkan) sonrasında da tercihen (De Sica) belli yöntemlerin (dış mekânlarda, amatör oyuncularla çekim) kullanıldığını ve yönetmenlerin içinde yaşadıkları sefalet ve yoksulluğu sinema anlatımlarıyla gerçekçi biçimde aktarmayı başardıklarını belirtmiştik. Üçüncü dünya sinemasını oluşturan yönetmenlerden, örneğin Arjantin’li Fernando Birri sinemasındaki gerçekçiliği “kamerayla gerçekçi bir şekilde belgelemek, azgelişmişliği halkın bakış açısından filme almak” şeklinde ifade etmiştir. Küba’nın ve Brezilya’nın bu akımdan etkilenen önemli yönetmenleri de (Tomâs Gutierrez Alea ve Nelson Pereira dos Santos gibi) yeni gerçekçiliğe çok şey borçlu olduklarını belirtseler de üçüncü dünya sineması yönetmenlerinin aklındaki ideolojide “ulusal bağımsızlık, halk savaşı ve kimlik kazanımı” gibi sorunlar vardır. (5)



Sonuç
Sonuç olarak, Hollywood’un seyirciyi eğlendirmeye (ve uyutmaya) yönelik melodramlarında, ya da Avrupa’nın birey odaklı sinemasında arzuladıkları siyasi (ve hatta anarşik) yönü bulamayan sinemacılar, gene Avrupa sinemasının bir parçası olan ama döneminin çıplak gerçekliğini sunan anti-faşist yeni gerçekçilik akımına kendilerini daha yakın görmüşlerdir. Bu etkileşim, ulusal bir sinema olan İtalyan yeni gerçekçiliğinin, uluslararası bağlamdaki önemine bir kez daha işaret etmektedir.
Son söz olarak Yeni Gerçekçilik hem biçim hem içerik açısından dönüm noktası teşkil ederek, İtalyan sinemasının dünya sinema sahnesine çıkmasını sağlamıştır; hem getirdiği farklı bakış açılarıyla- ve ‘her koşulda film çekilebilir’ iddiasını kanıtlamış olmasıyla- uluslararası alanda ‘ezilmişlerin’ sinemasına ilham kaynağı olmuştur.

Dip Notlar:
1. Peyami Çelikcan Avrupa Sineması ve İtalyan yeni Gerçekçiliği, Toplum Bilim Dergisi sayı 18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay.sf: 88
2. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay, 2004. Sf:42
3. Ala Sivas İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay, 2004. Sf:43
4. Esra Biryıldız, Zeynep Çetin Erus, Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması, İstanbul :2007 Es Yayınları Sf: 24
5. A.g.e.sf:23-24


KAYNAKÇA

ANA BRITANNICA : Genel kültür ansiklopedisi, Ana yayıncılık A.Ş. İstanbul: 2000 Cilt 22

Biryıldız Esra, ; Erus, Zeynep Çetin, Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması,
İstanbul :2007 Es Yayınları

Chansel, Dominique “Ulusal Ve İdeolojik Nefret: İkinci Dünya Savaşı” ,Beyaz Perdedeki Avrupa Tarih Öğretimi Ve Sinema Çev. Nurettin Elhüseyni İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları Haziran 2003

Çelikcan, Peyami Yeni Gerçekçilik Sinema Akımları / A. Acarsoy ; Der. D. Derman. Ankara : Med-Campus A126 Proje Yayınları, 1997

Çelikcan, Peyami Avrupa Sineması ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Toplum Bilim Dergisi sayı 18 İstanbul: Ocak 2005 Bağlam Yay.

Gevgilili, Ali Çağını Sorgulayan Sinema Ankara : Bağlam, 1989
Monaco James Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi Ve Kuramı Sinema, Medya Ve Multilmedya Dünyası Çev. Ertan Yılmaz Oğlak Yay. İstanbul:2002

Morandini Morando, Faşizmden Yeni-Gerçekçiliğe İtalya : Dünya sinema tarihi / editör, Geoffrey Nowell-Smith; çev. Ahmet Fethi. İstanbul : Kabalcı Kitabevi, 2003.

Orr, John Sinema ve modernlik; çev. Ayşegül Bahçıvan Ankara : Ark yay, 1997

Sivas, Ala İtalyan Sineması İstanbul : Es Yay., 2004

Teksoy Rekin, Sinema Tarihi İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005.





