11 Haziran 2007

An important connecting theme of this course has been that ‘gender is more than sex, and that is it socially constructed’. Write an essay where you discuss your understanding of this statement. In your essay, you need to refer to and quote from at least four different readings assigned for four different lectures in this course.
First of all, in dealing with the gender concept and its origins in society one should accept that any knowledge or taboos on that issue are just creations of human mind. Such inventions are essential in order to establish a firm community. For instance, marriage institution is one of them, besides gender construction. In social construction of gender, there are various topics and forms of studies. For instance, creating self-fulling prophecies and nonverbal behaviors of gender types are two telescopic issues of constructed gender. In self-fulling prophecies basically a person or a group of people act in the way which they are expected to do by the dominant part of the community; additionally, they assume (or seems to assume) the actions as natural parts of their body & life. Briefly, as a result, the dominant side is proved to be right. From the gender point of view, self-fulling prophecy may be exemplified by a commonly known instance: women behave according to the sexist or nonsexist personality of an employer in the job applications. In researches of von Bayer, Sherk & Zanna1 (from Doing Gender) “women are proved to wear more frilly clothing, more jewelry, make up and perfume, when they believe they were to be interviewed by a sexist man.” Furthermore, in my opinion non verbal behaviors are also strict components of these pre-assumed predictions. For instance, in business life, a female worker (secretary, waitress etc.) is supposed to smile much more than a male co-worker does, indicates the searches of Kennedy and Camden.2 On the contrast, if a woman does her job without a sincere smile on her face, she possibly be labeled as a glum or even bad-tempered person. Thus, “women seem to feel a greater obligation to smile than men do”, say the reports of La France. One more serious point about non verbal behaviors is the sitting styles of two genders. as a personal instance, I have been taught to sit like a nice lady(!) with my legs firmly closed. Otherwise, it would not be appropriate for a girl to open her legs like boy (!). Consequently, I did in the way my mother wished; and all prophecies of other people were full-filled by my “lady style” sitting. However, I could never understand why I should sit such an uncomfortable way. Worse, as long as I have grown up and become a teenager with all my female properties, it was impossible to open my legs again when sitting in a group of people. Anyone might think that I was full of sexual desire and implying to have it. On the contrast, firstly my father and all other male members of society were free to sit however they pleased. And they still are. And they will be till eternity. Thus, they full-fill such another assumption that the men have the power, the domination; and that comfortable sitting style supports his authority. (to some extent, that is a Freudian reading, but the powerful phallus image is inevitable here.) Then, providing that these gender differentiations root to the very first of our childhood, we should investigate a little bit of history: from being an embryo when our social gender is figured out by our parents. First of all, the whole clothes, the “lovely” baby-room, and toys are chosen pink or blue according to the ultrasonic diagnosis of the boy or the girl. Many researches (by Shakin&Sternglanz, Pomerleau, etc.) carried out all around the world provide that instinctual behaviors of parents.3 Afterwards, the name is chosen, appropriate for each sex. (At that point “language and gender” construction plays its first role that if parents choose a little famine name for their boy, his life will be ruined from the start.) After a couple of days the baby was born, the government certificates the gender as blue or pink (In Turkey). When the baby grows up to the consciousness and linguistic level (at about 1-1.5 years) that he/she observes toys are much more than just soundly stuff, a boy is rewarded by colorful cars in many size, may be minimal warriors of cartoons, like Action-man (lead soldiers of today); on the other hand the girl is given colorful fake jewelries, various baby-dolls (in order to learn how to be a good mother since childhood) and pinky tea sets and cooking sets (in order to get used to housework!).4. Moreover, these ridiculous obligations are enthusiastically supported by advertisements and other visual media stuff. As long as the child plays with them, he/she will be much more loved by people surrounding him/her. When she makes her doll to drink milk, she becomes an individual filled her duty successfully!! Or when the boy races his colorful cars between his soldiers and creates a dreamy war his father taps his head with honor saying “my brave boy!” It is possible to extend the list. In that case, do we have any right to accuse a child who sees the opposite sex as an enemy? We grow them up through out entirely different categories; then, it seems surprising if they refuse to play together. Even when they play, the social constructed roles takes the place such as in the doctorship-nursery play game, denoting that the doctor role “must” be the boy’s and absolutely the nurse “remains” to the girl. In the opposite situation, if the girl demands to be the doctor, the boy ruins the game and often leaves her behind. In the last two decades, the toy designers and factures try to produce unisex logical toys, making easier for boys and girls to play together; additionally encouraging parents to buy them. However, society is much curious than toy industry (even the economic and capitalist face counts harsher) in raising children as categorized. I want to indicate one last point regarding these effects, when these socially constructed children become teenagers and then adults, here is the picture: the boy, turned into a conscious man, graduated as an engineer and applies to a job. When he first enters the room for the appointment, he initially rejects or feels uncomforted if his supervisor is woman. At that point the power and rage relations involve in to the situation which is a sensitive issue of another essay. footnotes: 1-2 (from Doing Gender) 3-4 (from Becoming Gendered: Childhood)

