4 Eylül 2009

KATHE KOLLWITZ (GERMAN 1867-1945)

Alman Dışavurum Sanatı'nın öncülerinden oymabaskı sanatçısı ve heykeltraş Käthe Kollwitz (1867-1945), Doğu Prusya'da Dresden yakınlarında Königsberg'de (bugun Kaliningrad) doğdu.Sosyalist dünya görüşüne sahip olan bir aileden gelen sanatçının babası kızının yeteneğini daha küçük yaştayken keşfedip onun ünlü resim ve grafik ustalarından ders almasını sağladı.






3 Eylül 2009

YKY Bülten'in Eylül sayısı


















Yapı Kredi Yayınları ücretsiz dağıttıkları bültenlerinin dijital versiyonunu da pdf olarak yollamış. Paylaşmayı bir borç bilirim...


Bu ayın “vitrin”inde ve “orta sayfa”sında, YKY’nin yayımlanışının 50. yılında numaralı özel basımını yaptığı Onat Kutlar’ın Ishak’ı var. Bu büyük ve unutulmaz eser, hepsi numaralı 3 bin nüshalık tek bir basımla yeniden okurlarıyla buluşuyor... Yurt koğuşunda, kahve köşelerinde yazılmış dokuz kısa öyküyü bir araya getiren Ishak, 1959’da a Dergisi Yayınları’ndan çıktığında, Onat Kutlar 23 yaşında, Kadırga Yurdu’nda kalan, taşralı bir hukuk öğrencisiydi. Modern öykücülüğümüzün tohumu ve yeni bir dönemin simgesi olduğu kadar, günümüz öykücülüğü için de hâlâ bir mihenk taşıdır İshak.


2 Eylül 2009

İstanbul’un Rengi…

Başlığa aldanıp da rengarenk İstanbul gecelerinden ya da kozmopolit renk cümbüşünden bahsedeceğimi sanmayın. Bu sefer kelimelerin birincil anlamını kullanıyorum; İstanbul’un kent rengini sorguluyorum.



Hayatımda hiç yurtdışına çıkmadım. Türkiye’nin de genelde batıdaki şehirlerini tanırım, Anadolu’yu tek günlük Ankara turu dışında geçmişliğim, Karadeniz’i de hızlandırılmış yayla turu dışında doya doya tatmışlığım yok. Ama İstanbul’u iyi bilirim. Başka bir dünya şehriyle karşılaştıramayacak olsam da, İstanbul’un içini dışını, dokusunu, dokumasını iyi bilirim. Ve benim bildiğim İstanbul gridir!

1 Eylül 2009

Tekinsiz / The Uncanny v.2


Tekinsiz / The Uncanny v.2 2:51'
5:25'lik ilk kurguya dayanamayanlar için hızlandırılmış, iyice kısa film.
İki versiyonu da karşılaştırıp, bir de yorum yazarsanız isminizi aile albümüne geçiririm:)







Tekinsiz / The Uncanny


Elimde tatilden kalan birkaç malzeme vardı. Kestim, biçtim, kurguladım, aha da bu çıktı. Bakalım beğenecek misiniz... Yorumlar için buralardayım.



Tekinsiz-The Uncanny v.1



27 Ağustos 2009

İdefix'ten e-Edebiyat Dergisi!


Sadece online kitapçı mı sandın?
Yakın zamanda Notos Öykü, Mesele, Virgül dergileri ve Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap serileri ile işbirliği içerisinde okurlarına kitap tanıtımları ve eleştirileri sunarak önemli bir içerik zenginleştirmesine giden idefix.com, bu sefer kitap ve kültür ürünleri satışını birkaç dev adımla ileri götürerek, yeni bir online edebiyat dergisinin kapısını aralıyor.

idefix'in ellerine sağlık, çok iyi etmişler. Ne kadar edebiyat, o kadar insan!
Aşağıda kullanıcılarına gönderdikleri e-postayı sizinle paylaşıyorum. Afiyetle ve yanında kahveyle okuyunuz!

20 Ağustos 2009

Bir sokak güzellemesi...




Taksim’den, Gümüşsuyu üzerinden Beşiktaş’a inerken, Alman Konsolosluğu’ndan itibaren sağda tarafta sıralanmış olan daracık, şirin sokaklar vardır. Ben bu sokakları ayrı bir severim.“İskele verilmeden vapurdan atlayan insanların şehrinde/denize çıkar bütün sokaklar” dizelerini sıra sıra Kabataş’a inen bu sokakları gördüğümde yazmışlığım da vardır.

9 Ağustos 2009

Gerçekten Kitap İçin!




Galatsaray’dan Tarlabaşı Bulvarına doğru çıkarken, İngiltere Başkonsolosluğu’ nun karşısında bir dükkan var, adı ‘Kitap İçin’. Sahaf Murat Bey’in deyimiyle ‘stok fazlası, ikinci el ve sahafiye kitaplar’ satan bu dükkan, kitap kurtları için gerçek bir mabet.



Sekiz yaşımdan beri -“aralıksız” sıfatını hak edecek kadar- kitap okurum, ne kelepir kitapçılar, ne sahaflar aşındırdım, ne İstanbul’da ne İzmir’de, bu kadar taze kitabı, bu kadar ucuza satan başka bir kitapçıya daha ben rastlamadım. İnanılmaz ama nerdeyse 5 liradan pahallı kitap yok bu kitapçıda!

22 Temmuz 2009

Havadan Sudan!


Merhabalar Limonluk’un sevgili takipçileri ve pek sayın okuyucuları!
Bir süredir yoktum, belki fark etmişsinizdir, belki etmemişsinizdir. Güzel memleketimin haline kafa yormak sıkılıp, bünyeyi Ege ve Akdeniz’in nadide ve bakire koylarına vurdum.İyi etmişim. Artık sadece havdan sudan konuşmak niyetindeyim. Bakalım ne kadar tutabileceğim kendimi…:)



21 Temmuz 2009

Saros Körfezi'nin Mavisinde...



Marmara Bölgesi'nde, Trakya'nın güneybatı kıyısında bir girinti gibi görünen Saros Körfezi, Edirne’nin Enez ve Keşan ilçeleri kıyıları ile Çanakkale’nin Eceabat ve Gelibolu ilçelerinin kıyıları arasında 60 km kadar içeriye doğru sokulmaktadır. Tektonik kökenli bir çöküntü alanı olan Saros Körfezi, Marmara Denizi ortasındaki çukurluklardan sonra İzmit Körfezi-Sapanca Gölü-Adapazan Ovası çukur alanlar dizisiyle Kuzey Anadolu Kırık Kuşağına bağlanmaktadır.

7 Haziran 2009

Akdeniz'in Gözde Adası Girit...


Girit 8.261 km2 yüzölçümü ile Akdeniz'in beşinci büyük adasıdır. Adanın idari merkezi kuzeybatı kıyısında yer alan Kandiye kentidir.
Ada yüzey şekilleri olarak denize dik inen sarp dağlarla kaplıdır. Doğu-batı yönünde uzanan ve dört ana grupta toplanan dağların en yüksek noktası, İda Dağında, 2.456 m. yükseklikte bulunan Stavros tepesidir. Hafif eğimli kuzey kıyısında doğal limanlar ve kıyı ovaları ile Girit'in en büyük kentleri olan Hanya, Rethimnon ve Irâklion (Kandiye) yer almaktadır. Girit'in en geniş düzlüğü, adanın orta güney bölümünde 29 km. kadar uzanan Mesarâ Ovası’dır. Ayrıca Girit Denizi Ege Denizinin en derin bölgesidir. Girit'te Sideron Burnunun doğusunda derinlik 3.294 metreyi bulmaktadır. Fakat ada su kaynakları açısından maalesef fazla zengin değildir.



Körlük


Dikkat! Aşağıda okuyacağınız eleştiri yazısı yer yer 'spoiler' içerebilir; ve fakat içermeye de bilir. Bu durum, film hakkında ne kadar önbilgiye sahip olduğunuza göre değişkenlik gösteriri!


Terminatör Salvation’ın bol tanıtım ve promosyonla gösterime girdiği bir haftada, arada kaynayıp gitmemesi gereken sağlam bir film daha beyazperde seyircisiyle buluştu. Nobel Ödüllü José Saramago'nun aynı isimli romanından uyarlanan ‘Blindness’, önce 2008 Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olarak ses getirdi, ardından da 2008 Film Ekimi’nde Türkiye semalarında arz-ı endam etti. Film Ekimi’ne bilet bulabilen sinefiller taa aylar önceden filmi gördü, seyredemeyen meraklı sinemaseverler yurtdışındaki gösterimlerden ve dvd’lerden elde edilen kopyaları indirdi, seyrin tadına vardı ve maalesef haziranın ilk haftası gösterime giren bu yapıma gidebilecek potansiyeldeki kitle çoktan ununu eleyip, eleğini duvara astı. Olsun, gene de biz bir-iki çift kelam edelim, adet yerini bulsun, gönüller bir olsun.

6 Haziran 2009

İnternetten Notlar, Hakemli Akademik Dergiler


Bu aralar internette gezerken onlarca link ve yapılacaklar listesi birikti elimde. Buyurunuz, aşağıdaki notlarından nasipleniniz :


Öncellikle, Türk edebiyat tarihinin artık klasikleşmiş romancılarından olan Orhan Kemal üstat ile ilgili bir haber geçmek istiyorum. 




Geçtiğimiz günlerde Habertürk kanalında Balçiçek Pamir’in programına konuk olan oğlu, Işık Öğütçü babasının varlığını yaşatmak için kurduğu Orhan Kemal Müzesi’ni anlattı uzun uzun. Bir edebiyatçı olarak, Orhan Kemal Müzesi’nden şimdiye dek haberim olmadığı çok utandım. Cihangir, Akarsu Caddesi’nde 30 numaralı binada yer alan müzeyi en kısa zamanda fırsat yaratıp, gezmeyi planlıyorum. Dahası için buyurunuz http://www.orhankemal.org/

 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, adı kendinden menkul, “iletişim” isimli bir kuram ve araştırma dergisi yayınlıyor. Yayın kadrosu (ve doğal olarak hakemleri) ağırlıklı olarak profesörlerden oluşan İletişim’in güzel yanı derginin 2004 yılından itibaren yayınlanan arşivine internetten tam erişimin olması.

Yani akademik çalışmalarda yararlanıp, kaynak gösterebileceğiniz onlarca makale hiçbir sınırlama olmaksızın elinizin altında. İnternet bilgi amacı uğruna kullanıldığında çok gözel bir şey. Bunun tadını en çok saatlerce kütüphane araştırması yapan bünyeler anlayabilir. Evet öyle . Buyrunuz : http://www.ilet.gazi.edu.tr/iletisim_dergi/

Eh Gazi’den söz etmişken İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin online dergicilik girişimi olan 4. Boyut’u da atlamayalım. 4.Boyut Online son sayısında kapsamlı bir dosya olarak ünlü akademisyen ve yazar Douglas Kellner’ı " DOUGLAS KELLNER ÜZERİNDEN İLETİŞİM VE KÜLTÜREL ARAŞTIRMALAR ALANLARINA BAKIŞ " başlığı ile ele almış, çok da iyi etmiş.