20 Ağustos 2008

Erişimi Engellenen Siteler ve Muz Cumhuriyeti'nin Dayanılmaz Ağırlığı

İnternet alemi geçtiğimiz haftadan bu yana sivil bir protesto girişimine tanık oldu.
Protesto dediğin de askeri olmaz ki zaten güzel kardeşim? Biz hep darbelerin askeri olabileceğini öğrendik ama sivilinin de olabileceğini sağolsun devlet büyüklerimiz öğretti. Her neyse bu yazının konusu bambaşka...

Farkındaysanız internetin en büyük video paylaşım ağı youtube tabir-i caizse süresiz olarak kapatılmış durumda. Nasıl bir hakaret videosuymuş anlamadık gitti! Sitenin yönetimi kaldırdıkça kendini her gün yeniden kopyalıyor herhalde, ki halen daha pür-i pak bir site olmadığına kanaat getirdiğinden olsa gerek, sayın Türk Telekomumuz ve hukuki mercilerimiz youtube'u bizim ahlaki değerlerimize halen aykırı görüyor.
Bakıyorum anasayfadaki ibare 05/05/2008 tarihini gösteriyor. 5 Mayıs! bugünün tarihine bakıyoruz 20 Ağustos 2008.
Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos! 4 ay, tam 4 aydır Youtube kapalı. Burası Muz Cumhuriyeti bile olsa şimdiye kadar olumlu bir gelişme olurdu. Sanırsam youtube yönetimi Türk mercilerine karşı artık pes etmiş durumda. Adamlar hukuki süreçle ne kadar boğuşursa boğuşsun sükunet 2-3 haftayı geçmediği için, artık oluruna bırakmışlar gibi geliyor bana. Youtube'u bile kendimize benzettik velhasıl.

Halbuki kullanıcıların içerik oluşturduğu en sıradan sitede bile "şikayet et!" butonu/linki var. Tıklıyorsunuz, şikayetiniz değerlendirmeye alınıyor ve gerçekten şikayetin geçerli olacağı bir durum varsa o içerik, yazı, resim, video farketmez, kaldırılıyor. Okuyucu yorumları da bu süzgece dahil üstelik. Fakat muhtemelen bi tek youtube'un haberin yok böyle bi uygulamadan ki, sayın savcılarımız şikayetlerini ancak Turk Telekom eliyle kapatarak bildirebiliyor.




Fakat Youtube Türkiye'de gönderildiği karanlıkta yalnız değil. kliptube.com, dailymotion.com, neden kapatıldığı anlaşılamayan diğer siteler.
Öte yandan, Türk Telekom'un bu ilgili kapatma dairesinin başında olan yetkililerin, bilgisayar ve internet teknolojileri hakkında ne kadar donanımlı olduğunu sorgulatacak başka bir vaka daha yaşanmıştı. wordpress.com, blogger.com ve blogcu.com gibi blog hizmeti veren siteler bilindiği üzere size bir subdomain verdiğinde adresiniz bilmemne.wordpress/blogger/blogcu.com oluyor. Peki ben bu gereksiz ve en temel, en basit bilgiyi neden hatırlatma ihtiyacı duyuyorum? Çünkü wordpress.com altında hazırlanmış ve zararlı görülen bir blog kapatılınca diğer hiç bir wordpress.com uzantılı sayfaya ulaşamıyoruz!! Mükemmel bir teknoloji anlayışı. Bir gün blogger.com uzantılı bir site, herhangi bir nedenle kapatılırs,a Limonluk.net'e de "normal" yollardan ulaşamayacağınızı hatırlatayım. Kısacası, 'mantık'ı mumla ara ki bulasın..

Tüm bunlara cevaben geçtiğimiz haftalarda http://anafikir.com/ sitesi kendisini kendi iradesiyle kapatarak, sessiz bir protestonun başlamasına vesile oldu.
Ve bu protestoya katılmak isteyen her site için açık kodlu bir kampanya başlattı.
Kodu sitesinin yedeğini alarak ilgili yere kopyalayıp, yapıştıran her site sahibi kendi iradesiyle kendisini kapadı. Kampanya bu gece saat 24.00 itibariyle bitiyor ve şuan, yani saat 9 sularında kendi kendisini kapatan site sayısı 439 olmuş durumda. hedef 200 olarak belirlenmişken, iki katını çoktan geçmiş durumda.
"Kapatılan" siteler arasında sinema.com, zargan.com, elmaaltshift.com ve eksiduyuru.com gibi yabana atılmayacak siteler var. Ama asıl destek onlarca blog yazarından geldi.