Toplumsal “cinsiyet alanındaki eşitsizlikleri” ortadan kaldırmak mümkün mü?

Söze, cinsiyet ayrımcılığındaki eşitsizlik sorunu modern toplumlarda hiç bir net çözüme kavuşmadığını kabul ederek başlamalıyız. Ayrımcılığı şimdiye kadar yapsılmış hiçbir eylem ya da söylemle yeryüzünden tamamen kaldırmak mümkün değildir; ancak, mevcut olan şartlar iyileştirilebilir ki zaten günümüzde modern batının son yüzyıldır yapmaya çalıştığı da budur.
Eşit haklar vereceğiz mavrası öncelikle 19yy sonunda alevlenen feminist hareketin ağzına bir parmak bal sürmek için, göz boyayıcı yasal düzenlemelerle başlamıştır.

Sosyal hayatta, sözde tanındığı gözüken bu haklar aslında, erkek egemenliğinin gene kendi dinamikleri üstünden yürüdüğünden dolayı, özünde göründüğü kadar da kadınların çıkarına değildir, olamazdır da. Çünkü kendini soyun devamı olarak gören zihniyet aynı şartlar altında, eşit emek, eşit beyin gücüyle çalıştığı kadın meslektaşıyla aynı maaşı almayı kendine yediremeyecektir. İçselleştirme dediğiniz toplumun kendi eliyle inşaa ettiği kavramlar, yüzyıllarca dini temele oturtulmuş ve bu temel her daim erkek dominantını, erkek erkini desteklemiştir. Son iki yüzyıldır toplumlarda egemen olan ekonomik dengeler her bireyin emek söz konusu olduğunda ve kapitalizmin altında eşit olduğunu söylese de, güç iş yapıp eve ekmek getiren aslan, hiçbir zaman bir kadının inşaat mühendisi olup, amirliğini yapmasını kendine yediremeyecektir.

Öte yandan kadını ele alırsak, gerçekliğin inşasında, yani kadının toplumsal biçimlendirilmiş misyonunda, “büyüyünce evleneceksin, hanım hanımcık gelin olacaksın, ev kadını olup annelik yapacaksın” masalı her ne kadar feministlerimiz söylemlerimizle değişikliğe uğrayıp, "çocuk da yaparım kariyer de!" ye dönüşmüş olsa da, toplumda 25-30 yaşları arasında evlenmemiş kadınlara bakış zihniyeti değişmedikçe kadın-erkek eşitliğinden en basit anlamında bile bahsetmek mümkün değildir. Klişelişmiş bir söylem de olsa 30 yaşı üstü kadınlar erkeğin almadığı beğenmediği bir çeşit meta, ürün iken ki artık son kullanma tarihi de dolmuş demektir; 30 yaş üstü bekar erkekler kendi kuşağının çapkın gözdeleridir. Ve işin zaten ikilem olan tarafı şimdiye dek kadının kendisine toplum tarafından biçilen, -ki bu toplumun hemen hemen yarısını gene kendi hemcinsleri oluşturmaktdır- kılıfı kabullenmiş, sesini çıkarmamış olmasıdır. İşte ayrımcılığın, eşitsizliğin kıralamayacak asıl çıkmazı budur. Kadın rolünü sevse de sevmese de oynar. İbre son 20-30 yılda bir çok açıdan lehlerine dönmüş olsa da, kadınlar hayata erkek zihniyetinin penceresinden baktığı sürece cinsiyet ayrımcılığını bertaraf etmek ve eşitlikten söz etmek mümkün olmayacaktır.