Zira, kültürel çalışmalar, iletişim bilimi, post-modernizm gibi alanlarda çalışanların olmazsa olmazlarındandır Kellner. Popüler Kültüre dair herhangi bir toplamada mutlaka bir yazısı bulunur. Kaçamazsınız, Kellner’i tanımayan adamı mezun etmezler o bölümden :- ) Tıpkı F. Jameson, T. Eagleton, S. Hall, M. Bermann, Adorno, Benjamin, Camus, Sartre, Dellueze, (daha gider bu böyle) bilmeden mezuniyetin gelemeyeceği gibi…
Bir link de kendi okulumuzdan verelim, buyurunuz Marmara İletişim Dergisi’nin son iki sayısı :
http://iletisim.marmara.edu.tr/onceki_sayilar.php


Son olarak Yapı Kredi kültür sanat yayıncılıktan çıkan Cogito dergisinin, 58. sayısına değinip notlarımızın sonuna geliyoruz. Efenim Cogito ekibi yememiş, içmemiş ve Bahar 2009 sayısını Feminizm’e ayırmış. İçindekilere şöyle bir göz gezdirince mest olmamak elde değil.

Zeynep Direk - Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
Iris Marion Young - Yaşanan Bedene Karşı Toplumsal Cinsiyet: Toplumsal Yapı ve Öznellik Üzerine Düşünceler
Fatmagül Berktay - Feminist Teorinin Önemli Bir Alanı: Cinsellik
Judith Butler - Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
Tina Chanter - Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
Katve-Kaisa Kontturi - Milla Tiainen: Elizabeth Grosz ile Bir Söyleşi - Feminizm, Sanat, Deleuze ve Darwincilik
Gertrude Postl - Tekrar Etme, Alıntılama, Altüst Etme Irigaray’ın Taklit Kavramının Politikası
Luce Irigaray - ...cemaatin ebedi ironisi...
Sara Ahmed - Bu Öteki ve Başka Ötekiler
Monique Wittig - Kadın Doğulmaz
Hande Öğüt - Kadın Filmleri ve Feminist Karşı Sinema
Herta Nagl-Docekal - Feminist Felsefenin Geleceği
Rosi Braidotti - Feminist Post-Postmodernizmin Eleştirel Bir Kartografyası
Yasemin Akis - Ülkü Özakın - Serpil Sancar - Türkiye’de Feminizm ve Kadın Hareketi
Gülnur Elçik - İğdiş Edilmiş Güzellik
Mehmet Bozok - Feminizmin Erkekler Cephesindeki Yankısı: Erkekler ve Erkeklik Üzerine Eleştirel İncelemeler
Hande Birkalan-Gedik - Türkiye’de Feminizmi ve Antropolojiyi Yeniden Düşünmek: Feminist Antropoloji Üzerine Eleştirel Bir Deneme
İmge Oranlı - Ondokuzuncu Yüzyıl Avrupası’nda Irkçılık ve Cinsiyetçilik
Dicle Koğacıoğlu - Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri Örneği
Esra Arsan - Ezgi Ünalan - Seda Türkoğlu - Cinsiyetçilik ve Medya: “Güzin Abla” Köşesinde Yeniden Üretilen Ataerkil Cins Kimlikleri
Işıl Bayraktar - Türkiye’de Sosyal Güvenlik ve Kadın

Fiyat 20 YTL. Edininiz, okuyunuz ve en önemlisi içinize sindiriniz!

4 Haziran 2009

Tarihin Gömüldüğü Eceabat



Bugün Çanakkale’nin tarihi ilçesi Eceabat’a konuk oluyoruz. Eğer bir tarihi bir Çanakkale turuna çıkacaksanız yolunuz mutlaka Eceabat’a düşecek demektir. Gelin bu ilçeyi genel hatlarıyla tanıyalım..


Çanakkale'nin Trakya'da yer alan iki ilçesinden biri olan Eceabat, yüzey şekilleri olarak, alçak tepeler, tepelik alanlardan geçen küçük çaylar ve dar düzlükler oluşmaktadır. İlçenin hem Çanakkale Boğazına, hem Ege'ye bakan kıyılarında birçok doğal sahil bulunmaktadır. Bu doğal kıyıların en önemlileri de Morto ve Anafarta koylarıdır.

Tarihi sit alanı olduğu için yoğun tarımsal faaliyetin yapılamadığı Eceabat’da ilçe halkı geçimini balıkçılık ile sağlamaktadır. Öyle ki, bu endüstriyi desteklemek için Eceabat'da büyük balıkçı teknelerinin demirleyebileceği iskeleler ve dalgakıranlar kurulmuştur. Avlanan balıkların bir kısmı İstanbul'a yollanırken, bir kısmı da ilçedeki konserve fabrikalarında işlenmektedir. İlçede hayvancılık, zeytincilik; şarap ve zeytinyağı üretimi de yapılmaktadır; sınırlı miktarda buğday, ayçiçeği, bakla, pamuk, elma ve üzüm gibi bitkisel ürün yetiştirilmektedir.

30 Mayıs 2009

Pandora'nın Kutusu'ndan röportaj çıkarsa...


Yeşim Ustaoğlu'nun son filmi "Pandora’nın Kutusu" önce yurtdışı festival gösterimlerinde, ardında da Türkiye'de gösterime girmesiyle oldukça beğeni toplayan yeni Türk sineması yapımlarından biri oldu. Gnctrkcll'in internet sitesinden de SERDAR AKBIYIK, filmin öne çıkan oyuncularından Osman Sonant (Mehmet) ile bir röportaj gerçekleştirmiş.
Aslında tiyatrocu olan bu yetenekli oyuncuyu kendi ağzından dinleyiniz. Buyrunuz...


29 Mayıs 2009

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Haziran Ayı Etkinlikleri


Bahar geldi memleketimin dağlarına, geldiği gibi de bir hızla geçti, gitti. Ben bu bahardan, tabiri caizse hiç bi şey anlamadım, tat alamadım. Şimdi de önümüzde sıcakların iyice bastırdığı, rehaveti daha da artıracak bir yaz sezonu var. Yazın ilk ayı haziran içinse Yapı Kredi Kültür Sanat merkezi aşağıdaki etkinlik programını hazırlamış. Bir deme sanat kaçmakta fayda var diyorum. Evet, dedim.



10 HAZİRAN ÇARŞAMBA
FOTOĞRAF KULÜBÜ

Konu: Fotoğrafı Düşünmek
Konuşmacı: Merih Akoğul
Yer: Sermet Çifter Salonu, 18.30

Merih Akoğul, Fotoğraf Kulübünün Haziran ayı etkinliğinde “Fotoğrafı Düşünmek” başlığı altında, fotoğraf düşüncesinin oluşumu, fotoğrafın çeşitli kavramların çevresinde sanata/çağdaş sanata dönüşebilirliği ve fotoğrafın felsefesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirecek.
Belge ile sanat arasında gidip gelen ve iki yüzyıl arasında geçiş görevi yapan fotoğraf; yalnızca fotoğrafçıların değil, anlar üzerinden somut görüntülerle işler yapan farklı disiplinlerdeki günümüzün sanatçılarını da uzun bir süre daha kendine çekmeyi sürdürecek.




13 HAZİRAN CUMARTESİ
YARATICI DRAMA YÖNTEMİYLE KİTAP OKUMA ATÖLYESİ

Konu: Maymun Kral
Yönetenler: Cennet Türker
Yer: Sermet Çifter Salonu, 12.00
Kitapevim, oyun evim

Ormanda sıcak bir gün.Küçük Maymun Muni’nin canı sıkılıyor. Bir anda Muni’nin eline ormanın kralı olma şansı geçiyor. Ama tek şartla, ormandaki arkadaşlarını bir yabancı olduğuna inandırması gerek. Küçük Maymun Muni’yle ormanın kralı olmaya, birbirinden eğlenceli oyunlar oynamaya ne dersiniz?... Sara Şahinkanat'ın yazdığı, Feridun Oral'ın resimlediği Maymun Kral, 6-7 yaş arası çocuklarımızı, kitapevinde kitap okumanın tadını çıkarmak, oynayarak üretmek, yazmak, çizmek, boyamak için bekliyor.

:Katılım 6-7 yaş arası 16 çocuk ile sınırlıdır,
rezervasyon yaptırmanızı rica ederiz.
(0212) 252 47 00/503


19 HAZİRAN CUMA
SANAT DÜNYAMIZ

Konu: Türkiye’de Modernlik ve Modernizm
Çağdaş Sanat Konuşmaları – 5
Moderatör: Levent Çalıkoğlu
Konuşmacı: Tanıl Bora
Yer: Sermet Çifter Salonu, 18.30

5. yılında Türkiye’de modernlik ve modernizm olgusuna odaklanan Çağdaş Sanat Konuşmaları; disiplinlerarası bir konuşma ve katılımcı kimliği ile sanat, edebiyat, sinema, tarih, sosyoloji, politika vb. alanlarda yaşanan dönüşümü tartışmaya açtı.
ÇSK-5’in son konuğu Tanıl Bora İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1984-88 arasında Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı. 1988’den beri İletişim Yayınlarında araştırma-inceleme dizisi editörü ve 1993’ten bu yana Toplum&Bilim Dergisinin yayın yönetmenidir. Birikim’de makaleler yazıyor. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce kitap dizisinin editörlüğünü yürüttü. Ağırlıklı çalışma alanı: Türkiye’de siyasal düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir. Kitaplarından bazıları: Devlet Ocak Dergâh – 1980’lerde Ülkücü Hareket (K.Can’la birlikte, 1991), Yugoslavya: Milliyetçiliğin Provokasyonu (1991), Bosna-Hersek: “Yeni Dünya Düzeni”nin Av Sahası (1994), Milliyetçiliğin Kara Baharı (1995), Türk Sağının Üç Hali (1998), Devlet ve Kuzgun – 1990’lardan 2000’lere MHP (K. Can’la birlikte, 2004), Medeniyet Kaybı- Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar (2006), Türkiye’nin Linç Rejimi (2008). Derlemelerinden birkaçı: Yeni Bir Sol Tahayyül İçin (2000), Taşraya Bakmak (2005), Ankara Rüzgârı – Gençlerbirliği Tarihi (2003), Kârhanede Romantizm (2006).

24 Mart 2009

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali!




Sevgili Sinemasever Limonlukçular, bildiğiniz üzere 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali maratonunun başlamasına sayılı günler kaldı. 4 Nisan Cumartesi günü açılış filmi olan ve yönetmenliğini Fransız sinemacı Philippe Lioret’in yaptığı “HOŞ GELDİNİZ /WELCOME” ile sinemaseverlerin karşısına çıkacak olan film festivalinin biletleri de 21 Mart cumartesi günü satışa çıktı. Bilet fiyatlarının kuru geçen seneye sabitlenmiş görünüyor.

Bu sene de sinemafillere 200 kadar film seçeneği sunan IKSV gene başımızı döndürüyor. Sinema dergileri, bloglar, gazetelerin kültür-sanat sayfaları tavsiyelerle dolup taşıyor. Peki, Limonluk boş durur mu? Elbette durmaz, duramaz. Festival programı açıklandığından bu yana hummalı bir çalışma ile 200 film arasından “hangisine gitsek, nereye parayı gömsek, hangi filmleri daha sonra da seyretme şansımız olur? Kimin dvdsi çıkar, torrenti düşer” gibi sorular ve kriterler eşliğinde aşağıdaki belgesel film ve Avrupa sineması ağırlıklı listeyi hazırladık. Bir de üşenmeden nedenlerimizi de ekledik. Bizim gibi sinefillere fikir vermesi açısından yararlı olacağını umar, bol koşturmacılı bir festival dileriz!

OLMAZSA OLMAZLARIMIZ

SAZLIKTA A 6 Pt. 11.00 / R 8 Ça. 21.30 / E 11 Ct. 13.30 : Çünkü o Wajda. O ne çekse ben seyrederim! O kadar!