Limonluk'a gelirsek,
Bir haftadır sağlık sorunlarından dolayı internetten uzak kaldığım için bu protestodan geç haberim olu. Yoksa hali hazırdaki sitelerimi kapatıp, destek olmak isterdim.
Gerçi ben kapatmasam da birileri Limonluk.net'i muhalifliğinden dolayı eninde sonunda Türk Telekom'a şikayet edip, kapattıracaktır. Belki de Ergenekoncu olarak fişlenmişizdir bile. Edebiyatçı ve sinemacı kimliğimizin altında muhalif düşünceler besliyoruz zira.
Parti kapatmak tüm özgürlüklere aykırıdır, ama keyfi olarak site kapatmak bu kapsam dışındadır. Zira burası Patagonya Cumhuriyeti. Burda elinizi kolunuzu sallayarak 1 trilyonu iç edebilirsiniz; bir zamanlar eteklerinizi öpen öğrenciniz sizi affeder nasıl olsa. Zira kendisi de aynı ulvi yolun yolcusu olduğundan anlayışla karşılayacaktır durumunuzu.

Burası öyle bir Muz Cumhuriyeti ki, size tam 15 yıl sonra tanınacak bir toplu ödeme hakkını (KEY ödemeleri) 15 yıl öncesinden öngöremeyip, eşinizden (ya da vefat eden aile büyüğünüzden) kazara miras falan kaldıysa, geri ödeneceğini bilmediğiniz bu parayı veraset intikalinde belirtmediğiniz için cezai ödeme yapabilirsiniz. Çok mu karışık geldi? KEY ödemesinin yüzde bilmem kaçını bildirmediği veraset cezası olarak maliyeye geri ödeyenler ne dediğimi çok iyi anladı; anlamayanlar onlara sorsun. Buarada siz de kayıp trilyonların nerelere kaybolduğunu düşünedurun... Birileri de karşınızda afiyetle o muzları yemeye devam etsin...

Ne kadar zamandır Limonluk'un yüzü bu kadar ekşimemişti. Türkiye gündeminde daha onlarca konu var değinilmesi gereken, fakat bu yazının sınırları Muz Cumhuriyetlerinde aylarca kapalı kalabilen sitelerle sınırlı kalsın.
Sağlıcakla kalın,
bu sıcaklarda bol bol limonata için...

7 Ağustos 2008

İşbankasının Nostaljik Kumbaraları...

Küçükken hangimizin antika bir kumbarası olmadı ki? Biriktirebileceğimiz kadar paramızın olduğu, "tasarruf kelimesinin öğretildiği yıllarda, çocuklara kumbara hediye etmek adettendi..
Nerdeyse üç kuşağın çocukluğundan hoş bir seda olan bu haberi orjinal haliyle paylaşmak istedik...




"15 Eylül'e az kaldı" diye de son bir hatırlatmada bulunalım....
Kaynak: Radikal

6 Ağustos 2008

Gelenekten Modernizme Katalan Şiiri Üzerine

Adnan Özer
VIII. yüzyıldan itibaren Latince'den ayrılmaya başlayan Katalanca, İtalya’nın kuzeybatısındaki Pirenelerin eteklerinde konuşuluyordu. Sonradan ispanya'nın içerilerine doğru göç başladı.
İlk Katalanca edebi metin olan Homilies d'Organya'nın ortaya çıkışı için XI. yüzyıl beklenecektir...