Dahası örneklerimi içselleştirmenin ne kadar içimize işlediğini ufak bir anekdot anlatarak tamamlamak istiyorum. Henüz 15 yaşında ortaokuldayken bir kız arkadaşımla gelecekteki mesleği hakkında konuşuyorduk. "Bir kadın öğretmenlikten ya da çocuk, göz doktorluğundan daha uygun ne meslek yapabilir ki?" dedi bana, ve kendisi göz doktoru olma yolundaki ilerleyişini sürdürdü. İşte bence içselleştirilmiş yapay cinsiyet ayrılmcıluğı budur. 15 yaşındaki bir zihne bu işlendikten ve hayatını bu yönde çizilmesinin "en uygunu" olduğu aşılandıktan sonra, eşitliği isterseniz oy hakkına, isterseniz sosyal güvencelere koyun; hiçbir şey fark etmeyecektir.

8 Haziran 2007

Algılarınıza Ne Kadar Güveniyorsunuz? ¿zunusroyinevüG radaK eN azınıralıglA

Platon'dan beri süre gelen bir tartışmadır bu felsefede. hangi bilgiye güvenebilir insanoğlu? beş duyusuyla gelen algı bilgisine mi yoksa saf aklın ulaşacağı evrenin o yüce bilgisine mi? Descates "algıyla hiçbir yere gidemezsiniz", algı 'aldatıcıdır' " diyor. ve sanki aşağıdaki metnin yazarları da onu 21yy.'da da desteklercesine kelimlerimizin hafızasıyla oynuyor...

"aoccdrnig to a rscheearch at an elingsh uinervtisy, it deosn't mttaer in waht oredr the ltteers in a wrod are, the olny iprmoetnt tihng is taht frist and lsat ltteer is at the rghit pclae. the rset can be a toatl mses and you can sitll raed it wouthit porbelm. tihs is bcuseae we do not raed ervey lteter by it slef but the wrod as a wlohe."
yani diyor ki;
"bri ignliiz üinveristenisde yaıpaln arşaıtrmaya gröe, bir kleimedkei hafrlrein hnagi sıarda didizlikleri dğeil, ilk ve son hafrlrein dğoru yedre olamalrı öenm tşamıatkadır. geirsi taammen kamradaşır ve ynie de surosnuz olraak okubanilir. buunn sbeebi isnan benyinin her hafri tek tek dieğl kemileelri bir btüün oralak omukadısır."
Hatırlarsanız bir araba markasının reklamında da, bu "algıda tamamlama" oyununu çok hoş kullanmışlardı : "Budnan sorna heer sye ksuurlu görnüceeek." algılamada bir sorun yok değil mi?

Tam aksine güzel espiri. Tıpkı CM YLMZ gibi.
Hali hazırdaki anında mesajlaşma programları (msn'nin trkçsi), ve cep telefonlarındaki iyice kısalmış msjlr sayesinde algımızın "otomatik tamamla" fonksiyonu tarihte hiç olmadığı kadar iyi çalışıyor belki de. Güçlü algı DNA'ları devredeceğiz gelecek nesillere...