SESSİZLİK LÜTFEN... ÇEKİM VAR B 5 Pz. 21.30 / R 7 Sa. 11.00 : Mısır sinemasının duayeni Yusuf Şahin’i görmek, bilmek gerek… Bin tat, bin doku… : Büyük Mısırlı ustanın otuz altıncı uzun metrajlı filmi, 2007 yapımı son filmi Keşmekeş'ten iki önceki filmiyle. Dünyanın en saygın Arap sinemacısı Yusuf Şahin, şöhret olmak hakkındaki bu eğlenceli müzikal dramın ya da dramatik komedinin hem yönetmeni hem de senaristi. Film, zengin oyuncu ve şarkıcı Melek'i anlatıyor. Oyuncu olmak isteyen doktor Lamei, hem Melek'e hem de kızına kur yapar, ama asıl amacı Melek'in para ve şöhretini kullanmaktır. Melek bu fırsatçı adama âşık olunca Melek'in senaristiyle yönetmeni işe karışır, ama bu durum kariyerini olumsuz etkiler.

BERLİN’DE B 7 Sa. 13.30 / B 8 Ça. 21.30: Benim gibi bir Doğu Avrupa sosyalizmi meraklısının görmesi gereken filmlerden biri. Neydi, ne oldu güzelim komünizm…: 2008 Altın Lale jürisinin başkanı, Berlin doğumlu efsanevi görüntü yönetmeni Michael Ballhaus bu ilk yönetmenlik denemesinde, Arjantinli görüntü yönetmeni Ciro Cappellari'yle birlikte Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılışından bu yana bu şehrin geçirdiği değişimi izliyor. "Berlin canlı ve devingen. Sürekli değişiyor", diyor Ballhaus. Film boyunca hem sıradan Berlinliler hem de Berlin'in ünlüleri Berlin'de Berlinlilerin nasıl yaşadıklarını anlamamıza yardımcı olacak bakış açıları sunuyorlar. Yalnızca bir belgesel değil, büyülüyeci bir uluslararası metropolise ve sakinlerine gönderilmiş bir aşk mektubu.

YOUSSOU NDOUR: SEVGİYLE GELDİM B 7 Sa. 16.00 / B 9 Pe. 19.00 : Afrika’nın kendi kültürüne kendi bakışını seviyorum, merakla takip ediyorum. Siz de edin, diyorum: Afrika'nın önde gelen müzisyenlerinden, insan haklarının ateşli savunucusu, nam-ı diğer "Afrika'nın Sesi" Youssou N, kariyerinin zirvesindeyken İslam inancına olumsuz gözle bakılmasından rahatsız olarak "Egypt" adında, İslam'a adadığı son derece öznel ve özel bir albüm hazırladı. Ancak, özellikle de sanatçının memleketi Senegal'de dine hakaret olarak algılanan albüm, tartışmaların odak noktası haline geldi. Dini ayin görüntüleri, konser performansları ve albümün ortaya çıkış hikâyesini birleştiren bu müzikal yolculuk, albümün evrensel mesajının, N'un karşılaştığı güçlüklerin ve ümide, anlayışa davet eden sesinin güncesini tutuyor.

SORGULANMIŞ YAŞAM B 9 Pe. 16.00 / B 11 Ct. 11.00 : Zizek! Belgeselini çekebilmiş bir insanın diğer işlerini de görmek lazım!

MAMUT E 7 Sa. 21.30 / YR 10 Cu. 19.00 / NC 19 Pz. 16.00 : Genelde Akbank galalarına gitmek adetim değildir ama Gael García Bernal ne oynarsa giderim. Öyle piskopat bir takıntım var, hastasıyım…


SON KUŞLAR B 13 Pt. 11.00 ve VURUN KAHPEYE E 10 Cu. 21.30
Daha da olsa beyazperdede göremezsiniz bu filmleri! Televizyon da eskisi gibi vermiyor zaten Türki filmlerini… keşke Lütfi Akad’a katılabilseydi gösterime…

SARIŞIN BİR KIZIN TUHAFLIKLARI B 13 Pt. 13.30 / B 15 Ça. 21.30 : Dünyanın yaşayan en yaşlı yönetmeninin filmine gitmeden festival mi olurmuş ayol? Filmin içeriği bizi çok çekmese de Manoel de Oliveira bu son yönetmenlik ürünün sinema perdesinde izlemek gerek.

BUICK RIVIERA A 13 Pt. 16.00 / YR 14 Sa. 19.00 / R 15 Ça. 21.30 : Savaşın ortasında orta Avrupa. Çünkü siyasetin sinemaya yansımasını merakediyoruz...: Hırvat yönetmen Rusinovic imzalı Buick Riviera, Amerika'da, karanlık, karlı bir geceyarısı farklı kökenlerden iki Bosnalı mültecinin, Hasan ve Vuko'nun karşılaşmasından yola çıkarak etnik ve dinî çatışmayı, güven ve yabancılaşmayı ele alan, düşük bütçeli bir psikolojik dram

8 B 4 Ct. 16.00 / B 14 Sa. 11.00 / B 19 Pz. 16.00 : Birden çok yönetmenli, yamalı bohçalı filmleri seviyorum. Hele ki insana, hayata dair bir şeyler söylüyorlarsa… : Eylül 2000'de Birleşmiş Milletler, dünyadaki yoksulluk oranını 2015'e dek yarıya çekebilmek için kolları sıvadı. "Milenyum Gelişim Hedefleri" dedikleri sekiz hedef belirlediler. Açılışını Catherine Deneuve'ün yaptığı filmde sekiz sinemacı bu büyük meselelere dair görüşlerini paylaşıyor: Sissako açlık sınırında yaşayan insanları ele alırken Gael Garcia Bernal ilköğretim hakkı; Gaspar Noé, AIDS; Mira Nair, kadın erkek eşitliği; Jane Campion, çevresel sürdürülebilirlik; Gus Van Sant, bebek ölümleri; Jan Kounen, sağlık hizmetleri; Wim Wenders ise gelişim amaçlı küresel ortaklık üzerine eğiliyor.

11’E 10 KALA E 16 Pe. 11.00 : “Oyun” ile tanıdığımız Pelin Esmer'i bu sefer bir kurmaca ile izleyeceğiz. Kesişen ve birbirini değiştiren hikayler varmış. Hadi hayırlısı…

GÖKTEN 3 ELMA DÜŞTÜ B 15 Ça. 11.00 : bir ilk film. Vicdan’ın kopukluğundan sonra Raşit Çelikezer'in filmine şüpheyle
yaklaşsam da Bennu Yıldırımlar sinema oyunculuğunu görmek arzusundayım. Bakalım kim kimin başına yağacak. Bir de Türk filmlerini desteklemek lazım efenim…

TÜRK SİNEMASINDAN PORTRELER: TOLGAY ZİYAL, HALİT REFİĞ, MEMDUH ÜN P 15 Ça. 16.00 : Bu isimleri açıklamaya gerek mi var arkdaşım?


ÖLÜM ELBİSESİ: KUMALIK + DEPREMİN GÖLGESİNDE : P 15 Ça. 19.00 : Çünkü yönetmeni arkadaşım! O kadar. Ayrıca kumalık,deprem bunlar yüzümüze vurulması gereken gerçekler…

4857 + MARENOSTRUM + SON KUMSAL P 15 Ça. 21.30 : Ethem Özgüven hocam belgesel çekecek, festivalde gösterilecek de ben gitmeyeceğim? Çok ayıp çok….

NÂZIM'IN KÜBA SEYAHATİ P 17 Cu. 21.30 : Allahım sen Nazım’ı göremeden bu festivali benden alma yarabbim!

HAYAT VAR E 16 Pe. 16.00 : Bakalım Türk sinemasının altın çocuklarından Reha Erdem Beş Vakit’ten sonra neyleymiş.. Hayat hakkaten var mıymış, izlicez göricez...

1974, BİR SEÇİM KAMPANYASI A 11 Ct. 11.00 / B 14 Sa. 13.30 paramız yettiği kadar Raymond Depardon görücez!
FOTOĞRAF YILLARI A 6 Pt. 19.00 / A 16 Pe. 13.30 : ustalara saygı kuşağında Raymond Depardon’un ne kadar filmi varsa görmek gerek. Belgesel sinemanın meraklıları için bulunmaz nimet; zira baktım bu filmler hakkaten bulunmuyor…
ÇİFTÇİ PORTRELERİ: GÜNLÜK HAYAT B 5 Pz. 13.30 / A 10 Cu. 13.30 Bakınız Raymond Depardon
ÇİFTÇİ PORTRELERİ: KARŞILAŞMA B 4 Ct. 11.00 / A 9 Pe. 13.30 Bakınız Raymond Depardon

İKİ DİL BİR BAVUL B 17 Cu. 16.00 : Yok aslında birbirimizden farkımız, aynı güneşin altında yanı memleketin insanlarıyız…da?
Seyredelim, sıkıntıları görelim : Ankaralı belgesel yönetmenleri Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın, 2008 Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde (IDFA) Joris Ivens ödülü için yarışan son filmleri, üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış bir Türk öğretmenin bir yılını, okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar.

İNKILAP VE 9 KARDEŞ 18 Ct. 13.30 : İstanbul vapurları için ekstradan 7 ytl aranıyor. En sonunda kendime sponsor bulmam gerekecek: A Takımı, Zaga, Çapraz Ateş, 5 Kere 5 gibi başarılı televizyon programlarının yapımcılığı ve yönetmenliğiyle en son MTV Türkiye'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Halil Şafak Bakkalbaşıoğlu'nun son belgesel projesi, 1960ı yıllardan 2004'e kadar İstanbul'un mavi sularında boy gösteren buharlı vapurların serüvenini anlatıyor. Son buharlı vapurların Başta İnkılap olmak üzere Ali İhsan Kalmaz, Turan Emeksiz, Harbiye, Kanlıca, Kuzguncuk, Anadolu Kavağı, Pendik, Ataköy vapurlarının ve "bu vapurlar bizim vatanımız gibiydi" diyen, kaptanından kamarotuna, İstanbul sevdalılarının hikâyesi

AGNÈS’İN PLAJLARI R 11 Ct. 16.00 / A 12 Pz. 21.30 / E 17 Cu. 13.30 : 80 yıllık bir otobiyografi…

ÇANLAR, İPLİKLER VE MUCİZELER B 6 Pt. 16.00 / B 12 Pz. 19.00

BİR BUÇUK ODA YR 14 Sa. 16.00 / A 15 Ça. 21.30 / R 17 Cu. 16.00 : Çünkü Rus sinemasını seviyorum.

ATİNA-İSTANBUL B 4 Ct. 21.30 / B 5 Pz. 16.00 / A 14 Sa. 11.00 : "Sınırlar bu dünyaya mahsustur, çünkü hareket edemediğiniz sürece onlara ihtiyacınız yoktur!"

BAŞKA SEMTİN ÇOCUKLARI E 17 Cu. 21.30 : Son dönem Türk sineması, iyi ki varsın!

Belkilerimiz…

Gidip de görmeyi can-ı gönülden istediğimiz fakat ya başka filmlerle çakışan, ya da uygun saatlerine paramızın henüz çıkışmadığı filmler:


FIRAAQ A 15 Ça. 16.00 / YR 17 Cu. 19.00 : Paramız artarsa Hindistan’ın gerçeklerine bir kadın yönetmenin gözüyle tanık olmak istiyoruz.