Oluşum dönemi öncesi tekil örnek olarak sayılan bu eseri bir yana bırakırsak Katalan edebiyatının ilk örnekleri XII. yüzyılda ortaya çıkan "trobadur" denilen gezginci halk ozanlarının şiirleridir. Bu şarkı/şiir geleneği Güney Fransa'dan İtalya'ya, oradan da tüm İber Yarımadasına yayılmıştır. Kadim Katalonya topraklarında bu Provence aşk şarkıları ve şiirleri geleneğinin önemli bir etkisi olmuştur.
Katalan şiiri başlangıçta Provence geleneğinden etkilenmiş olsa da, kendine has yorumunu ve kimliğini Ramon Llull (1232-1315) sayesinde kazanmıştır. Ortaçağ'ın en önemli figürlerinden biri olan Ramon Llull, Mallorca'da doğmuştur. Ailesi Barselona'lıdır. Gençliğinde trobadur şiirleri yazmış, sonradan mistik bir yola girmiştir. Amacı iyi Hıristiyan olarak dini ve felsefi eserler vermekti. Latince ve Katalanca dillerinde 250'ye yakın kitap yazdı. Bütün Akdeniz'i gezdi. Kuzey Afrika'da Arapça öğrendi. Mallorca'da Doğu dillerinin öğrenilmesi için bir dil okulu da açtı. Felsefi yazılarını bir Latin dilinde yazan ilk yazar olarak Katalanca'nın gelişmesinde büyük pay sahibi oldu.
1397-1459 tarihleri arasında yaşamış olan Ausias March, romantik şiir tarzını daha felsefi bir seviyeye çekmiştir. Ramon Llull Katalan dili için bir temel iken, Katalan ruhunu yansıtan büyük akis de Ausias March'tır (1397-1459). Aşk acısı, ölüm ve vehmin büyük şairi diye anılır. Ausias March'ın en önemli eseri Paginas del Cancionero-Şarkıcının Sayfaları önce 1539 yılında Valencia'da, daha sonra Katalanca olarak 1543 yılında basılmıştır. (Katalanca basımı yapılan ilk kitap Bakire Meryem'e methiyeler içeren birkaç yazarlı bir eserdir. 1474, Valensiya.) "Et eti ister, ve devası yoktur bunun,.../ Yitirdim tenin zevklerini/ ruhunkilere de ulaşamadım" diyen March ispanyol ve Fransız romantik şairlerini oldukça etkilemiştir. Francoise Villon, Jorge Manrique, ve Baudelaire isimlerini özellikle vermek gerekir.
Batı edebiyatları arasında Katalan edebiyatı, her ne kadar 'minör' ve 'preferi'de bir edebiyat gibi görülse de Grek ve Roma metinlerindeki iletinin taşınmasında olduğu gibi, Rönesans'ın da İber Yarımadası'na girmesinde oynadığı kilit rol ile incelemeye değerdir.
XVI. yüzyılda başlayan Barok dönem XVII. ve XVIII. yüzyıllar boyunca sürecektir. Barok döneminin başında Katalan edebiyatı, başlangıcında olduğu gibi yeniden ve yoğun olarak Fransız kültürünün etkisi altına girecektir. Öte yandan İspanyol Barok tarzı da XVII. yüzyılın ortalarından başlayarak olanca verimiyle yükselişe geçecektir. Edebiyat dili olarak Katalanca’nın gelişimi bu dönemde İspanya Kraliyet dili olan Kastilyanca karşısında duraksamaya uğrar. (Siglo de Oro-Altın Çağ denilen klasik İspanyol şiirinin en uzun dönemi, Rönesans ve Barok'u da kapsayacak şekilde bu tarihsellik içinde yerini alır. Lope de Vega, San Juan de La Cruz, Luis de Gongora ve Francisco ûuevedo gibi bu dönemin önemli şairlerini anmak gerekir.) Yine de bu dönemde Francesc Fontanella ve Rafael d'Amat i de Cortada gibi Katalan kültürünü ve şiirini geliştiren önemli şairler çıkmıştır.
Bir din adamı olan Jacint Verdaquer (1845-1902) XX. yüzyıl Katalan şiiri için itici güç oldu. Onun epik eseri Canigo Katalanca'ya tekrar güç verirken, Sum Vermiş adlı şiir kitabı, Baudelairevari tarzıyla modern şiirinin kapısını araladı.

XX. yüzyılın başlamasıyla Katalan Edebiyatı modernizm periyoduna girmiştir. Rönesansla kuvvetlenen Katalan Edebiyatı bu dönemde sanatın her kolundan etkilenmiştir. Katalan şiiri asıl modern halini 1860'da Barcelona'da doğan Joan Maragall sayesinde almıştır. Nietzsche'yi İber yarımadasında ilk çeviren kişi olan Maragall, Goethe ve Nietzsche'yi de kapsayan romantik sembolist geleneği Katalan Edebiyatı'na tanıtmıştır. Şiirleri, makaleleri ve konuşmaları toplumu derinden etkileyen Maragall, Çağdaş Katalan şiirinin en önemli şiirlerine imza atmıştır. Bu şiirlerden en önemlileri "La vaca cega" ve "Cant espritual"dır. En önemli eseri ise epik bir şiir olan "El comte Arnau"dur.