6 Haziran 2007

“Neden Kadın Edebiyatı?” Sorusuna Kısa Bir Tarih Sorgulaması

Kadın edebiyatı var mı yok mu sorusu aslında “kadının adı var mı?” ve “varlığının değeri nedir?” sorularıyla kesişerek karşımıza çıkıyor. Evet, 'kadın edebiyatı' gibi, eğer bir ismin önüne kadın sıfat olarak getirilip en bilindik şekilde tamlaması yapılıyorsa, bu kadının o alandaki varlığını kanıtlamaya yönelik somut bir girişimdir. Yüzyıllardır edebiyat da diğer tüm sosyal ve toplumsal mekanizmalarda olduğu gibi erkek tekelinde olduğundan dolayı, kabaca son iki yüz yılda kadınların yazdığı, şekillendirdiği metinlerle bu isim altında bir edebiyat türü oluşmuştur.
Kadının yazınsal alandaki varlığı 18.yy Avrupası'na dayanmakta ve tuttuğu günlüklerle, hatıra defterleriyle başlamaktadır. Ne acıdır ki kocaları cilt cilt romanlar devirirken (bu noktada yazmayı kastediyorum), onlara kalan ancak günlük hayatlarını anlattıkları defterlerdir. Püriten ahlak felsefesi içinde yetişen kadınlar didaktik bir amaç doğrultusunda, başkalarına örnek olmak için otobiyografik tarzda günlüklerini yazarlar. 19. yy.da ibre göreceli olarak kadınlara doğru kaymaya başlar. Ekonomik açıdan kısmen rahata kavuşmuş kadınlar yaratıcı yazına (şiir ve romana) yönelirler; yaygınlaşan eğitimden daha çok faydalanmaya başlarlar. Eşitlik mücadelesinin tohumları da bu yüzyılda atılır.
Fakat 1960’lara kadar tüm kuralları erkekler tarafından çok önceden belirlen bu kulvarda, onların oyununu oynamak, kendilerini bir erkek yazarın tarzına uydurmak zorunda kalmışlardır. Yazdıklarının basılması için bugün adını saygıyla andığımız kadın yazarlar bile, zamanında takma erkek isimleri kullanmışlardır. Yani, yüz yıl sonra bile kadının varlığı ve adı, imzası olarak can bulamamıştır.Başta da belirttiğim gibi kadın edebiyatı, başka çare olmadığından “günlük” tarzında başlamış ve zamanla otobiyografiye doğru yoğrulmuştur. Fakat kendi hayat hikayesini kendi kaleminden yazan kadın aslında özgür değildir. Kendisine çizilen rolün kenarlarına taşmadan yazacaklarını dile getirmelidir. Biçilmiş toplumsal rolüne ne kadar uygunsa, okunma ve takdir edilme şansı da o derece artar. Erkek dünyasına kendini dinletebilmesi için, onların sınırlarına kelimenin tam anlamıyla itaat etmelidir. Bu yüzden kendini dinletmek isteyen kadın otobiyografilerinde, özel hayata ya da geçmiş gençlik dönemlerine hemen hemen hiç değinilmez. Bu tarzda Türk edebiyatında en bilinen örnekler Halide Edip Adıvar’ın ve Sabiha Sertel’in otobiyografileridir. Herhangi kadınsal bir zaaf, duygusal bir boşluk aynı zamanda politik karakterler de olan bu kadınların yazınında yer almaz. Zira dönemlerinde kendilerine yapılan haksızlıkların savunması adına kaleme alınmış metinlerinde, en kadınsı olması beklenen “annelik” duygusu bile geçiştirilmiştir.

Kadın yazarların eserlerinin yayınlanmasında fiziksel görünümleri ve edebiyat dünyasındaki erkeklerle ilişkileri, eserlerin yazınsal değerinden öncellikli olarak konuşulur olmuştur. Fiziksel olarak hoş görünen bir kadının nedense kaleminin güçlü olabileceğine erkek egemen zihniyetlerin aklı pek kesmemiştir. Ünlü “Dünyaya kadın olarak gelinmez, zamanla kadın olunur.” sözünün sahibi, kadın eşitliğinin savunucusu Simone de Beauvoir’ın eserlerinin, ömrü boyunca destekçisi ve sevgilisi olan Jean Paul Sartre tarafından yazıldığı söylentisi, kendisi her ne kadar umursamadıysa da, kesilmemiştir.
Türk yazınında Cahit Uçuk imzasıyla iz bırakmış olan Cahide Üçok, kendi hayat hikayesini, modern Türk kadının nasıl ekonomik özgürlük kazandığını göstermek amacıyla kaleme aldığı iki ciltlik “Silsilname” adlı eserinde sürekli olarak şu temanın altını çizmektedir: “Evet, ben güzeldim ama iffetimden hiçbir şey kaybetmeden yazdım. Kimsenin beni suiistimal etmesine izin vermedim.”
Şayet sosyolojik tanımların bir nebze farkındaysanız “Erkek politikacı yoktur ama kadın politikacı vardır.” Tıpkı erkek yazarın olmadığı, kadın yazarın olduğu gibi; ya da yakın zamana kadar erkekleştirilmiş kadınların yazması gibi. Belki daha da üzücü olanı, adını kanıtlamaya çalışan kadınların, erkek dünyasında erkek olmak gerekliliğini içselleştirmeleridir. Belli ki başka türlü ayakta durulamazdı. Büyük ihtimalle kadının adını son nefesine kadar haykırmaktan vazgeçmeyecek Duygu Asena’ların önü başka türlü açılamazdı.
Bu makale, edebiyat ve kültür dergisi Özgür Pencere’nin Mart 2007 sayısında yayınlanmıştır.