UZAK İHTİMAL E 12 Pz. 19.00 Yani sen 2009 Rotterdam’dan Kaplan’ı kap gel, ama filmin biletleri kapış kapış bitsin, gitsin! Vizyonda göreceğiz mecburen...


AYA SEYAHAT B 18 Ct. 13.30 Bir başka güzel belgeselle, "İnkılap ve 9 kardeş" ile saatleri çakıştığı için görmek istediğimiz ve kaçıracağımız filmlerden biri de Kutlu Ataman’ın Türk insanı ve uzay macerası konseptini merkeze alan belgesel filmi : Sene 1957. Erzincan'ın ücra bir köyü. Dört köylünün aya seyahat etme çabaları, ele geçen siyah-beyaz fotoğraflar kullanılarak ve yöre halkından bir anlatıcı yardımıyla belgeleniyor. 1957'de gerçekleşen bu olaylar hakkında birçok farklı alandan saygın Türk aydını görüşlerini bildiriyor. Sonuçta film, tuhaf bir şekilde, bir tarih belgeseli olmaktan ziyade çağdaş Türk kültürünün derinlemesine bir incelemesine dönüşüyor. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Jürisi başkanı Kutluğ Ataman'ın son eserinde Alim Rüstem Aslan, Murat Belge, Seçkin Dindar, Sibel Eraslan, Nilüfer Göle, Mahir Kaynak, Etyen Mahçupyan, Turgay Oğur, Atila Özgüç, Özge Samancı, Bülent Somay, (Panter) Emel Yıldız konuşmacı olarak yer alıyor.

BALIK ÇOCUK A 11 Ct. 13.30 / R 12 Pz. 19.00 / YR 13 Pt. 11.00 : Geçen seneki festivalin enteresan yapımlarından XXY’nin yönetmeni Lucia Puenzo’nun bu son filmi Arjantin sineması kuşağında yer alıyor.

ZAMAN VE ŞEHRE DAİR B 4 Ct. 19.00 / B 16 Pe. 21.30 / B 19 Pz. 11.00 : Liverpoolu Terence Davis müzikleriyle görmek istiyoruz…

YES MEN DÜNYAYI KURTARIYOR B 6 Pt. 19.00 / B 8 Ça. 13.30 / B 10 Cu. 21.30 :Amerikalıların kendi gözünden kapitalizmin günah çıkartması olarak değerlendirebileceğimiz bu filmi paramız kalırsa görmek istiyoruz.
SU BELASI B 6 Pt. 11.00 / B 7 Sa. 19.00 : Dünyanın sonu sudan gelecek! Gidip görmek lazım…
KADININ FENDİ E 5 Pz. 19.00 / A 6 Pt. 13.30 / YR 7 Sa. 19.00: post modern bir Yunan trajedisini zamanım ve param kalırsa görmek istiyorum. Hep politika hep siyaset hem dram nereye kadar?
UZAKLIK R 8 Ça. 11.00 / A 11 Ct. 21.30 / A 13 Pt. 11.00
ZİYARETÇİ R 5 Pz. 11.00 / YR 6 Pt. 21.30 / A 10 Cu. 16.00
AKİLEUS VE KAPLUMBAĞA YR 6 Pt. 19.00 / YR 9 Pe. 11.00 / A 19 Pz. 19.00
APTALLAR TARAFINDAN SEVİLMEK ZOR İŞ B 8 Ça. 11.00 / B 11 Ct. 16.00

Fotoğraflar ve film özetleri : http://www.iksv.org/

Etkinliklerle ilgili haberler bir sonraki yazıda!



17 Mart 2009

Hepimizin Başkanı Seyfi Soluk Al!



29 Mart seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi için adaylığını koyan hayali başkan adayı Seyfi Solukal'ın gerçek olduğuna inanmak istiyorum!

Hele ki Radikal'deki röportajı görünce insan Seyfi Solukal'ın gerçek bir başkan adayı olduğuna inanıveriyor!

Zayıflama merkezleri açılacak.
Yotube’yi açtıracağım.
Taksiler gece de gündüz açacak.
Musluktan su içmeyi özledik.
Trafik, trajik olmayacak.
Metro her mahalleye ulaşacak!

Küresel ısınma bizi teğet geçecek!

Büyüksün Seyfi Başkan! Keşke ne demek istediğini doğrusundan anlayacak kafalar çoğunlukta ve başımızda olsaydı.


14 Mart 2009

İzmir’in Kalbi, Kemeraltı


Tarih-Turizm dosyamızın ilk durağı Ege’nin İncisi İzmir’in Kalbinde, turistik çarşı Kemeraltı...

Kemeraltı yüzyıllardır İzmir'in kent ve ticaret merkezi ola gelmiştir. Bugün, meydanında İzmir'in simgesi saat kulesinin de yer aldığı Konak ilçesinin sınırlarında yer alan Kemeraltı çarsının geçmişi, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İpek Yolu ticaretini elinde tuttuğu yüzyıllara kadar gitmektedir. Bu ticaret ağının en batı ucu olarak en sonunda yer alan İzmir Liman'ı Kemeraltı çarşısının kurulmasına olanak vermiştir. Zira liman bir kale ile çevrilmişti ve bu korunaklı alan hem Frenk tüccarlarının dükkânları ve hem de limanın iç bölümünde yer alan kervansarayların gelişmesi için birebirdi. İpek Yolu boyunca develerin sırtında Smyrna’ya kadar gelen tüm mallar içerde hanlarda boşaltılıp, Cenevizli tüccarların gemilerine yüklenerek diğer ülkelere götürülmekteydi. İşte hem konaklama hem ticaret gereksinimini ünlü Kemeraltı Çarşısı’nın da temellerini atmıştır.






Bir iç liman olarak ünlenen ve zenginleşen Kemeraltı bölgesini ele geçirmek için öncellikle kalenin düşürülmesi gerekiyordu. Tarihi kaynaklara göre Osmanlılar’da Yıldırım Beyazıt kaleyi saldırıları ile kuşatmış olsa da başarılı olamamıştır.
İzmir Liman Kalesi'ni Türk hâkimiyetine almayı, 1402 yılında ünlü Timur komutasındaki ordu başarmıştır. Kullandıkları askeri taktik, yani Kadifekale yamacından taşlar sürükleyip, limanı doldurmak Kemeraltı bölgesinin yerleşim alanının kurulmasına vesile oluşmuştur. Doldurulan alana günümüze kadar pek çoğu ulaşmış olan hanlar, camiler, kiliseler, hamamlar, şadırvanlar inşa edilmiş; böylece zaten yoğun ticaretin merkezi olan bölge, yerleşimin de kurulmasıyla önemli bir liman ticaret noktası haline gelmiştir.
Çarşı ilk kurulduğu yıllardan yakın geçmişe kadar dar sokakları, kiremit çatıları ve arastalarıyla kapalı çarşı havasını korumuştur. Çeşitli kaynaklara göre, “Kemeraltı” ismi, ana caddeyi boydan boya kaplayan kemerlerden gelmektedir. Ara sokaklarda yer yer halen eski mimarinin korunduğu gözlenmektedir. İşte Kemeraltı Çarşısı'nı tarihi yapan da yüzyıllar boyunca hem işlevinin korunabilmesi, hem de görsel yapısının çok az değişmesi olmuştur. Kemeraltı Çarşısı, tüm değişmelere rağmen halen İzmir'in en önemli alışveriş merkezidir. Çarşı da tarihi tonoz ve kubbeli dükkânlar, hanlarla modern iş merkezleri, mağazalar, kafeteryalar iç içe geçmiş bir mozaik oluşturmaktadır. İzmir’lilerin her türlü alışveriş ihtiyacını karşılayabilen Kemeraltı dükkânlarında ayrıca turistik olarak seramikler, çiniler, ahşap eşyalar, halı ve kilimler de bulunmaktadır.

Çarşı Hafta İçi yüz elli bin ila iki yüz bin arasında Ziyaretçi ağırlarken, alışverişin tavan yaptığı hafta sonu, yılbaşı ve bayram arife gibi özel günlerde bu sayı dört yüz elli bin ila beş yüz bin kişiye kadar çıkmaktadır.
Günümüzde Kemeraltı bölgesi hem halen en çok rağbet gören alışverişi merkezi olan özelliğini korurken diğer yandan da 88 hektara yayılmış arazisiyle İzmir’in önemli kamu kurumlarına ev sahipliği yapmaktadır: İzmir Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Emniyet Müdürlüğü, Vergi Dairesi, Defterdarlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, Konak Kaymakamlığı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü gibi.
Resmi kaynaklara göre toplam İşletme Sayısı 8726’dır. Sekiz binden fazla iş yeri 36000-40000 arası insana iş olanağı sağlamaktadır.




Kemeraltı caddeden oluşmaktadır : Anafartalar Caddesi, Cumhuriyet Cad., Dr. Faik Muhittin Cad., Havra Cad., İpek Pazarı Cad., Kestelli Cad., Milli Kütüphane Cad., Mucibirrahman, Şehit Fethi Bey Cad., Veysel Cad.
KEMERALTI CAMİLERİ
Kemeraltı Çarşısı’nın içinde farlı yüzyıllar yaptırılmış pek çok camii bulunmaktadır. Osmanlı’nın ve islamiyetin İzmir’deki varlığının birer simgesi olan bu camilerin pek çoğu günümüze sağlam olarak ulaşmıştır ve halen ibadet için kullanılmaktadır.
Hisar (Molla Yakup Bey) Camii
İzmir'deki camilerin en eskisi ve en büyüğüdür olan cami adını, eskiden İzmir'in deniz kıyısında, liman ağzında yer alan Hisar (Kal'a) Kalesi'nden almıştır. Girişinden ulaşılabilen caminin aynı adı taşıyan bir de meydanı vardır. Çeşitli kaynaklara göre kiliseden dönüştürülen caminin yapım yılının 16.yy-17.yy arasında olduğu sanılmaktadır. Dört kez tamirat gören caminin meydanı çiçekçiler, kahveler, boncukçular, baharatçılar, lokantalar ve kebapçılarla çevrilenmiştir. Kemeraltı’nın ana girişinden, sahilden başlanan bir gezi, Hisar camisinin meydanındaki çay bahçelerinde soluklanarak Hisar önü çıkışından noktalanabilir.
Şadırvan (Niflizade) Camii
Katib Çelebi'nin İzmir'e geldiğinde bu camiyle ilgili gözleminin yer aldığı Cihannüma isimli eserine dayanarak, caminin 17. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı tahmin edilse de tkesin bir yapım tarihi verilemeyen eser, İzmir'in ulu camisi olarak övülmektedir. İçinde yer alan şadırvanının güzelliğinden dolayı bulunduğu çarşı Şadırvanaltı olarak anılır. Şadırvanın çevresini bugün, kahveler, şekerciler ve giyim kuşam üzerine dükkânlar yer almaktadır. Ayrıca, caminin arka meydanında küçük bir şadırvan daha vardır. Cami ve çevresi, Şekerciler, Mantocular ve Kuyumcular Çarşısı'na rahatlıkla ulaşabilmesi bakımından önemli bir konuma sahiptir.
Başdurak (Hacı Hüseyin) Camii
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde HacıHüseyin Efendi adında bir kişi tarafından 1652 yılında yaptırıldığı yazı olan caminin giriş cephesinin yanındaki şadırvanıyla, çarşıya açılan yapının çevresinde balıkçılar, kasaplar, kuşçular, manavlar ve giyim kuşam üzerine satış yapan dükkanlar bulunmaktadır. Caminin bulunduğu yer aynı zamanda Kemeraltı’nın çevreleyen kıyı şeridi olan Kemeraltı Caddesi'nin orta yeridir.
Kestane Pazarı Camii
Caminin yapımı ve tarihi hakkında eldeki verilen sınırlı olsa da hem bugünkü kitabesine göre, hem de Evliya Çelebi’nin notlarına göre 17yy.’ın ortalarında inşa edildiği bilinmektedir. Yazar Konstantin Oikonomos bu caminin eski Havariler Kilise'si olduğunu iddia etse de, Evliya Çelebi seyahatnamesinde caminin denizin doldurulmasıyla oluşan zemin üzerine inşa edildiğini ve “yeni” olduğunu yazmıştır. Mihrabıyla dikkat çeken yapının altında ve çevresinde baharatçılar, yemişçiler, zahireciler ile metal ve ahşap dekorasyon eşyaları satan dükkânlarla çevrilidir.