Katalan şiirinin öncesi ve sonrası ise Josep Carner'le belirlenir. Form ve ironi ustalığı onun XX. yy.'ın en önemli şairleri arasında anılmasını sağlar. Aynı zamanda psikolojik nazımın önünü açmıştır. 1921'de diplomat olan Carner, dünyayı dolaştıktan sonra Brüksel'de yaşamaya başlamıştır ve 1970 yılında burada ölmüştür. Eserlerinde "Noucentisme" ve "Klasik" edebiyat anlayışlarını birleştirmiştir. 1920'lerden itibaren post-sembolist modellerden etkilenmeye başlamıştır.

Çağdaş Katalan şiirinin bir diğer ana kaidesi, "El mestre-Usta" denilen Carles Riba'dır. Valery ve Mallarme gibi şairlerden etkilenen Riba, "Noucentisme" ile post-sembolist şiir tarzlarını birleştirerek, daha hümanist ye saf bir şiir tarzı elde etmiştir. 1939'da İspanya'daki faşizm zaferinin ardından gerçekleşen Katalan sürgününün en önemli eserlerinden biri olan "Elegies de Bierville"i (1942) yazmıştır. Aynı dönemlerde yaşayan Josep Maria de Sagarra şiirinde lirik, satirik ve epik formları birleştirmiştir. Muhteşem anlatım ve plastik yeteneğiyle son derece görsel, canlı ve müzikal şiirler yazmıştır.

İç Savaş sonrası Franko diktatörlüğü döneminde "Katalan Ulusal Şairi" olarak anılmaya değer görülen Salvador Espriu'yu anmadan geçmek olmaz. Çağdaş Katalan tiyatrosunun en önemli eseri olan Primera historia d'Esther'in yazarı olan Espriu, Avrupa'nın önemli edebiyat çevrelerince Nobel Edebiyat Ödülü'nü en çok hak eden Katalan yazarı olarak değerlendirilecektir. Döneminde Katalan edebiyatı için paradigma olarak kabul edilen Josep Pla ve büyük gerçeküstücü şair Josep-Viçenç Foix modern Katalan şiirinin taçları arasındadır.

1960'lardan günümüze Katalan Edebiyatı, gerilimler, tartışmalar ve sosyal dönüşümlerle bölünmüş bir toplumu yansıtır. Savaş sonrası dönemde yasaklanan Katalanca ve Katalan kültürü 1960'larda tekrar tanınmıştır ve Katalan edebiyatı kendini göstermeye başlayabilmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli şiirsel akım "Açık uçlu" şiirdir. "Açık uçlu" şiirlerin en önemli temsilcisi Joan Vinyoli'dir. 60ların sonundan itibaren tanınırlık kazanan Joan Vinyoli, savaş sonrası Katalan şiirinin en önemli temsilcilerinden olmuştur. Bu tarz şiirin diğer iki önemli temsilcisi ise Josep Palau i Fabre ve Joan Brossa'dır. Josep Palau i Fabre şiiri gerçekliğin sınırlarının keşfedilmesi için bir araç olarak görmektedir. Joan Brossa ise 1970'lere kadar neredeyse hiç tanınmayan marjinal bir şairdi. O zamana kadar sadece bazı görsel sanat sergilerinde eserlerini sergileyebilen Joan Brossa, "Poesia Rasa" adlı 1943 ve 1959 seneleri arasında yazdığı on yedi kitaplık şiir seçkisi ile büyük beğeni toplamıştır. Karmaşık ve alışılmamış bir şiir anlayışının yaratıcısı olan Brossa'nın edebiyat anlayışı limitsiz sanat olarak özetlenebilir. Şiir anlayışı her şeyi kapsayıcı olduğu için, sahnesel şiirler, görsel şiirler ve obje şiirler yaratmıştır.
Kısa yaşamında, üç şiir kitabıyla unutulmaz izler bırakan, eski şiir anlayışlarını adeta ortadan kaldıran Gabriel Ferrater (1922-1972) için 'ikon' denilebilir. 1938 doğumlu Joan Margarit ise Çağdaş Katalan Şiiri'nin yaşayan en önemli temsilcileri arasındadır.
Kaynak: 1. Uluslararası İstanbul Şiir Festivali Kataloğundan alınmıştır.