Geri Dönemeyen Üçleme Iñárritu ve Kader sorgulaması üstüne…

İnsanoğlu yüzyıllardır zamanda seyahat etmenin yolunu, ya da onu geri çevirip “her şeyi başa sarmanın” çözümünü bulamadı. En azından somut olarak. Gerçi Dr. Emmett Brown’un 1985 model DeLorean’u gayet gerçekçi (?) bir zaman makinesi olsa da, Einstein genel görelilik teoremiyle zamanda yolculuğun teoride olabilirliğini söylese de, hala içinde yaşadığımız ana hapsolmuşuz gibi görünüyor.
Ne bir adım geriye gidebiliyoruz, ne de ileriye. Fakat dipsiz hayal gücümüz, bu mahkumiyete biz faniler kadara razı görünmüyor; en az ölümsüzlük kadar eski olan bu tutkumuzla baş etmek için türlü numaralar sunuyor önümüze.
İşte zaman çarkına çomak sokan insan zihninin, yakın geçmişteki en canlı ürünlerini kadere başkaldıran ya da onunla oyun oynamaya çalışan tesadüfler(!) zinciri sinema senaryoları oluşturuyor. Bu filmlerin yönetmeni ve senaristi genelde aynı kişiler. Yani tek Tanrı. “Madem zamanı geri alamıyorum, içinde gidip değişiklik de yapamıyorum. Etkenliğim yok, sadece edilgenim. Öyleyse bizzat zamanı kurgulayan tarafına geçip, ne olup bittiğini; ‘öyle olmasaydı şöyle olurdu’ sunu ben yazarım.!” Geri döndürülemeyene bir başkaldırı aslında bütün kesişme, çarpışan hayatlar, tesadüf zinciri filmler. Iñárritu ise son on-on beş yılda cazibesi artan bu tarzda ilk “üçlemesi”ni çeken yönetmen olarak sinema tarihine adını yazdırmış durumda. Türkiye’de Paramparça Aşklar Köpekler adıyla gösterime giren ilk filmi Amerros Perros ve ardından izleyiciye “ağır” geldiği yorumları yapılan ikinci film 21 Gram (21 Grams) yönetmenin tarzını sinema seyircisine tabiri caizse gözüne soka soka belletmişti aslında. Bu açıdan bakıldığında, Babil’in (Babel) afişlerinde sadece Alejandro González Iñárritu ’nun adı görmek bile, senaryo tahmini için yeterli bir ipucu. Tek bir odak noktasını, kesişen hayatlarla anlatmakta ustalaşan yönetmen, karakterlerde derinleşmeyi de yakalayarak özgünlüğünden hiçbir şey kaybetmediğini üçlemesinin son filminde de gösteriyor. İşin ilginç yanı Iñárritu dramatik örgüsüyle ilk iki filminde kadere, zamana boyun eğmiş gibi görünse de, son film umudu bir gökdelenin balkonunda yakalıyor. Ya da izleyene bu “yakalamış” hissi verdirtiyor.

Zamanda hapsolduk mu? Geri döndürebilsek, başımıza bela olan o kapıları hiç açmasak neler oldu; bilebilecek miyiz? Henüz cevapsız kalan sorular. Belki de Lola boşuna koşmuyordur bütün film boyunca? Ya da Sliding Doors’ta ki Paltrow gibi tercihlerimiz ne olursa olsun sonuç asla değişmeyecek mi? Yoksa biri arkamızdan sakın gitme diye seslendiğinde durup onun sözünü dinlesek daha mı iyi?
Dip not: bu yazıyı okuyanlar şunu da bayıldı!: http://timeneverdies.blogspot.com/2007/02/2007-akademi-oscarlar-bu-satrlarn-yazld.html

3 Haziran 2007

Geri Dönüşün, Hemen Şimdi!