Salepçioğlu Camii
20yy’ın ilk yıllarında Salepçizade Ahmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. Bu anlamda görece yenidir. Klasik camiler örnek alınarak tasarlanan yapı, döneminin Batı mimari tarzından da etkilenerek inşa edilen cami, İzmir'in en büyük ve en zarif camileri arasında yer almaktadır.
Hacı Mahmud Camii
Yapımı 17.yy.-18.yy. başında olduğu tahmin edilen caminin avlusun yer alan eski mezarlar, servi ağaçları ve caminin giriş kapısı dikkat çekicidir. Caminin çevresinde tıbbi malzeme satan dükkanlar, eczaneler, ayakkabı mağazaları ve kırtasiye dükkanları vardır.
Kemeraltı (Ahmet Ağa) Camii
Camiyi 17. yy’da Yusuf Çavuşzade Ahmet Ağa yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda ise caminin ismi Hindli HacıYusuf Camii olarak da geçmektedir. Cami yanındaki sebili ile dikkat çeker, ayrıca solunda bir de çeşme yer alır. Caminin yer aldığı meydan börek, tatlı, çerez, manav, parfümeri dükkanları ve lokantalarla çevrilidir.
Yalı (İngiliz Ayşe) Camii
18. yy.’da yaptırıldığı bilinen cami Konak Derviş Meydanı'nda yer alır; İzmir'deki vakıf kayıtlarına göre Mehmed Ağa Zade Mehmet Paşa'nın kızı (İngiliz) Ayşe Hanım tarafından inşa ettirilmiştir. Zeminin doldurulmasıyla bugün merdivenle inilen yapının eskiden, buradaki bir medresenin bahçesinde olduğu bilinmektedir. Süslemeleri ve çinileriyle dikkat çekicidir.
KEMERALTI’NIN HANLARI
Özellikle 18. ve 19.yüzyıllar boyunca İzmir'de artan ticaret hareketliliğini karşılamak amacıyla, gelen malların depolanması, sergilenmesi ve satışı için kullanılan hanlara hızla yenileri eklenmiştir. Fakat Kemeraltı ve çevresinde var olan geçmişten bugüne 200'ü aşkın handan maalesef, ancak bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir; bir kısmında büyük yangında yok olmuş, bir kısmı Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir'in yeni imar planı uygulanırken kısmen ya da tamamı yıkılarak yol yapımına ayrılmıştır. Bazı hanların isimlerine sadece vakıf defterlerinde rastlanabiliyor. Kemeraltı yüzlerce handan oluşan büyük bir çarşı olma özelliğini hala korusa da, yok olan geçmişinin de küskünlüğünü taşıyor gibi.
İşte Kemeraltı’nın halen kullanılan önemli ve karakteristik hanları:


Kızlarağası (Hacı Beşir Ağa) Han
Hacı Beşir Ağa 1. Mahmut döneminde, 1717 yılında sarayda "Kızlarağası" görevine getirildikten sonra, 1744 yılında bu hanı inşa ettirince “rütbesini” hanına hediye etmiştir. İzmir'in önemli hanlarının başında gelen Kızlarağası hanı, ilk yapıldığı dönemde denizin hemen kıyısında yer almaktaydı; hanın önünden geçen yola Soğankale Sokak, iskele olarak kullanılan hanın önüneyse Saman iskelesi denilmek¬teydi. Han zaman içinde denizin doldurulmasıyla bugün oldukça içeride kalmıştır. Ana giriş kapısı ile beraber altı kapısı bulunmaktadır; 1675 yılında yapılmış bir de çeşmesi vardır.
Büyük hanların mimarisinde önemli yeri olan ve bazı han gravürlerinde gördüğümüz avluyu süsleyen ve dengeleyen şadırvan ile mescit bugün yerinde yoktur. İki katlı handa odaların tümü konaklama amacıyla kullanılmış, ortadaki büyük avlu ise ker¬vanlarla getirilen malların sergilenmesi ve satışı amacıyla kullanılmıştır. Zaman içinde alt katlar depo ve dükkanlara çevrilirken, sonraki dönemlerde bu dükkanlar İzmirli tüccarların büroları olarak işlev görmüştür.
Restorasyonun başladığı 1988 yılı öncesine kadar kaderine terk edilmiş olan handa dökümcü, nargileci, tornacı, marangoz, bakırcı, yorgancı, demirci, kasacı ve benzeri iş kollarının atölyeleri ile lokantacı, kahveci, nalburiye dükkânları yer almaktaydı. Bugün kullanılan yapı hanın orijinal hali değil, orijinal taşları kullanılarak ve mimarisi esas alınarak yeniden yapılmış, büyük kısmı restore edilmiş halidir. 1993 yılında yeniden hizmete açılan handa bugün bütün odalar işyeri olarak hizmet vermektedir.
Hanın üst katında özellikle tarih meraklıları ve koleksiyonerler için bir çok antikacı hizmet vermektedir. Eski ve nadir kitaplar, haritalar, kartpostallar, eski İzmir fotoğrafları, gravürler, antika eşyalar, nadir ve değerli objeler, pul ve paralar bu dükkanlarda bulunabilir. Ayrıca ahşap restorasyonu, değerli taş, hediyelik eşya, nikah şekeri, müzik gibi alanlarda çalışan dükkanların yanı sıra gümüş atölyeleri, moda evleri ve bir de şirin biçimde döşenmiş ve daha çok gençlerin uğrak yeri olan kahve vardır. Hanın alt katında avlusu çevresinde ise halı, gümüş hediyelik eşya, baharat, antika, kitap, kahve, çiçek ve çiçek tohumu, deri gibi farklı sektörlerde satış yapan dükkânlar vardır. Ayrıca alt katın kebapçısı ve çay bahçesi de meşhurdur. Kızlarağası hanından bir Türk kahvesi içmeden Kemeraltı gezinizi tamamlamış sayılmazsınız.
Çakaloğlu Han
1805 yılında yapıldığı bilinen bu hanın harap durumdaki çeşmesi, işçiliği ile dikkat çekicidir. Çeşmenin hemen yanında Gaffarzade sebili vardır. Kayıtlara göre, bu han bir zamanlar, Elmasyan’ın yemiş fabrikası olan kullanılmıştır. Bugün ayakta kalarak içi depo olarak kullanılsa da, onarılmayı beklemektedir.

Mirkelamoğlu Han
İzmir Vakıflar Müdürlüğü arşivine göre 18. yüzyıla ait olan bu yapı Kemeraltı'nda fiziki durumunu koruyabilen ender hanlar arasındadır. İki katlı olan hanın avlusunda aynı yıllarda yapılmış bir de çeşme vardır. Bugün üst katları depo ve atölye olarak kullanılan hanın alt katında bir lokanta, kahve ve çevredeki esnafın kullandığı depoların yanı sıra, önündeki meydanda kumaş, giyim üstüne çalışan dükkânlar vardır.

Büyük Demir Han
18. yüzyılda Mirkelamoğlu Vezir Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış olan bu han Şadırvan Camii'nin yakınında yer almaktadır. Bugün içinde fıçıcı, bakırcı ve ahşap eşyalar üreten dükkanlar bulunmaktadır.

Kemahlı Han
19. yy.’da İzmir'in eski üzüm tüccarlarından Kemahlı İbrahim Bey tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Daha önceleri otel olarak hizmet vermiş olan hanın bir kapısı çarşının en kalabalık yeri olan Kemeraltı Caddesi’ne, diğeri ise Yemişçiler Çarşısı'na açılır. Bugün bu çarşıda ağırlıklı olarak giyim eşyası satan dükkânlar bulunmaktadır.

Hükümet (Katipoğlu-Voyvoda) Konağı ve Saat Kulesi Kemeraltı ve çevresinde yer alan tarihi resmi yapılardandır. Hükümet Konak’ının 19.yy başında yaptırıldığı ve bir dönem Katipzade ailesinin konağı olduğu bilinmektedir. 1970 tarihinde yanan Konak, yıkılarak 1980'li yıllarda dış cephesi orijinaline uygun biçimde yeniden inşa edilmiştir. İzmir’in simgesi Saat Kulesi ise, 1Eylül 1901 tarihinde Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıl anısına yaptırılmıştır. Konak Meydanı ve çevresinde gerçekleştirilen son düzenlemede zemine eğim verilerek Saat Kulesi bulunduğu meydana oranla öne çıkartılmıştır.
Birçok tüccar ulusun bir araya geldiği Kemeraltı, döneminde havraları ile de kültürel bir zenginlik merkeziydi. Günümüze ulaşan havraların maalesef birçoğu yangınlarda zarar görmüş ve bazıları restore edilememiştir. Günümüzde ayakta kalan sinagoglar:

Etz Hayim (De Ariva) Sinagogu (Bizans)
Şalom (Aydinlis) Sinagogu (16yy.)
Talmut Tora (Hevra) Sinagogu (17. Yy.)
Bikur Holim Sinagogu (1724)
Giveret Sinagogu (16.Yy.)
Portugal Sinagogu(17yy.-Tahminen)

Kemeraltı’nda yer alan önemli tarihi hamamlar ise şunlardır:
Çivici Hamamı :(16. veya 18. yy.) 1995 yılındaki tadilat sonrasında halen çalışır durumdadır.
İstanköy Hamamı : (16. yy.) Mimari açıdan İstanbul hamamlarıyla benzer özellikler taşıyan hamam çalışır durumdadır.
Yeşildirek Hamamı : (17.yy.) Günümüzde çarşı olarak kullanılmaktadır.
Salepçioğlu Aile Hamamı : (19. yy sonu-20. yy başı) 1936 yılında önce sinema olarak kullanılmış olan hamam günümüzde matbaa ve tekstil mağazası olarak çalışmaktadır.

Kemeraltı Sebilleri ve Şadırvanları
Kemeraltı Çarşısı’nın pek çok ara sokağında ve camii avlusunda dönemlerinin önde gelen insanları tarafından hayır için yaptırılmış sebiller ve şadırvanlar bulunmaktadır. Bu tarihi yapılar beklenmedik biçimde çarşıda gezinirken biden karşınıza çıkabilir. Genellikle birbirine çok benzeyen ara sokakların çıktığı yönler bu çeşmeler sayesinde tayin edilebilir. İşte önemli tarihi sebillerden bazıları: Gaffarzade Sebili, Katipoğlu Ahmet Reşit Efendi Sebili, Kemeraltı (Sinanzade) Sebili, Ali Paşa Meydanı Şadırvanı, Kestanepazarı Şadırvanı, Şadırvan (Niflizade) Camii Şadırvanı, Bakırcı Mahmut Efendi Şadırvanı

Kemeraltı’na Nasıl gidilir?