‘Yarından Sonra’ (The Day After Tommorow) filmini seyredenler “Karton kulelileri bir kova suyla yıktılar, biz de yedik ekosistemiydi, kasırgasıydı diye!” sözleri ile Hollywood görselliğinin arkasındaki vahim gerçeği, bir şov gösterisinden ibaret sandılar maalesef. Dünyanın daha yaşanır bir gezegen olarak kalması adına çırpınan Greenpeace’çileri oraya buraya yatarak, kendilerini zincirleyerek eğlenen bir grup protestocu kalıbına yerleştirdiler; ki kapitalizmin her türlü sermaye atılımına karşı tarihin her evresinde, dünyanın her coğrafyasında böylesine aykırı sesler, paradan daha fazlasını önemseyen ‘pis anarşistler’ vardır elbette. ‘Evet, daha yeşil bir dünya, sizle hem fikiriz; ama dolar yeşilinde!’Bir şeylerin gerçekten normalin dışında geliştiği gerçeğinin ancak bu kış farkına varabildik, azar azar da olsa. İlk başlarda havalar ılıktı, ‘oh, yazdan bir gün daha çaldık’tı, ‘Allah sokakta yatana bu kış acıydıy’dı da biz her gün yüzlerce, binlerce ayak izimizi bıraktığımız yeryüzüne ne kadar acıdık acaba? ‘Küresel ısınmadan bahsedeceksen lafı bu kadar döndürüp dolaştırmana gerek yok.’ demeyin. Sizi her gün onlarcası yayınlanan raporlarla, istatistiklerle boğmayacağım.
Tam aksine bizim pek alışık olmadığımız biçimde, basit ve somut bir öneri sunacağım. Aslında her daim gözümüzün önünde olan bir simgeden bahsedeceğim: Geri Dönüşüm! Bir anlığına aklınızdan hangi malzemelerin geri dönüştürülebildiğini geçirin : kağıtlar, piller, cam ve pet şişeler… o kadar mı? Hiç 3’ü bir arada paketine, kahvaltılık sürme yağ veya peynir kutularına, ya da bitmiş şampuan kutularına bakmak aklınıza geldi mi? Arkadaşlar bitmiş macun tüpleri bile geri dönüştürülebiliyor. Elinize aldığınız tüketim mallarından 10’da 9’u geri dönüştürülebilir malzemeden yapılıyor. Size kalan bunları ayrı ayrı torbalarda biriktirip, gerekli kutulara atmak. Çok büyük külfet gibi görünse de karşıdan, şayet önümüzdeki on yılda AB mevzuatını uygulamayı istiyorsanız, şimdi gönüllü değilseniz bile yakında zorunlu olacaksınız! Çevre düzenleme yasalarında sadece bacalara filtre takılması mı var sanıyorsunuz? AB mevzuatına tabii olan ülkelerde, apartmanların bodrum katlarında ayrı ayrı geri dönüşüm kutuları var. Apartman sakinleri çöplerini tek bir torbada değil, yukarda bahsettiğim gibi ayrı ayrı türlerde toplayıp ya konteynıra giden borudan bırakıyorlar ya da kendileri atıyorlar. Belli araklıklarla da geri dönüşümün toplanması görevi hangi ilgili kuruluştaysa, geri dönüşüm kamyonu gelip bu konteynırları boşaltıyor.
Sayılı belediyenin geri dönüşümü önemsediği memleketimizde hayal gibi gelse de kulağa, bu sefer uygulamaya tepeden inme bir zaruriyet şeklinde değil, en alttan, önce kendi kafa yapımızı dönüştürerek başlayalım. Üşenmeyin ve ayrı ayrı toplayın atıklarınızı; mesela süt kutularını yıkayıp düzleştirin. Düzleştirin ki, bu ülkede tetra-pak adındaki kurumun varlığının bir anlamı olsun.