Kemeraltı İzmir'in kalbi olan Konak'ta yer aldığı için, her çeşit ulaşım aracı ile kent içerisinden Kemeraltı’na gelmek mümkündür. Kalkış noktası Konak olan tüm belediye otobüsleri, Üç yol-Bornova semtleri arasında sefer yapan İzmir Metrosu ve Karşıyaka-Konak vapur seferleri sizi Kemeraltı'na ulaştırır.

Kaynak: İzmir Kemeraltı Tanıtım Kitapçığı



Tarih -Turizm Dosyası!



Çok sevgili Limonluk takipçileri, bol karlı ve yağışlı bir kışı daha geride bırakıyoruz. Hala soğuklar var ama 15-20 gün sonra sobalar toplanmaya başlayacak, yavaş yavaş erik çiçekleri ve papatyalarla uyanan doğa, ağaç dallarından kaldırım diplerine kadar fışkırarak yeşermeye başlayacak.
Kısacası önümüz ilkbahar ve yaz! Kış boyu yoğun tempoyla çalışan öğrenciler ve çalışan kesim için yaz demek tatil demek. İster kum-deniz-güneş klasiği olsun, ister kültür turizmi, ister sadece kafa dinlemek ya da maceraperestlik için olsun tatil kelimesinin kendisi bile insanın içini ısıtmaya yetiyor.

Dikili/İzmir

Biz de Limonluk olarak yeni bir mecraya, ülkemizden ve dünyadan turistik mekanların tanıtımına el atıyoruz. Erken rezervasyonların oldukça revaçta ve avantajlı olduğu bir dönemde, sık sık güncellenen kapsamlı bir turizm dosyasının farklı tatil seçenkleri arayanlar için yararlı olacağına inanıyoruz. Şimdiden İyi Tatiller!

10 Mart 2009

Olmamış Bir Film : Cennet


2008 Nisanında gösterime girmiş olsa da yeni izleme fırsatı bulduğum filmlerden biri oldu Cennet. “Çocuk yaştayken annesinin ölümüyle travma yaşayan bir karakterin psikolojisi” tema olarak ilgi çekici ve hemen zihnimizde psikanalitik Frued esintileri yaratıyor.





Hikayemizin baş karakteri Can, yani Engin Altan Düzyatan, kimliğini reddedip, ‘Cennet’ adını verdiği bambaşka bir dünya kurar kendi zihininde. Kendisine Can ismiyle seslenilmesini de reddeder ve alfabenin ilk harfini seçerek “A” kimliğini oluşturur.

Gerçek dünyada babası, cennetindeyse ölmüş annesi yanındadır A’nın. "Hareketleri saldırganlaştı" bahanesiyle, tedavi için gelip gittiği akıl hastanesine yatırılır. Hastanede yanından hemen hemen hiç ayrılmayan ve adını bir türlü öğrenemediğimiz bir kız arkadaşı vardır; televizyonun son dönem popüler simalarından Fahriye Evcen.

Hikaye, bu noktaya kadar kaba taslak elle tutulur bir çerçeve çizse de, hem senaryonun düştüğü çok ciddi hatalardan, hem de çekim-kurgu aşamasında yapılan teknik hatalardan dolayı heba edilen bir proje ortaya çıkmış Cennet ile.

Sanki, oyuncuların eline senaryonun ilk müsveddesi verilmiş ve onlar da prova diyaloglarını seslendirmiş ve böylece kayda girmiş gibi bir havası var filmin.
Senaryo yazılıp, çıktısı alındıktan sonra geriye dönüp bir bile kez okunmamış gibi.
Filmde o kadar korkunç mantık hataları var ki, keşke diyalogsuz bir film olsaymış da seyirciye sadece A'nın hayal gücü gösterilseymiş.


Bir örnek vermem gerekirse, herhangi bir psikiyatrist doktorun 15 yıldır hastası olan, zeka geriliği teşhisi ile tedavi etmeye çalıştığı 29 yaşındaki bir gencin annesinin ölüm nedenini bilmemesi, çocukluğunda travma yaşamasına neden olan ailevi nedenlerden bi'haber olması mümkün müdür?

Senaryo gereği tedavinin araştırmacı genç bir kadın doktora devredilmesi gerekiyor diye, seyirciyi bu kadar aptal yerine koyan, gerçeklikten uzak bir yapı kurulabilir mi? Hal böyle olunca izleyen de suçu oyuncuya atıp, "ne kadar aptal bir doktormuş Ahmet Bey" deyiveriyor ister istemez.


Öte yandan, kendisine dış dünyadan farklı ve oldukça zengin bir hayal dünyası kurmuş olan, kendi cennetinde mutlu olan bir şizofreni normal insanların dünyasına çekmeye zorlamak ne derece adildir? Film, 'belki de anormal, yanlış ve mutsuz olan sizsinizdir' gibi, hasta olanın gözünden bakan sağlam bir iddayı da taşırken, maalesef bunun üzerine fazla gidilmiyor. Bu açıdan işlenen sahnelerse, -ki buna filmin son sahnesi de dahil- yukarıda sayılan teknik hatalardan dolayı havada kalıyor.

Oysa A'nın Cennetine gittiğimizde rengareng bir gökkuşağı ve uçuşan kelebeklerle, gerçek dünyadan daha güzel bir yerde olduğumuz aşikar. Filmin sanat yönetmenliğinde takdiri hak eden sahneleri de cennet ile sınırlı aslında.
Görüntüleri açısından hikaye ile paralellik arzeden karanlık bir atmosferi var filmin; fakat sanatsal olma çabasıyla bu yarı karanlık bazı sahnelerde öyle abartılmış ki, ışık efektleri, karakterlerin mimiklerini anlamamızı iyice zorlaştırıyor.


Oyunculuklara gelince, Yaprak Dökümü dizisiyle keşfedilen ve parlayan
Fahriye Evcen, dizideki evin çok bilmiş, şımarık kızı performansının üstüne daha fazla bir şey katma gereği duymadan önemli bir rolün altına girmiş.
Engin Altan Düzyatan'ın inandırıcı oyunculuk performansının ise filmdeki elle tutulur iyi bir kaç noktadan biri olduğunu söylemek mümkün. Fakat, her ne kadar göz dolduran bir baş rol oyuncusu olsa da, filmin handikaplarından dolayı o da hikayeyi sırtlayıp götüremiyor.

Sonuç olarak, şizofrenin de kendi içinde mutlu olduğu/olabileceği gerçeğini ele alan özgün bir fikre sahipken, her aşamasında çok daha itinalı bir çalışmayla iyi bir film kotarılabilirdi Cennet ile.
Fakat senaryosundaki bir alelacelecilik, çekim ve kurgusundaki bir olmamışlık duygusu ile yeni dönem Türk sinemasının vasat örneklerinden biri olarak Cennet seyirciye iyi bir seyirlik vaadetmiyor.

28 Şubat 2009

Benjamin Button'ın Garip Hikayesi vs. Hayata Tersten Başlasaydık


Dünkü 2009 Oscar incelememizde Benjamin Button'ın Garip Hikayesi'nden bu kadar bahsedip Can Yücel sitemize konuk etmemek olmazdı.
Buyrun bir demet hayatı tersten yaşama hayali...

Hayata Tersten Başlasaydık

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta
mükemmel olurdu.
Nasıl mı ?
Cami'de uyanıyorsunuz.
Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş,
iyiliğinize dua ediyor ve
tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan
doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar,
iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.Arabanıza kurulup
evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş
bağlıyor, aylık veya üç ayda bir
maaşınızı alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaşlara kadar her şey
garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor,
kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak
istiyorsunuz ve ise
ilk başladığınız gün size
hoş geldin hediyesi
olarak bir
plaket ve altın kol saati
veriyor patronunuz..
ve Genel Müdürlük veya
bunun gibi yüksek bir makamdan
tecrübeli bir insan
olarak ise başlıyorsunuz.
Herkes karşınızda el pençe divan...
Vücudunuzda da bazı hoşa giden
hareketler de başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....
Aman ne güzel günler başlıyor...
Derken bir gün patron size artık
Üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
Bu arada Babanız ortaya çıkmış, "fazla
çalıştın" diyor "artık eve dön, işi bırak, okumaya başla,
harçlığın benden olsun...
" Keyfe bakar mısınız ? Okuduğunuz dersler
gittikçe kolaylaşıyor.Ekmek elden, su
gölden bir dönem başlıyor. Partiler,
Diskotekler, kızların sayısı artıyor.
Derken Anne ve
Babanız sizi götürüp
getirmeye başlıyor,araba kullanma derdi de
yok artık...
,Günün
birinde sizi okuldan
da alıyorlar, "evde otur,
keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar...
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman
zaman altınızı bile temizliyorlar,
hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve
hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken Anneniz bir
gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir
keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde,
her an ve en taze şeklinde hazır.
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok,
bir kordondan besleniyor, sıcacık,yumuşacık, gürültü ve
patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor,
ufacık bir hücre halini
alıyorsunuz. Ve günün birinde
hayatınız bitiyor...
CAN YÜCEL


Filmin son bölümünün Can Yücel'in hayali kadar olumlu olduğunu söylemek doğru olmasa bile, belki bir zamanlar F. Scott Fitzgerald'ın 1921 yılında kaleme aldığı The Curious Case of Benjamin Button adlı kısa hikayesini okumuştur üstat da...

Buarada, kulağımıza çalınan dedikodulara göre Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'nin orjinalinde de gerçek bir yaşam öyküsünden esinlenilmiş...
.
.
.
Şaka şaka :-)



27 Şubat 2009

2009 Oscarlarında Slumdog Millionaire Damgası ya da Hint Fakirinin Başarısı



81. Akademi Ödüllerini 8 dalda aldığı Oscarlarla tabir-i caizse silip süpüren "Slumdog Millionaire", bugün ‘Milyoner’ ismiyle Türkiye’de gösterime giriyor. En iyi film dalında, gedikli Hollywood yıldızlarının rol aldığı The Curious Case Of Benjamin Button, Frost/Nixon, Milk, The Reader gibi yapımları geride bırakarak Oscar heykelciğine Bombay’dan uzanan Slumdog Millionaire, uzun zamandır yeniden çevrim yapımlara, modası geçmiş bilimkurgulara ve Adam Sandler soslu komedilere bel bağlamış Hollywood’a, Bollywood’dan kelimenin tam anlamıyla “selamı çaktı.” Elbette bu başarının arkasında Hindistan-İngiltere karması oldukça geniş bir ekibin olduğunu belirtmek gerek.



Aynı zamanda bir diplomat olan roman yazarı Vikas Swarup’ın “Q & A” adlı ilk romanından, İngiliz yönetmen ve senarist Simon Beaufoy’ın senaryolaştırdığı SLUMDOG MILLIONAIRE, “En İyi Uyarlama Senaryo” dalında da Oscar heykelciğini, aralarında BAFTA, Altın Küre ve çeşitli sinema yazarları derneklerinin yer aldığı ödül koleksiyonuna kattı.


1996 yılında çektiği Transpotting gibi mükemmel bir roman uyarlamasıyla farklılığını kanıtlamış olan yönetmen Danny Boyle’in filmografisinde, daha ziyade televizyon yapımları boy gösterse de, 81. Oscar Ödül Töreni’nde SLUMDOG MILLIONAIRE ile ‘En İyi Yönetmen Oscarı’nı alan yönetmeni sinefiller, Günışığı (2007), 28 Gün Sonra (2002) , Kumsal (2000) gibi önemli iş yapmış filmleriyle tanıyorlar.