“Çevrede atacak geri dönüşüm kutusu bulamıyorum” diyorsanız, ilçe belediyenizi arayın; o da yetmezse ilin belediyesini arayın. En kötü ihtimalle, yolda görüp kaçtığınız Greenpeace’çileri arayın; onlar gelip alırlar. Üstüne üstlük hasiyetiniz için size teşekkür ederler.
Geri dönüşüme katılın, su kaynaklarını dikkatli tüketin, Kyoto’yu programına almayanlara oy vermeyin, ne yaparsanız yapın ama artık lütfen bilinçlenin, ve devlet büyüklerimizin parmağını oynatmasını beklemeden, önce işe kendinizden başlayın.
‘Bu dünya global ısınma ile ısınmaktadır’ ibaresinin sadece karikatürlerde kalması dileklerimle…

2 Haziran 2007

Conservapedia – Muhafazakar Amerikalıların Wikipedia’ya Cevabı

Açıldığı tarihin üstünden çok uzun süre geçmemesine rağmen, Britannica Ansiklopedisi’nin editörü, ve Robert F. Kennedy’nin eski yardımcılarından biri başta olmak üzere bir çok kişi tarafından saldırıya uğrayan, internetin başlıca referans kaynaklarından Wikipedia, şimdi de yeni bir düşmanla karşı karşıya: Evangelical Hıristiyanlar. ABD’li dindar aktivistler tarafından kurulan bir internet sitesi, açık ansiklopedi Wikipedia’nın, liberal eğilimini tersine çevirmeyi amaçlıyor. Kurucuları Conservapedia.com’u ana sayfasında, “Gittikçe Hıristiyan ve Amerikan karşıtı olmaya başlayan” Wikipedia’ya karşı en çok ihtiyaç duyulan alternatif olarak tanımlıyorlar.

Conservapedia’nın kurucusu Andy Schlafly, Guardian’a verdiği röportajda “Wikipedia’ da düzeltmeye yapmaya çalıştığımda, taraflı editörlerin belli bir sansür yürüttüğünü, ve kendi görüşlerine uymayan gerçekleri değiştirdiklerini gördüm.” ifadesinde bulunuyor.” Bir keresinde benim doğru düzeltmelerim 60 saniye içerisinde silindi- bundan dolayı Wikipedia’ya herhangi bir şey yazmak artık mantıklı bir tutum değil.”

Conservapedia’da yer alan eleştirilerinin yanı sıra Sclafly, Wikipedia’da Hıristiyanlığın yeniden doğuşunun engellendiğini anlatıyor, ve ekliyor : “Evrim teorisine karşı çıkan gerçekler anında sansürleniyor.”
Wikipedia’ya girilen tanımların ve maddelerin herkesin düzeltmesine açık olmasına rağmen, muhafazakar karşıtlar, sitede düzeltme yapmalarının, bir takım halinde çalışan, ‘yanlı’ diğer editörler tarafından engellendiğini öne sürüyorlar. Öyle ki, Wikipedia’da daha fazla zaman kaybetmek yerine, Hıristiyan değerlerini yükselteceğini umdukları kendi klonlarını kurmayı yeğlemişler.

Aslen avukat olan Schlafly, ünlü Amerikan muhafazakar politikacılardan Phyllis Schafly’nin de oğlu. Schlafly, Conservapedia’nın geçtiğimiz kasım ayında, evde öğrenim gören çocuklar için düşünülen bir proje olarak ortaya çıktığını belirtiyor ve çok yakın zamanda ABD’deki öğretmenler için gerçek bir referans kaynağı olacağına inanıyor.

Andy Schlafly’nin bu girişimi siber alemin büyük kesimine eğlence kaynağı yaratmış olsa da, Wikipedia’nın ortak kurucularından Jimmy Wales, muhafazakar kanadı temsil eden bu sitenin iddialarından rahatsızlık duymadığını şu sözleriyle dile getiriyor: “Özgür kültür sınır tanımaz. Kendi çeşitlerini yaratması adına, yaptığımız işin yeniden kullanımını memnuniyetle karşılıyoruz. Bu, amacımızla tam da aynı doğrultuda.”

(conservapedia.com ile ilgili haber 2 Mart 2007, Bobbie Johnson, The Guardian’ın teknoloji sayfasından derlenmiştir.)



Conservapedia.com’untasarımının, kendisini alternatifi olarak gösterdiği Wikipedia’nın tasarımının ‘tıpkısının aynısı’ olması dikkat çekici…