Sıradan görünen bir ‘çaycı’nın, bir gecede milyonerliğe uzanmasının şansa mı, kadere mi bağlı olduğunu kahramanın hayat hikayesini merkeze alarak, Hindistan’ın yakın geçmişi çevresinde işleyen film, parçalı anlatım kurgusu ile yaklaşık 100 dakika boyunca seyircinin geçmiş ve bugün arasında gidip gelmesine neden oluyor. Fakat klasik anlamda “geri dönüş” olarak nitelendirilen bu bölümler olay örgüsüne o kadar iyi yedirilerek aktarılmış ki, izleyenler Jamal’ın bugününden daha çok geçmişini merak ederek seyrediyorlar filmi. Öyleyse, En İyi Kurgu dalında da heykelciği almasına şaşmamak gerek.

Yoksulluk içerisindeki Hindistanlılar –ki onlara başrol oyuncusu Dev Patel’in de ailesi dahil- içinde tamamen kendi ülkeleri ve bizzat kendileri geçen bir Bollywood yapımının En İyi Yabancı Film dalında değil de, başlı başına "En İyi Film Oscarı"nı kucaklamasının sevincini yaşadılar. Öte yandan Hindistan’ın ‘yetkili mercileri’ filmdeki çıplak gerçeklikten yana memnuniyetsizliklerini dile getirseler de sanırım artık ellerinden daha fazlası gelmiyor. Washington Post’un 81. Oscar Ödül törenine dair yayınladığı sinema yazısında, Slumdog’tan sonra en iyi film dalında Oscarın favorisi olan Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi ile Milyoner’in karşılaştırılması yapılmış.

Kısaca özetlemek gerekirse, 15 milyon dolar bütçesiyle "Slumdog"’un yakaladığı bu büyük başarı, bağımsız film endüstrisi için yaralara merhem olabilecek gibi görünüyor. Zira filmin özellikle ilk yarısında –Jamal’ın ve Salim’in çocukluğunun anlatıldığı bölüm- oldukça çok Hintçe diyalog mevcut ve oyuncu kadrosunda tek bir Amerikalı yıldız dahi yer almıyor. Öyle ki Washington Post yazarı Amy Argetsinger, geçtiğimiz yaz filmin Amerika’da sinema gösterimi için dağıtımcı bulmakta zorlandığını hatırlatıyor. Bu da, sinema endüstrisinin halen daha vahşi kapitalizmin pençesine mahkûm olduğunu bir kez daha kanıtlar nitelikte.

Öte yandan, Benjamin Button, henüz daha stüdyo aşamasında Paramount Pictures’dan başlayarak, gerek Oyun, Yedi, Dövüş Kulübü gibi efsanevi yapımları karnesinde bulunduran yönetmeni David Fincher olsun, gerek kariyerinin en iyi filmi olarak gösterilen başrol oyuncusu Brad Pitt’i ya da Oscar ödüllü Cate Blanchett’i olsun, paranın satın alabileceği diğer enlerle dolu listesiyle ve gişede dünya çapında yaptığı 245 milyon dolar hasılat ile Akademi’den payına ancak “En İyi Görsel Efekt”, “En İyi Makyaj” ve “En İyi Sanat Yönetmeni” dallarında Oscar heykelciği düştü.


Rahmetli Can Yücel’in "Hayata Tersten Başlasaydık" şiirini anımsatarak, yaşamaya tam tersten başlamanın nasıl bir deneyim olabileceğini Benjamin Button karakteri üzerinden işleyen film, insani, yürek ısıtan duygulara dokunsa da, bir dönem Amerikasına çeşitli göndermeler içerse de ve hatta ucundan da olsa Katrina Felaketini zihinlerimizde tekrar canlandırsa da, "Slumdog Millionaire"in 'yoksulluk, küreleşme, din savaşları, tüm bunların ortasında yaşam savaşı veren kimsesiz çocuklar olma' gibi ciddi temalarını işlediği alt metninin Akademi jürisine daha çekici geldiği aşikar. Bazı dedikodulara göre David Fincher filmografisinin oldukça dışında bir yapım olmasına rağmen, Dövüş Kulübü ya da Yedi’nin kendisine getiremediği Oscar’ı almak hedefiyle, ‘Benjamin Button Garip Hikayesi’nde, yönetmenlik koltuğuna oturma teklifini kabul etmiş.

David Fincher Oscar hesabının peşinde miydi bilemeyiz, ama o gece her ikisi birden aday gösterilip de, ödüle uzanamayan bir çift olarak Angelia Jolie (Changeling-2008)ve Brad Pitt çoktan istatistikilere geçti.


Sonuç olarak, kendisinden çok daha büyük bütçeli ve yıldız dolu yapımlarla kapışan Slumdog Millionaire sekiz dalda oscarı kazanmış olmasa, muhtemelen Türkiye’de de kapı kapı gezip dağıtımcı firma arayan ‘festival filmi tadında’ bir yapım olarak, şanslıysa 4-5 bin seyirci ile gösterimini tamamlayacak ve DVD raflarında meraklıları tarafından keşfedilmeyi bekleyecekti. Ne diyelim, iyi ki filmde yüzde seksen oranında İngilizce kullanılmış ve Los Angeles sinemalarında gösterim şansı bulmuş.
Aşağıdaki videoda filmin senaristi Simon Beaufoy'in "En İyi Film Oscarı" açıklandıktan sonraki teşekkür konuşması izleyebilirsiniz.


Şahsen bu çocukların yüzlerindeki mutluluğu görmek için, bana verilecek bir heykelcikten seve seve vazgeçerdim.


Birileri, Hollywood dışında bir sinema daha olduğunu hatırladığı için halen ‘gerçek sinema’ yapılabiliyor...

Herkese iyi seyirler dilerim.

Dip Not: Diğer oscar alan ve aday gösterilen filmlerle ilgili eleştiri yazılarım gelecek. Slumdog Millionaire için filmin süprizlerinin tadı kaçmasın diye daha fazla detay vermedim. Ayrıca, Oscarda iki farklı dalda ödüle layık görülen müziklerinden bahsetmedim diye beğenmediğim sanılmasın, her müzik ayrı bir baharat tadında ve eski Bollywood filmlerine gönderme yapan tren istasyonundaki danslı kapanış sahnesi beni bir anda Doğu Tüketmek Sergisine götürdü nedense...

11 Şubat 2009

YEREL SECİMLER 2009 ve KOYUN OLMAK Ya Da OLMAMAK...


AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ YAZI İNTERNETTE E-POSTA GRUPLARINDA DOLAŞAN BİR İLETİDİR. SAMİMİ BİR VATANDAŞIN, İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMA "YETER!" DİYE HAYKIRIŞIDIR. USLUP OLARAK BİRAZ SERT VE SİVRİ DİLLİ OLMAKLA BERABER İÇERİK AÇISINDAN SİTEMİZDE YAYINLANMAYA UYGUN GÖRÜLMÜŞTÜR.

------------

“Yazmayacağım, yazmayacağım” dedim; ama artık dayanamıyorum. Bir önceki genel seçimde kendimi zor tuttum, ama artık boyumu öyle aştı ki bu ülkede yaşadığım stres “burama kadar geldi” bile diyemiyorum, oraları geçeli çok oldu çünkü.

Kimsenin ne söyleyeceği zerre kadar umurumda değil, her sözüm arkasında sonuna kadar duruyorum: BU HALK APTAL!!!

Rahmetli Aziz Nesin’i yakmaya kalktılar '%90 aptal', dedi diye de adamcağız %60’a çekti oranını.
Bu halkın üstünden akıyor aptallık. Hakaret falan da değil, sadece bir durum tespiti bu. %47 çıkınca birileri bunu dile getirdi diye elitist, halk düşmanı oldu. Gerekiyorsa halk düşmanıyım. Halk için, halka rağmen. Evet, bu aptal halk sayesinde gayet faşizan bir tutum içerisine girdim. Fakat benim faşistliğim olsa olsa Stalin sonrası Sovyetlerdeki muhafazakar komünistler kadar olur. Elime döner bıçağı ya da gaz bombası alabilen faşistlerden değilim ben. Her neyse, ne diyordum.

Evet, siz hepiniz, “komple”, yani Türkçesiyle olduğunuz gibi APTALSINIZ. Bu kadar açık ve net söyleyince belki ‘kafasına taş düşmüş’ etkisi yaratabileceğini umuyorum sözlerimin. Çünkü sizin aptallığınıza, kayıtsızlığınıza, körlüğünüze, “bırakın yesinler”ciliğinize karşı kibar demokratı oynamak, laf anlatmaya çalışmak çok fazla. Çünkü kör olduğunuz kadar sağırsınız da. İşinize gelmeyen hiçbir haltı duymuyorsunuz. Duysanız da, umurunuz da olmuyor. Bunu nasıl başardığınızı gerçekten aklım, havsalam almıyor. Bir halk bu kadar KOYUN olabilir mi yaa? Siz KOYUNLUĞA devam ettikçe, birileri de size ALENEN KOYMAYA devam ediyor. Hiç mi hissetmiyorsunuz? Duyularınız tamamen köreldi mi?

Çıldıracağım sizin yüzünüzden, hatta bu satırları yazdığım için çoktan çıldırmış olmalıyım.

E be Ankaralılar, size her şey müstahak! Ben daha ne diyeyim? Çok değil, 1 yaz evvel 10 yıllık sevgili belediye başkanınızın zamanında almadığı önlemler yüzünden 1 hafta tamamen susuz kalıp, akvaryum suyu ile el yüz yıkayan ben miydim? Ben mi bekledim tankerlerin arkasında elimde boş bidonlarla? Ben mi salgın hastalık tehlikesiyle yüz yüze geldim? Ardından da ben mi kanser riski çok yüksek denen Kızılırmak sularını afiyetle içtim? Siz hala kalkıp bu yüzsüz adamın adaylığını, elaleme bok atmasını alkışlıyorsunuz! Cevap verin, ben mi kazıklandım 600liralık doğalgaz sayaçlarıyla?

Sizde bir gram akıl yok mu ya oyunuzu susuz köyde dağıtılan çamaşır/bulaşık makinasına, 2 adet dandik çekyata satabiliyorsunuz? Yok ama, o eşyalar evine taşınırken kameralara “benim hanede 3 oy var, 3’ü de AKP’nin” diyen teyzeyi gördükten sonra, sizi ben değil feriştahı gelse, Yahudilerin dört gözle bekledikleri Mesih’i gelse kurtaramaz. Mustafa Kemal mezarından dirilip karşınıza çıksa, AKP’li değil diye yüz çevirirsiniz siz.


O kadar beyni yıkanmış, o kadar aptal haldesiniz ki bırak kömürü, makarnayı oyunu vereceğin okulun kapısında kim yarım ekmek köfte dağıtsa girer oyunu ona basarsın. Hiç kimse de bana “e kabahat vatandaşta mı? Onu o hale düşüren de değil mi?” demesin. Aklını başına toplayacaktı o vatandaş zamanında. Milliyetçi, dinci geçinene duygularını sömürene değil, adam gibi iş yapana ve cebindekini yemeyene verecekti oyunu.

Teyzeeee Şşşş haberin var mı o beyaz eşyanın parasını senin Tayyip Efendi değil, ben verdim BEN! Anlıyor musun? Alınan beş yüz bin tane vergiden gelen, IMF’e borçlanarak aldığımız dünyanın parasından o fona aktarılıyor senin buzdolabının parası!!! Bilal’in gemiciklerinden gelmiyor o paralar. Ama sende bunu düşünecek, hadi bırak düşünmeyi, ben anlattığımda, söylediğimde anlayacak akıl, dinleyecek kulak nerde?!!

(Bahsi geçen teyzenin videousu için : http://video.ntvmsnbc.com/videos/20090209_tuncelidebeyazesya.wmv)

Tutturmuşsunuz bir din, Müslümanlık kisvesi, ondan öncesinde milliyetçilik şemsiyesi, bas oyunu oraya anasını satayım. Böyle dininiz batsın! Din dedim de aklıma geldi, koskoca Deniz Feneri yolsuzluğu dosyalar davaya dönüşemeden orta yerde mıh gibi duruyor, sen hala “temiz Müslümanlar yardım ediyor” de. O güzel Tanrım var ya, müstahakkınızı versin.
Ama sizi oraya da havale etmek de yetmiyor, çünkü bizim buradaki sayılı günlerimizi cehenneme çeviriyorsunuz aptallığınızla.

Ya İstanbul? %49 çıkmış, belediye yolsuzlukları, çektiği peşkeşler bir bir ortaya çıkan halihazırdaki başkanımızın destek oranı anketlerde. Ben kentsel dönüşüm zırvası adı altında hangi ortaklıkların, hangi işten, ne kadar kar aldıklarını, hangi firmaların hangi ihalelere katıldıklarını öğrenmek istiyorum. Hayır, ben bir kısmını biliyorum da, benim SEVGİLİ APTAL halkım da duysun, öğrensin istiyorum.

Gerçi duysa ne olacak, bu koyunlukla gidip paşa paşa gene basacak damgayı pırıl pırıl yanan ampülüne!!! Benim imza atarken parmak basan GÜZEL ve APTAL halkım başımıza yeni yöneticiler seçecek, markette 90kuruşa satılan makarna için.

Metrobüs var şimdi, hani Zincirlikuyu ile Avcılar arasındaki mesafeyi 3te birine indiren, bastı mı şoför durmadan gidiveren; yanından geçtiğiniz kırmızı ışıkta bekleyenler el sallıyorsunuz değil mi? Ne hizmet ama! Siz geri zekalı mısınız Sevgili İstanbullular? Bu güzelim kentin 72 milletten, 80küsür vilayetten göç eden insanları, siz İstanbul’u, İstanbul’a akıtılan paraları kimin ellerine teslim ediyorsunuz?

Yahu o metrobüs denen gri otobüsler kaç paralara alındı haberiniz var mı? Ben de dahil pek çoğumuz o kadar parayı tüm ömrümüz boyunca sittin sene bir arada göremeyiz, farkında mısınız benim APTAL hemşerilerim? İstanbul’da doğmadığı halde İstanbullu olup bu şehrin yönetimini cehaletiyle kimlere verdiğini, kimlerin ceplerini doldurduğunu bilmeyen hemşerilerim? Siz o bilmem kaç milyon dolarlara alınan gri metrobüsleri kaçırınca neye biniyorsunuz? Arkadan gelen koyu yeşil otobüslere. E peki aynı otobüsler normal İstanbul trafiğinde her caddede zaten gitmiyor mu? Bal gibi gidiyor. Peki bir soru daha, bu memlekette “tercihli yol” yeni keşfedilmiş bir şey mi? Dünyada hiç kimsenin aklına ana caddenin ortasından 2 şerit ayırıp, tercihli yol yapmak gelmemiş de bizim büyük belediye başkanımız mı keşfetmiş bu sistemi? Vay beee! Bu şehirde zaten 30 yıl önce uygulanan sonra vazgeçilen bir sistem, sil baştan yeniden yapılıyor, çok büyük proje anasını satayım, bırak otobüsleri o taşeron firmanın cebine kim bilir ne girdi! Sonra dünyada daha önce hiç kimsenin aklına gelmemiş tercihli yolun üzerinde milyarlarca lira paraya alınan sözüm ona metrobüsler bir hızlı bir hızlı gidiyor ki sormayın! Arkasında zaten İstanbul’da 2 yılı aşkın süredir hizmet veren normal(!) yeşil otobüsler seyir halinde. Şimdi diyecekler ki “gelen yolcu talebini karşılamak için ek seferler koyduk yeşil arabalarla.” Bre YÜZSÜZLER, BRE BU HALKI KOYUN YERİNE KOYUP DA DURMADAN KOYANLAR! Sizin soyunuz tükenmeyecek mi be? Madem o yeşil arabalarda gayet gidebiliyordu ki, zaten 1 şerit sonraki normal asfaltta, normal trafikte de gidiyorlar o aynı güzergahta, neden bizim cebimizden bir başkasının cebine milyonlarca dolar aktı? On tane metrobüs alacağına, 30 tane daha yeşil otobüslerden alsaydın? Yok, ama o zaman adı metrobüs olmazdı, o zaman gösteriş yapılacak açılış olmazdı. “Tercihli yol yaptık, yeni yeşil otobüsler o hatta çalışacak” olur, vatandaşa normal belediyecilik bütçelerinde hizmet verilmiş olurdu. Haşaaa!! Bizim kitabımızda dürüst hizmetin yeri yoktur. Ancak yolunacak tavuklar ve götüne koyuldukça daha çoğunu isteyecek KOYUNLAR vardır. Koyun anasını satayım, daha çok koymak için bir kez daha gelin.

Hele metro rezaletine hiç girmeyeceğim. "Halen test sürüşleri devam ediyor" demiyorlar da seferlerimiz 10-16 arasında 22 dakikada bir yapılmaktadır diyorlar. Aha buraya yazıyorum, o hatta Pamukova faciası gibi bir facia her an yaşanabilir. Çünkü gösteriş olsun diye muhtemelen erken açtılar hatları, bunu bildikleri içinde tek hat üzerinde 3 farklı tren çalıştırıyorlar. Atatürk Otosanayiden yüklenecek yolcuları kaldırmayacak o hat bir anda, ellerinde patlar diye korkuyorlar. Ha bu arada benim unutkan halkım “Pamukova da neydi?” diye kendi kendine düşünüyordur şimdi.

Balık hafızalı, kendi halinde kırmızı balıkken pirina peşine takılan APTAL halkım benim. Size her şey müstahak da bana yazık yahu. Sizin için üzülen bana yazık. Dünyadaki bu ikiyüzlülüğü görüp kendi kendine bunalıma giren bana hakikatten yazık. Burada, bu güzel memlekette sırf sizin gibi APTALLARIN makarna, kömür, şimdi de buzdolabı ve altın!,için sattıkları oylarla yönetildiğim için bana yazık. Sizin yüzünüzden bu toprakları bırakıp gidesim var. Ama sevmediğimden değil, toprakları sevip üstünde yaşayanların APTALLIĞINA kendim de mahkum olduğumdan. Sevmediğimi de değiştiremiyorum, sayenizde, buna da fırsat vermiyorsunuz. Bir zamanlar denemek istedik, “biz de sizin kadar seviyoruz bu ülkeyi” dedik, sonra da satırlarla kovalandık okuduğumuz üniversite sıralarından. Vatan haini ilan edilip sürüldük, yönetimini beğenmediğimiz için demokratik yollarla değiştirmek istediğimiz ülkemizden. Siz sürmeden, ben sizin gibi koyunlar arasından kendim çekip gitmeyi tercih ederim. Nasıl olsa sizin için konuşan bir çene eksilmiş fark etmez, nasıl olsa dinelmiyorsunuz bile. Ha işin kötü tarafı asıl seslenmek istediklerim bu satırları zaten okumayacak, okuyanlar ya “Sen kim oluyorsun! Halka APTAL diyemezsin!” diyecek –ki derim-, ya da benimle benzer düşüncede olan insanlar “ellerine sağlık!” diyecek. Ama bu çekyat için evdeki 3 oyunu birden satan Fatma teyzenin düşüncesini değiştirmeyecek. Fatma teyze güttüğü koyunlardan bir farkı olmadığını asla idrak edemeyecek, ben de Fatma Teyze ve onun gibilerinin APTALLIĞINA yanmaya devam edeceğim.

Peki bu satırları neden yazdım? Çünkü bunları bağra bağra evde konuşuyorum, boğazım ağrıdı kendi kendime sinirlenip haber bültenlerine bağırmaktan. Bari dış dünyaya doğru bağırayım da, belki bir kişi çıkıp da “ulan acaba haklı olabilir mi?” diye düşünüp, körü körüne inandığı AKP’den başka bir partiye oy vermeye karar verir…

Yazar : Yagmur İstanbullu

9 Şubat 2009

Uyuşmayın, Uyandırın




Korkmayın heryerde konuşun konuyu siz açın
Takside taksiciye konuşun
Apartmanda kapıcıya konuşun
Sakallı gazete bayinize konuşun
Eve gelen gündelikçiye konuşun.


Anlatın eğer Fethullah dindarsa peygamber gibi ise
neden Amerika'da yaşıyor ?
neden Mekke'de Kabe yakınlarında bir malikanede değil de
Amerika'da FBI çiftliğinde.
Söyleyin bu zat değilmiydi 25 yıl o cami senin bu cami
benim salya sümük ağlayarak FAİZ haram diyen ?
sorun kapıcınıza peki BANK ASYA nedir ?
Önce alıştırmanız gerekir.
Görüntüye.
Seslere.
Hareketlere.
Sessizliğe.
Çevrenizde olup bitenlere.
Yavaş yavaş alıştırırsınız.
Alışırlar.
Türbana.
Çarşafa, peçeye.
Taşyapı'ya.
Oğulların gemilerinin olmasına.
Çocukların televizyon kurmasına.
Yakınların yolsuzluklarına.
Sevgililere alınan evlere.
Çokeşliliğe.
Erkeklerin, kadınların ayrı ayrı oturmasına.
Ramazanda öğle yemeği verilmemesine.
Beyaz takkeyle gezenlere.
Hem de öyle alışırsınız ki size çok doğal gelmeye başlar.
Bizde böyle deyip geçmeye başlarsınız.
'Galiba demokrasi bu da biz mi anlamıyoruz?' diye kuşkulanırsınız.
Sonra da uyuşursunuz.
Yavaş yavaş uyuşursunuz.
İçinizden bile tepki duymaz olursunuz.
'En az üç çocuk yapın' derler, dinler geçersiniz.
'Bizi azaltmaya çalışıyorlar' derler, gülme duygunuz bile kaybolmuştur.
'Batı'nın ahlaksızlığını aldık' derler, öyle dinler durursunuz.
Uyuşturmuşlardır sizi.
Bir yandan Çanakkale zaferini kutlarsınız.
Öte yandan Çanakkale savaşını yıllar sonra kaybettiğinizi bile fark etmezsiniz.
Başbakanınız planlarını Amerika'ya açıklar.
Siz burdan dinlersiniz.
Amerika Ankara'yı işgal etmektedir.
Siz İngilizce öğrenmeye çalışırken durumu göremezsiniz.
***
Alışırsınız ve uyuşursunuz.
Geçmişe dalıp gitmişken, geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz.
Plan da bunun için yapılmıştır.
Önce alıştırma.
Sonra uyuşturma.
Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan gülerler.
Yüzünüze çokkültürlülük derler, arkanızdan bölerler.
Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar.
Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar.
Alışırsınız.
Uyuşursunuz.
Tehlikenin farkında mısınız?
Önce Alıştırma - Sonra Uyuşturma...

PROF. DR. ERDAL ATABEK


Dipnot: Bu metin alıntı kapsamında ve Limonluk.Net'in forward e-postalara karşı tutumu çerçevesinde değerlendirildikten sonra yayınlanmıştır.